TÜRKİYE'NİN KÜRTLERİ YOKTUR!
Kürtlerle hiçbir ortak geçmişi ve tarihi bulunmayan, Kürtlerle aynı dini, dili ve kültürü paylaşmayan ve İslam Ümmetinin kılıcı, harcı, sadık unsuru ve dahi Selahaddin’in torunları olmaları nedeniyle Kürtleri baş düşmanları olarak belleyen emperyalist güçlerden her birinin Kürtleri var. Amerika, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya ve hatta işgalci İsrail bile her Kürt’e ağırlığınca dolar, Euro, Sterlin ve hatta altın vermeye hazır. Yeter ki o Kürt onların emrine girmeyi ve onların emelleri uğrunda savaşmayı kabul etsin.
Ve başardılar da! Yukarıda saydığımız güçlerin hepsinin hatırı sayılır sayıda silahlı ve silahsız Kürtleri var. Tabii ki bugün itibariyle sırtlan payı da insanlık tarihinin en kanlı ve en vahşi devleti olan ABD’ye aittir. Binlerce silahlı elemanı olan PKK, diğer uzantılarıyla birlikte artık ABD’nin emrindedir. Ne hazin, ne zelil ve ne utanç verici bir manzara ki, Selahaddin’in torunlarını birer birer ve gruplar halinde Richard’lara asker yapıyorlar!
Türkiye ve bölge ülkeleri olarak şunu bilmemiz ve kavramamız gerekir ki, bu emperyalist devletler enerji kaynaklarına sahip olmak için aralarında başlattıkları savaşı ve rekabeti bizim coğrafyamıza taşımış bulunmaktalar. Dikkat ederseniz, bize en büyük darbeyi de kendi silahlarıyla değil, bizim zaaflarımızla vuruyorlar. Nedir bizim zaaflarımız? Milliyetçilik ve Mezhepçilik!
Hedeflerini gizleme ihtiyacı da duymuyorlar. Gözlerimizin içine baka baka, içimizi karıştıra karıştıra ve üstümüze bomba yağdıra yağdıra bütün coğrafyamızı istikrarsızlaştırmaya, bizi birbirimize düşürmeye ve kaynaklarımıza daha güçlü bir şekilde sahip olmaya çalışıyorlar.
PKK, YPG, PYD veya başkası. İlk başlarda bu yapılara küçük silahlar veriyorlardı ve bunu gizli yapıyorlardı. Şimdi silahları göstere göstere veriyorlar. Onları modern bir orduya dönüştürecekler. Uçaksavar ve füze türü silahları da eğer şimdiye kadar vermedilerse, bir süre sonra vermeleri sürpriz olmayacak.
Amaçlarının kendi elleriyle kurdukları DAEŞ’i, İŞİD’i vurmak olduğunu söylemeleri, cambazlıktır. Bu hazırlıklar Türkiye’ye karşıdır. Ki bu devletlerin çoğu NATO’nun içinde ve dolayısıyla Türkiye’nin de müttefikidir. Ama hepsi konumlarıyla, konuşlanışlarıyla ve iş tuttukları odaklarla birlikte Türkiye’nin bekasını tehdit etmekten de geri durmuyorlar…
Neden Türkiye’ye doğrudan saldırdıklarını ve neden Türkiye’ye diz çöktürmeden bu saldırılarını sürdüreceklerini bilmemiz gerektiği kadar, bu saldırılarda bize karşı kullanacakları araçları ve silahları da bilmemiz gerekir.
Düşmanlarımızın bize karşı kullandığı silahlardan ikisini (Milliyetçilik ve Mezhepçilik) yukarıda belirttik. Türkiye’ye karşı kullanmak istedikleri diğer silah da Kürtlerdir şüphesiz. Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırma projesini hayata geçiren emperyalist güçler, Kürtleri yanlarına almadan başarılı olamayacaklarını bildikleri için, şimdilik kendi emirlerine aldıkları PKK, YPG ve PYD gibi örgütlerle başlıyorlar. Dün Ermenilere vaad ettikleri Büyük Ermenistan gibi, bugün de kendi hizmetlerine giren Kürtlere Büyük Kürdistan vaadinde bulunuyorlar. Göreceksiniz, eğer oyunlarını bozamazsak, bu tetikçileri cepheden cepheye koşturacaklar. Bir bakarsınız Barzani’ye saldırtıyorlar, bir bakarsınız Türkiye’ye, bir bakarsınız Irak’a ve bir de bakarsınız İran’a. Ve birileri de inkârcı rejimin zulümlerinden sui istifade ile Türk düşmanlığı ve Türkiye düşmanlığı yapıp Kürt gençlerini bu kirli savaşa ikna edecekler.
Peki, Türkiye ne yapıyor?
Evet, dünyadaki Kürtlerin büyük çoğunluğunu bünyesinde barındıran Türkiye ne yapıyor? Bin yıllık kadim kardeşliğin, dostluğun ve sadakatin bir nişanesi olarak Türkiye’nin bütün Kürtleri bağrına basması, hepsinin hamisi olması ve hepsinin haklarını koruması gerekmez miydi? Geçelim bütün Kürtlere sahip çıkmasını, kendi Kürtlerine reva gördüğü şeyler insanlığa sığar mı?
Oysa karşılaştıkları günden bugüne dindaş, kardeş, yoldaş ve beraber olarak yaşayan Kürtlerle Türklerin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadarki tarihlerinde adalet var. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye… Hepsinin kuruluşunda, temelinde her ikisinin, yani Türklerle Kürtlerin birbirine karışan kanları, yan yana düşen bedenleri ve üst üste yığılan kemikleri var.
İşte bu nedenlerden dolayı içimiz kan ağlayarak diyoruz ki, Türkiye’nin Kürtleri yoktur! Türkiye Kürtlere, Kürtlerine sahip çıkmıyor! Ve Türkiye Kürtleri cellatlarının eline mahkûm ediyor! Hâlbuki Kürtler rejimin kendilerine reva gördüğü bütün zulümlere rağmen hala kendilerini Türkiye’ye ait görüyorlar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, Türklerin bayrağa, vatana, devlete ve Türkiye Milletine karşı besledikleri aidiyet duygu ne kadar güçlü ise, Kürtlerinki de en az o kadardır! Bu dün de böyle idi, bugün de böyledir. Ki bunu da 15 Temmuz’da bütün dünyaya ilan ettiler!
Artık Yeni Türkiye’nin Kürtlerin gözünde Eski Türkiye’den daha farklı olması gerekiyor. Bunun alamet-i farikası da gasp edilen hakların iadesidir. Kürtler, sadakatlerinin karşılığında zulüm değil, adalet istiyorlar!
Siz dünyada bir devlet biliyor musunuz ki, kendisine itaatte ve sadakatte kusur etmeyen vatandaşlarına verdiği karşılık onları inkâr etmek ve dillerini yasaklamak olsun?
Türkler, Kürtler, Araplar, Çerkezler, Lazlar ve Türkiye’nin bütün vatandaşları! Bilelim ki, bu rejim bize göre değildir! Bizi bize düşman yapan, kimimizin adını, kimimizin dilini, kimimizin dinini ve kimimizin mezhebini ötekileştiren ve doğal zenginliklerimizi bize karşı birer düşmanlık aracına dönüştüren bu rejime son vermeliyiz!
Mustafa Kemal’in ilkelerinden olan Milliyetçilik de Kürtlerin inkârı ve Kürtçenin yasağı olmasa gerek! Aksi halde Mustafa Kemal de bir ırkçı olurdu. Çünkü ırkçılığın tanımında bir kavmin inkârı ile bir lisanın yasağı da var. CHP’nin veya MHP’nin milliyetçilik anlayışlarında da Kürtlerin inkârının ve Kürtçenin yasağının olmadığı düşüncesindeyiz. Öyleyse, onlarca yıldan beridir Kürt kardeşlerimize kan kusturan bu rejimin bekçileri kimdir, kimlerdir ve hangi odaklardır? Türkiye’nin kendi Kürtlerini içselleştirmesine izin vermeyen de bu rejim değil mi? nasıl oldu da yıllarca bir insanın vebadan kaçması gibi, Türkiye de Kürtlerden ve kendi Kürtlerinden kaçtı? Bu rejimin siciline bir göz atmaya ne dersiniz?
Kendi Kürtleri olmasın diye evvela varlıklarını inkâr etmedi mi? Yetmedi, Kürtleri tarih kitaplarına, “bütün kardeşlik, dostluk ve sadakat sınavlarını üstün başarıyla verenler” şeklinde değil, “bölücü” ve “potansiyel tehlike” olarak geçirmedi mi? Türklerin en büyük dostları ve en uzun kader yoldaşları olan Kürtlerin adını kitaplardan silmedi mi? Yetmedi, kıyımlardan ve katliamlardan geçirmedi mi? Yetmedi, dillerini yasaklamadı mı? Yetmedi, Mustafa Muğlalı’larıyla evlerinden aldığı 33 masuma kıymadı mı? Yetmedi, JİTEM’iyle ve MİT’iyle binlerce masumu infaz edip faili meçhuller listesine yazdırmadı mı? Yetmedi, on binlercesini zindanlara mahkûm etmedi mi? Yetmedi, onurlarıyla oynayıp kendilerine dışkı yedirmedi mi? Yetmedi, ormanlarını, evlerini ve hatta köylerini yakmadı mı? Yetmedi, bir türlü doymak bilmeyen ve kabaran vahşi iştahını savaş uçaklarından masumların üzerine yağdırdığı bombalarla ve Roboski gibi katliamlarla bastırmaya çalışmadı mı?
Bu rejim mi Türkiye’dir? Bu rejim mi Türk’tür? Bu rejim Türklerin rejimi olabilir mi?
Sizce Kürtler kendilerine reva görülen her türlü zulme rağmen neden isyan etmek şöyle dursun, devlete itaatte ve Türk kardeşlerine sadakatte kusur etmediler? Çünkü devleti de Türkleri de bu rejimle özdeşleştirmediler.
Elbette ki bu zulümler devletin gücü ile yapıldı, yapılmakta ve yapanların ezici çoğunluğu da Türk, ama buna rağmen Kürtler öfkelerini ve husumetlerini sadece rejime yönelttiler. Bu, bir basiret ve feraset işidir ve aynı zamanda Türklerle olan kadim hukuklarına saygının da bir tezahürüdür. Kürtler bu duyarlılıklarıyla rejimin bir oyununu daha bozdular aslında. Çünkü rejimin amaçlarından biri de zulme uğrayan Kürtleri kontrollü bir şekilde Türk ve devlet düşmanı yapmak idi. Kürtler bu tuzağa düşseydi, Türkler de o zaman bu zulümlerde rejimin yanında yer alırlardı.
El hak, Türkler de aynı duyarlılığı gösterdiler. Rejimin inkâr politikalarına, Kürtlere reva gördüğü zulümlere engel olamadılar, ama rejimin borazanlığını da yapmadılar. Kürtlerin Türkiye’nin dört bir yanında, istedikleri yerde yaşıyor olmalarının nedeni de işte budur.
Geriye dönüp baktığımızda, görüyoruz ki, bütün kamu ve sivil kurumlara istediği gibi nüfuz edebilen rejimin giremediği tek kale millet ve ifsat edemediği tek zihin de milletin zihni olmuştur.
Ezcümle! Türkiye olarak bir beka tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuz bir süreçten geçiyoruz. Bu süreci bölünüp parçalanmadan ve dahi en az zararla aşabilmemizin olmazsa olmaz şartı, rejimin 90 küsur yıldan beridir uygulayageldiği inkâr, asimilasyon ve imha politikalarına behemehâl son vermektir! Yani devletimizin Kürtleri oldukları gibi görmesi; milliyet ve dil gibi fıtri özelliklerinin yanında bir de temel insani haklarını tanıması ve güvence altına alması! Ancak o zaman toplumsal yaralarımızı birlikte sarabilir, bir fetret dönemi yaşayan kardeşliğimizi, dostluğumuzu ve sadakatimizi yeniden hak ve adalet ölçüleri üzerinde tesis edebilir ve bu küresel kuşatmayı yarıp zafer kazanabiliriz.
Bunun için de diyoruz ki, devletimiz artık Kürtlere sabıkalı, şüpheli, potansiyel tehlike ve bölücü gözlerle bakmaktan vaz geçmeli, gasp ettiği hakları iade etmeli. Ve bunları yaparken bir lütufta bulunuyormuş kibriyle değil de, zulmettiği insanlardan affını dileyen bir tarzda yapmalıdır.
Bütün siyasi partilerimiz de bu anlamda sorumludur. Ak Parti, CHP ve MHP kardeşliklerini sözdeki kardeşliklerini asıl eylemde ispatlamalılar. Birini kardeş biliyorsanız, onun dilini de kardeş görmelisiniz. Aksi halde inandırıcı olamazsınız. Şiddet ve terör ile arasına belirgin bir mesafe koymadığı için HDP’yi siyasi bir parti olarak göremiyoruz. Ama yeri gelmişken ona hatırlatmadan geçmeyelim: Siyaset; kan dökmek veya kan dökenlere destek vermek yahut Kürtleri emperyalistlerin tetikçiliğine peşkeş çekmek olmasa gerek!
Ne mi yapmalıyız?
Aslında Kürtlerin sorunlarının çoğu -bize göre de- giderildi. Hakkını teslim etmek gerekir ki, Sayın Erdoğan, sadece siyasi hayatını değil, öz canını da ortaya koyarak devrimci adımlar attı. Türkiye’yi inkârcılık gibi bir insanlık ayıbından kurtardı. Ancak gerek PKK’nın diğer güçlerle bir olup süreci sabote etmesi ve gerekse Hükümet kanadındaki kimi hatalar nedeniyle hak ve adalet tam anlamıyla tecelli etmedi, ettirilemedi.
Ümidimiz o ki, bir an önce kaldığımız yerden yola devam edebilelim. Çünkü 16 Nisan Referandumu ile vesayet odakları biraz daha zayıflatıldığına ve milletin iradesi devlet üzerinde biraz daha fazla belirleyici olduğuna göre, düne göre her bakımdan daha güçlü olduğumuzu söyleyebiliriz. Yeter ki, bu gücümüzü bir yandan hakkın ve adaletin emrine verirken, diğer yandan şiddet ve teröre karşı kullanalım.
Kürtler başka bir devlet falan istemiyor, olan devletlerinden gasp edilen haklarının iadesini istiyor, adalet istiyor.
Yukarıda da dediğimiz gibi, sorunların çoğu çözüldü. Artık şimdi bu başarıyı Anadilde Eğitim Hakkının iadesi ile taçlandırmanın zamanıdır. Bu herhangi bir engel yoktur. Milletimizin engel olduğunu söyleyemezsiniz. Çünkü rejime rağmen inkâra prim vermeyen en güçlü kalemizdir. CHP ve MHP de Kürtleri kardeş olarak gördüklerine göre, kardeşlerinin diline de düşman olmayacaklarını, olamayacaklarını düşünüyoruz.
Bu hakkın iadesi, yani Anadilde Eğitim, bazılarının iddia ettikleri gibi, devletimizi ne zayıflatır ve ne de böler. Tam aksine, devletimizi hem güçlendirir ve hem de birliğini pekiştirir. Karşı karşıya olduğumuz beka tehlikesini de ancak iç barışımızı adil bir şekilde çözebildiğimiz orandaki zayiatla bertaraf edebiliriz.
Ey milliyetleri, dilleri ve renkleri Allah’ın birer ayeti ve işareti, Allah’ın bir lütfu ve nimeti olarak gören medeniyetin çocukları! Onurumuz ve gücümüz, bu değerleri doğalarına göre koruduğumuz, yaşadığımız ve yaşattığımız orandadır!