Müminlere darağacı ve Mustafa Öztürk’lere nefes borusu olan laiklik
Dr. Bekir Tank
Her halimizin, her sözümüzün ve her eylemimizin bir imtihan olduğunu söyleyerek girelim söze...
Sayın Mustafa Öztürk’ün bir süreden beridir Kur’an, İslam, İslam Şeriatı ve Laiklik hakkında sarf ettiği sözler ne yenidir ve ne de sondur. Dolayısıyla düşüncelerine katılalım veya katılmayalım, bu konuda yapılması gereken şey, hakaretlerle değil, yine düşüncelerle mukabelede bulunmaktır. Bunun da yeri tabii ki, üniversiteler başta olmak üzere ilim havzalarıdır. Ancak milliyetçiliğin, mezhepçiliğin, siyasetin, Kemalist vesayetin, Laikçi despotizmin ve bütün bunların toplamından oluşan cehaletin pençesinde can çekiştikleri içindir ki, üniversiteler ve ilahiyat-diyanet camiası, resmi olanın dışındaki düşüncelerin tartışılabildiği yerler olmanın çok gerisindedir. Bu bağlamda yaptıkları en başarılı iş, farklı düşünenleri bu mekanların dışına atmaktır! İstisnaları var mı, bilmiyoruz, ama bildiğimiz, üniversitelerin bağnazlıkta ve farklı düşüncelere tahammülsüzlükte birbirileriyle yarıştıklarıdır. Yeri gelmişken söyleyelim; düne kadar üniversitelerdeki bu olumsuzluklardan müşteki olanlar da ellerindeki iktidar, yetki ve güçlerini bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak yönünde değil de Kemalist vesayetin yanına Memalist vesayeti de eklemek yönünde kullandılar. Dolayısıyla Öztürk’ün bu bağlamda hem üniversitelere yaptığı eleştiriler hem kendileri için, “bugünün İslamcı nazileri ve İslamcı faşistleri” dediği kişiler hakkında söyledikleri ve hem de düşünceleriyle cevap vermek yerine belden aşağı vuranlara kızmakta yerden göğe kadar haklıdır.
Bizim burada üzerinde kısaca durmak istediğimiz konu, bütün bu olumsuzluklara karşı örneğin, kendisinin de yakinen bildiği peygamberî sabır ve duruşla karşı koymak yerine, laikliğe savrulduğu ve hatta laikliği bir nefes borusu gibi görmeye başladığıdır.
Yukarıda da dediğimiz gibi, düşünceleri nedeniyle geçen zaman içerisinde maruz kaldığı hakaretler karşısında bunalmasını, yorulmasını ve bunların acısı ile haykırmasını anlıyoruz. Lakin yanmaz kefen gibi nice hurafelerle maruf olanın ve benzerlerinin saldırılarından ve kendi deyimiyle bir zamanlar kendisi gibi birer İslamcı olup da bugün -yine kendi deyimi ile- her biri kendi alanında “İslamcı faşizm” ve İslamcı nazizm” estirenlerden emin olayım derken, “sekülerizme kurban olayım” derekesine düşmesini ilmiyle ve özellikle İslami bilgisiyle bağdaştıramıyoruz.
Türkiye Müslümanları Laiklik adına yapılan idamların, katliamların, zulümlerin ve baskıların oluşturduğu travmayı hala üzerinden atamamışken, bugün bile Müslümanların nasıl giyineceklerinden dinlerinin ne kadarını yaşayabileceklerine ve hatta camide bile hangi konuları anlatamayacaklarına ve hangi duaları yapamayacaklarına laiklik ve laikçiler karar veriyor iken, Öztürk’ün laikliği bir özgürlük ve adalet abidesi gibi göstermesi, eğer bir bunalmanın ve yorgunluğun değil de bilinçli bir tercihin sonucu ise, bir alimin böylesine savrulmasına üzülürüz.
Eminiz ki, Öztürk’ün gerek Müslümanların İslam’ın ilk yıllarından başlayarak günümüze kadar ve nice kanlı olayların bile yaşanmasına neden olan ihtiraslarını ve İslam’ın bu ihtiraslara cevabını bizden daha iyi biliyordur. Kaldı ki, bugün yaşadığımız sorunların hemen hemen hepsini Asrısaadetteki Müslümanlar bile yaşamışlardır. Bu gibi durumlarda aklıselim, Kur’an’ın sayfalarını mızrakların başına geçirenlerin, iktidarları için kardeşlerinin katline İslam’ı alet edenlerin ve yanmayan kefen satanların bu ve benzer fiillerini İslam’a mal etme ve bu yanlışlardan hareketle İslam’ı günümüzün ihtiyaçlarına cevap veremeyen bir din olarak göstermek yoluna gitmez.
Geçenlerde Bingöl’den Selahattin dostumuzla konuşurken, “İslam’ın 1400 küsur yıldan beridir direndiğini, içeriden ve dışarıdan gelen bütün saldırılara karşı tıpkı ilk gündeki arılığıyla ve duruluğuyla varlığını koruduğunu” söyledi.
Gerçekten de öyle değil mi?
Vahyin bu direnişinin tarihi elbette ki, 1400 yılın da daha ötesinde ve en ötesindedir. Cennette işlediği günah nedeniyle yeryüzüne gönderilen Hz. Adem’den beridir değişmeyen bir çizgidir bu...
Evet, vahiy, direniyor ve direnecektir.
Ne önceki dinlerde-ümmetlerde olduğu gibi İslam’ı çarpıtanlar, ne İslam’ı ihtiraslarına alet edenler ve ne de günün Firavun, Nemrut, müşrik ve kafirleri bu direnişin üstesinden gelebileceklerdir.
Hülasa, biz insanlardan kimimiz vahye inansak da bu böyledir, kimimiz onu inkar etsek de bu böyledir ve kimimiz heva ve heveslerimize göre eğip büksek de... İster bir veya birkaç kişi ile olsun, ister bin veya binlerce kişi ile olsun, her türlü şartlar altında ve her zaman dünyanın herhangi bir yerinde ve dahi kıyamet gününe kadar vahyin bu direnişi kesintisiz devam edecektir. Dolayısıyla aslolan, bizim bu direnişin neresinde olduğumuzdur.