Ukrayna’dan sonraki cephe Turan İlleri mi? Ak Parti Bu Değildi
ABD ve AB ülkelerinin çıkardıkları Rusya-Ukrayna Savaşıyla neleri amaçladıklarına ve bundan sonraki cephelerinden birinin de neden Türkiye’den başlayarak Doğu Türkistan’a kadarki Türk İlleri-Turan olduğuna değinmeden önce Çin’in “One Belt One Road- Bir Kuşak Bir Yol” ve AB’nin “Global Gateway-Dünyanın Kapısı” projelerine kısa bir göz atalım. Dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olan Çin, askeriyesi ve ekonomisiyle de bir dünya gücüdür.
Çin’in 2013 yılında “Kuşak Yol” projesini hayata geçirmesiyle birlikte, emperyalistler rekabet savaşlarında yeni bir aşamaya geçtiler. Bu rekabet, ekonomi ile sınırlı değildir. Taraflar her fırsatta birbirilerine, eskilerin deyimiyle abanın altında sopa ve günümüzün deyimiyle namlunun ucunu da göstermekten geri kalmıyorlar.
ABD, Çin’in ticaretine darbe anlamına gelen önlemlere başvururken, Avrupa Birliği de Aralık 2021’de açıkladığı “Global Gateway” (Dünyanın Kapısı veya Dünyaya Açılan Kapı) projesi ile bu rekabetteki yerini aldı. Avrupalıların bu projesi, aslında hala devam eden sömürü düzenlerinin eksik ve aksak yönlerinin tamirinden ve kan emiciliğini pekiştirmesinden öte bir şey değildir! Yani Çin, Kuşak Yolu Projesi ile Doğudan başlayarak ve Avrupa da Dünyanın Kapısı Projesi ile Batıdan başlayarak güç yetirdikleri ülkeleri sömüreceklerdir. Kendisini hepsinden daha güçlü gören ABD ise bu gibi projeleri bir zaman kaybı olarak görüyor olmalı ki, doğrudan haydutluk yapıyor. Gözüne kestirdiği ülkelere giriyor. Ama Çin’in yayılışını tek başına önleyemediği ve çıkarları da örtüştüğü içindir ki, AB ile birlikte hareket ediyor. Fakat Çin’in elindeki silahlar da
ABD ve Avrupa’nınkinden daha geri olmadığından, Batılılar istedikleri gibi hareket edemiyorlar. Daha açık söylemek gerekirse, örneğin, Afganistan ve Irak’a girdikleri gibi Çin’e giremiyorlar. Doğrudan şiddet yerine şimdilik itibariyle ekonomi üzerinden saldırmalarının nedeni budur. Ancak bunun da Çin’i durdurmaya yetmeyeceğini bildikleri içindir ki, nüfuz alanlarını Çin’in içlerine kadar genişletmek istiyorlar. Bunun için de en uygun yol, şüphesiz ki, İpek Yolunun kontrol altına alınmasıdır. Ki Ukrayna Cephesini açmalarının, daha doğrusu Ukrayna’yı Rusya’nın önüne bir yem olarak atmalarının nedenlerinden biri de budur. Rusya her ne kadar bunun bilincinde olsa da, tercihini düşmanlarının kuşatmasına karşı savaşmaktan yana yapmıştır. Rusya bu savaşı kazansa bile, büyük bir yara alacağı da kesindir. Ama bu savaşın sonucu ne olursa olsun, emperyalistlerin açacakları ikinci cephe, Türkiye’den Doğu Türkistan’a kadar Türk İlleri olacaktır. Türkiye, her yönüyle öyle nemli bir yerdedir ki, emperyalistlerin bu emellerini boşa çıkarabileceği gibi, onların taşeronu olma derekesine de düşebilir.
Türkiye’nin bu oyunu boşa çıkarması, iktidarı ve muhalefetiyle güçlü bir irade ortaya koyup koyamayacağına bağlıdır. Şimdiki iktidar ve muhalefet bu bilincin gerisinde olduğu gibi, siyaseti fikren beslemesi ve toplumu bilgi ve bilinçle donatıp iyiye doğru dönüştürmesi gereken üniversitelerimizin de bu yöndeki yükümlülüklerini yerine getirdikleri söylenemez. Türkiye, kendi güneyinde ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri, nasıl ki, hem kendi çıkarlarını korumak ve hem de İsrail’in işgal ve güvenlik alanını daha da genişletmek için Türkiye’nin güneyinde bir ittifak cephesi kurmuşlarsa, bir eksik ile, yani Rusya’nın dışarıda tutulduğu bir ittifak ile Türkiye’yi kuzeyden de kuşatacaklardır. Kuzeydeki bu cephe Türkiye’den başlayarak Türkiye’nin nüfuz alanına giren bütün Türk Devletleri ile Doğu Türkistan’dır. Sizleri bilmem, ama ben Rusya-Ukrayna Savaşını da sözünü ettiğim bu geniş kuşatmanın ve geniş cephenin ilk adımı olarak görenlerdenim. Çünkü çıkarları bunu gerektiriyor… Şu bir gerçek ki, ister Çin olsun, ister ABD ve AB ülkeleri olsun, hepsinin biricik tanrısı paradır ve çıkarlarıdır. Çıkarları için yapmayacakları hiçbir kötülük yoktur. Ki bugüne kadarki vahşetleri de bunun delilidir. Bir sonraki cephelerinin özelde Turan ve genelde bütün İslam Dünyası olduğunu söylememin nedeni de budur.
Çünkü buralar onların uğruna her türlü kötülükleri yaptıkları ve yapacakları zenginlik kaynaklarının olduğu yerlerdir. Haddizatında birer müstemleke olan İslam ülkelerinin yöneticilerinin çoğunun izledikleri politikalar da düşmanın bu kuşatmasını geriletecek boyutta değildir. Hülasa, düşmanlarımız tıpkı Yermük’teki, Malazgirt’teki ve Çanakkale’deki gibi aynı düşman, ama bizler aynı Müslümanlar değiliz! Yüz yılı aşkın bir zamandır kuşandığımız Mezhepçiliğin, Arapçılığın, Farsçılığın, Türkçülüğün, Turancılığın ve kısaca Milliyetçiliğin de bizi kurtaramadığını, aksine sömürgeleştirdiğini yaşadık ve yaşıyoruz. Dolayısıyla düşmanlarımızın dört bir koldan başlattıkları bu global kuşatmayı yarmanın tek bir yolu vardır; özümüze dönmek!
Dr. Bekir Tank -Doğu Medya
Dr. Bekir Tank -Doğu Medya
Ak Parti Bu Değildi ve Böyle Olmamalıdır
Seleflerimizin “gururlanma padişahım, senden büyük Allah var” ihtarıyla girelim söze…
Tuğyan; bir kişinin, bir kurumun ve bir iktidarın sahip olduğu gücü kötüye kullanmasının adıdır. Bir ülkenin güven, barış ve refah düzeyi, elindeki gücü nasıl kullandığına göre artar veya eksilir. Burada önemli olan, bu gücüm zulmün hizmetine mi yoksa hakkın ve adaletin emrine mi verildiğidir.
Buradan sözü Ak Parti’ye getireceğim, ama itiraf edeyim ki, ciddi ciddi zorlanıyorum. Çünkü kılıçların kınından çıkarıldığı, copların vücutlarda paralandığı, çığlıkların birbirine karıştığı ve hemen hemen herkesin kendisininkinden başka bir kutsal tanımadığı bir zamanda susmak da zor, konuşmak da… Örneğin, hükümetin yüzümüzü güldüren, göğsümüzü kabartan ve ümit veren icraatlarını takdir ettiğimizde, muhalefet tarafından en hafifinden “yandaş” diye damgalanırken, hükümetin toplumu ifsat eden, aile kurumuna karşı savaş anlamına gelen, müstemlekeci eğitim sistemini hala yaşatan, toplumsal barışın önündeki en büyük engel olan milliyetçiliği besleyen icraatlarına ve yanlış gördüğümüz politikalarına getirdiğimiz eleştiriler nedeniyle bu cenahtan da kimi haksızlıklara maruz kalabiliyor ve coplanabiliyoruz.
Oysa Ak Parti bu değildi ve istiyoruz ki, böyle olmasın!
Başta Ak Parti’nin kurucusu olmak üzere, partinin ilk 10 yıldaki kadroları, horlandıkları, aşağılandıkları, işkence gördükleri coplandıkları ve kısaca iliklerine kadar yaşadıkları zulümleri unutmuş olamazlar, unutmamalıdırlar. Ak Parti unutsa bile biz unutturmamalıyız. Çünkü Ak Parti, 20 yıllık iktidarını bu zulümlere son vereceğine dair verdiği vaatlere borçludur. Ve hala bu vaatlerle vardır.
Ak Parti’nin güzel vaatlerine kötülerden başka kim karşı geliyordu ki? Yoksulluğa, yolsuzluğa ve insanı insanlığından eden yasaklara son vereceğini söylediğinde, omuzlarımızda taşımadık mı? Nice kötülüklerin anası olan bu rejimi-düzeni insani bir düzeye çıkarma yönündeki çabaları sahiplenmedik mi? Azgın bir zümreyi diğerlerine üstün yapan bu rejimin yerine herkes için hak ve herkes için adalet dedikleri için maruz kaldığı darbeleri canımızla savmadık mı? Zaten iktidarı da zulmün her türlüsüne son vermek yönünde kullanacakları bir araç olarak görmüyor muydu?
Kendi adıma söyleyeyim, bugüne kadar Ak Parti’nin yaptığı güzel işleri takdir edip sahiplendiğim gibi yanlış bildiklerimi eleştirmeyi de bir görev biliyorum. Bu duruşum sadece iktidara özgü değildir. Herkes ve her kurum için geçerlidir. Bu konuda da Hz. Ali’yi örnek alıyorum ve dolayısıyla, “kimin söylediğine-yaptığına değil, neyi söylediğine ve yaptığına bakmaya çalışıyorum.”
Biliyoruz, iktidarlar genelde eleştiriden hazzetmezler, ama hazımsızlıklarını zulme de vardırmamaları gerekir. Meşru muhalefete ve meşru eleştirilere karşı hazımsızlıklarını şiddete ve zulme vardıranlar, sadece iktidarlarını değil, saygınlıklarını da yitirirler.
Her ne pahasına olursa olsun, Ak Parti’yi iktidardan düşürmeye yeminli olanların bundan sonra da içeriden ve dışarıdan her türlü hile ve desiseye başvuracak olmaları, Ak Parti’yi adaletten uzaklaştırmamalı, aksine uzaklaştığı adaleti yeniden merkezine almalıdır!
Sonuç olarak, Ak Partililer de kendilerini iktidara taşıyan ve uzun zamandır iktidarda tutan şeyin, adalet söylemi ve bu doğrultudaki icraatları olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla yapmaları gereken şey, icraatlarını da coplarını da adaletin dışına taşırmamalarıdır. Aksi halde dünyada da ahirette de paylarına neyin düşeceğini biliyorlar.
Ne mutlu adalet üzere yaşayanlara ve adalet üzere ölenlere