İran İslam Devrimi 40 ve AK Parti İktidarı 20 Yaşında
Neden bu iki olayı aynı cümlede kullandığımın cevabı yazının içindedir.
Önce resmin bütününe bakalım…
Müslümanların kendi coğrafyalarını savunma gücüne sahip olmaları ve hatta Osmanlı Devleti Döneminde Avrupa’nın içlerine kadar yayılmaları, emperyalistlerin saldırılarını savmıştı, ama onların dünyanın diğer yerlerine saldırıp soykırımlar gerçekleştirmelerine, kolonileştirmelerine ve oralarda kesintisiz sömürgeler oluşturmalarına engel olamamıştı. Osmanlılar, Batılı emperyalistlerin saldırılarına bir set olmuşlardı ve bir set oluşturmuşlardı. Hatta Osmanlıların bu savunma hattı İran’a da yaramıştı ve onların deniz üzerinden İran’a nüfuz etmelerine Osmanlı Donanması engel oluyordu…
Osmanlıların savunma hattını yaramayan Batılılar, diğer dünyalara yöneldiler. Ve dünya kamuoyuna “keşifler” olarak dikte ettirdikleri süreçte Afrika’dan Avustralya’ya, Asya’nın önemli bir kısmından Kuzey ve Güney Amerika’ya kadar yaptıkları soykırım ve talanlarla sadece zenginleşmediler, bilim ve teknolojide de kesin üstünlüğü sağladılar.
Derken, Birinci Dünya Savaşı’nda kazandıkları zaferle bu topyekûn saldırılarını taçlandıran Batılılar, daha önce girdikleri yerlerde yaptıklarının benzerlerini bu kez Müslüman coğrafyada hayata geçirdiler. Artık buraları nasıl ve kime taksim etme gücü onların elinde idi. Kurdurdukları yeni devletlerin sınırlarını da bildiğimiz gibi, Müslüman ve gayrimüslim halkların etnik, dini ve mezhebi aidiyetlerini gerektiğinde birbiriyle çatıştırabilecek şekilde çizdiler. Sadece sınırlarını çizmekle yetinmediler, rejimlerini ve hatta yöneticilerini de seçtiler. Görünürde her biri bağımsız birer milli devlet idi, ama ister adı Arap ülkelerindeki gibi krallık, ister İran’daki gibi şahlık ve ister Türkiye’deki gibi cumhuriyet olsun, hepsi, evet, istisnasız hepsi emperyalistlerin yarım bıraktıkları işleri tamamlamaya teşne kişiler tarafından yönetilmeye başlandı. Halklar ezici çoğunlukla Müslümandı, ama rejimler ve yöneticiler İslam’a ve Müslümanlara karşı savaş halinde idiler…
İran’daki Müslümanlar da 1979’a kadar işbirlikçi Şah Rejimine karşı verdikleri mücadelede büyük bedeller ödediler. Nitekim bu bedeller semeresini verdi ve İran halkı İmam Humeyni’nin önderliğinde gerçekleştirdiği topyekûn bir kıyam ile 1979’da Şahlık Rejimini yıkıp İslam Devrimini gerçekleştirmeyi başardı.
Yaşı yetenlerimiz, devrimin sembolü olan kavramları da hatırlayacaklardır. Müstekbir ile Müstazaf ve Hizbuşşeytan ile Hizbullah bu kavramlardan bir kaçıdır.
Müslümanlar böylece küresel istikbara ve işbirlikçilerine, yani diğer bir deyimle emperyalistlere karşı dünyadaki bütün müstazafların, yani zayıf düşürülenlerin sesi, eli ve ayağı idiler. Müslümanlar, şeytani düzenlere karşı Allah’ın düzenini savunuyor ve o düzeni hayatlarına hâkim kılmanın mücadelesini veriyorlardı. Yani herkes için ADALET diyorlardı.
İran’da Müslümanlar, hak ve adalet mücadelelerini 1979’da gerçekleştirdikleri İslam Devrimi ile taçlandırırken, Türkiye’deki Müslümanlar da katliamlardan idamlara, işkencelerden envaiçeşit baskı ve yasaklara kadar kendilerine yapılagelen bütün zulümlere rağmen hak ve adalet mücadelelerini girdikleri seçimlerle iktidar olmayı başararak kazandılar.
Birileri burada, “önceki iktidarlar da Müslüman değil miydi?” diye itirazda bulunabilirler. Siz de takdir edersiniz ki, kendilerini yalın bir şekilde “Müslüman-İslam” veya “Laik” tanımlayanlar kendileridir. AK Parti’nin kurucusu Sayın Recep Tayyip Erdoğan da defalarca kendisini yalın bir şekilde “Müslüman” olarak tanımlamıştır. AK Parti de, içinde Müslüman olmayan şahsiyetler de bulunsa bile, kendilerini “Müslüman” olarak tanımlayanların partisidir. Ve dolayısıyla Türkiye’de Müslümanlar 20 yıldır iktidardadır.
Elbette ki, emperyalistler hem İran’da ve hem de Türkiye’de içeriden ve dışarıdan gerçekleştirdikleri savaşlarla, darbelerle fitne ve fesatlarla Müslümanları tekrar yenmek veya en azından saptırmak çabası içinde oldular ve bu çabaları devam etmektedir. Ki bunda şaşılacak bir durum yok, çünkü düşmandır ve düşmanlığını yapıyor.
Önemli olan, İran’da 40 yıldır ve Türkiye’de 20 yıldır iktidar olan Müslümanların bugün hakkın ve adaletin neresinde oluklarıdır. Hakkın ve adaletin tesisinde neleri başaramadık? Gerek düşmanlarımızın ve gerekse bizzat kendimizin bu başarısızlıklarımızdaki payı nedir?
Örneğin, hem İran’da ve hem de Türkiye’de rüşvet, yolsuzluk, haksızlık, liyakatsizlik ve hırsızlık gibi fiiller önceki dönemleri aratmayacak şekilde artarak devam ettiği halde, neden bu ifsada karşı bir mücadele görülmemektedir? Küffarın mutlak silah üstünlüğünü ve bütün hilelerini hak ve adalet silahıyla savan bizlerin bugünkü mücadelemiz de hakkı ve adaleti yaşayıp yaşatmak mı, yoksa bu değerlerimizi iktidarımıza feda etmek mi?
Eminim ki, bütün bu sorular ve daha fazlası sizlerin de zihnini meşgul ediyordur. Gelin, İran’ın nereden nereye geldiğinin değerlendirmesini oradaki Müslümanlara bırakalım. Biz de Türkiye’deki Müslümanlar olarak nereden nereye geldiğimizin muhasebesini yapalım. Örneğin, “tek millet, tek devlet, tek bayrak ve tek vatan” söylemlerinin bizi CHP’nin Altı Okunun payandası ve köhnemiş rejimin yeni bekçileri mi, yoksa gerçekten de hakkın ve adaletin savunucuları mı yaptığını gözden geçirelim. Hakeza bir taraftan yollardan köprülere, barajlara, hastanelere, okullara ve üniversitelere kadar birçok alanda önceki dönemlerin toplamından daha fazla yapılan hizmetlerle övünürken, neden adaletin adeta can çekiştiğini ve neden her geçen gün biraz daha düşmanımıza benzediğimizi sorgulayalım.
BM, ABD ve Müttefiklerinin Terör ve Gaspına Karşı Afganistan’ın Yanındayız!
Hatırlayanlar olacaktır; ABD, 15 Ağustos 2021’de yenilerek çekildikten sonra Afganistan’ın rezerve parasına el koyduğunu söylemişti. Geçen hafta ise bu parayı iade etmeyeceğini; yarısını 11 Eylül 2001 saldırılarında ölenlerin ailelerine tazminat olarak ödeyeceğini ve kalanını da BM üzerinden Afganlılara dağıtacağını söyledi. BM de bunu teyit edici açıklamalar yaptı! Medeni (!) Avrupa da başından beri ABD’nin Afganistan’daki vahşetlerini yalan yanlış haberlerle örtmek ve Afganlıların meşru temsilcisi olan Taliban’ı dünya kamuoyuna terörist olarak dikte ettirmek çabası içindedir.
Onlarca yıldan beridir İslam ülkelerine bir Haçlı bilinciyle saldıran ve birçok yeri işgal altında tutan ABD ve müttefiklerinin bu habis ruhlarını her gün yeni vahşetlerle beslemelerinde anlaşılmayacak bir şey yoktur. Onlar ilahlaştırdıkları çıkarlarının gereğini yapıyorlar.
Biz Müslümanlara gelince… İslam ülkeleri olarak topyekûn bir zilleti yaşadığımız gibi, Müslüman bireyler, cemaatler, vakıflar ve partiler olarak da onurlu duruş sergileyenlerimiz maalesef azınlıkta kalıyor. İslam ülkelerinin hükümetleri, Afganistan konusunda da ABD’den işaret almadan adım atamayacak kadar bağımlıdırlar. Bununla birlikte biz Müslümanlar da genelde içinde bulunduğumuz ülkelerin politikalarının dışına çıkmaktan aciz bir durumdayız.
Elimizdeki onca imkâna rağmen, kendimize ait müstakil bir medyamız yok ve dolayısıyla en büyük haber kaynağımız da maalesef fasıklardır. İran’ından Pakistan’ına ve Suudi’sinden Türkiye’sine kadar bütün İslam Ülkelerinin Afganistan hakkında yaptıkları haberleri toplasanız, bir BBC yapmaz! Onlar her gün yalandan olaylar ve bu olaylardan yalan haberler üretirken, bizler doğruları dahi kaynağından öğrenmekten ve bunları yaymaktan aciziz. Ve ne yazık ki, dünyadaki Müslümanlar olarak çoğumuzun Afganistan hakkındaki bilgilerimiz fasıklardan aldığımız bilgi ve haberlerle sınırlıdır. Dahası, onların ağzı ile konuşmakta ve onların bakış açısı ile bakmaktayız. İstisnaları dışında aydınlarımızın, âlimlerimizin, akademisyenlerimizin ve yöneticilerimizin bile Afganistan hakkındaki bilgileri maalesef yüzeyseldir ve bizi sömürenlerin bilgilerinin çok gerisindedir.
Eğer Afganistan dendiğinde, zihnimizde ve gözümüzde hemen açlık, sefalet ve dahi cehaletle pençeleşen, yaşamak için böbreklerini ve dahi çocuklarını satan bir toplum ve Taliban dendiğinde, kadınları okutmayan, sakalsızların kafasını kesen ve günümüzde Ortaçağı yaşayan bir güruh canlanıyorsa, bu, fasıkların haberlerine yenik düştüğümüzün resmidir.
Hâlbuki gerçek, Afganistan’ı bu hallere düşürenlerin onlar olduğudur! Hâlbuki gerçek, onların 40 yıl boyunca Afganistan’ı işgal ettikleri; yüz binlerce Afganlıyı şehit ettikleri, milyonlarcasını yetim, dul ve sakat bıraktıkları, yüz binlercesine tecavüz ettikleri, milyonlarcasını tehcir ettikleri ve kalanlarını da ölümcül bir sefalete mahkûm ettikleridir! Hâlbuki gerçek, onların cephede yenildikleri Taliban’ı bu kez de medya üzerinden topyekûn itibarsızlaştırmaya çalıştıklarıdır.
Taliban’ın yanlış icraatlarını eleştirmek kadar onların yeni zaferler kazanmaları için bütün imkânlarımızla desteklemek de görevimizdir!
Öyleyse Haçlı ordularının açtıkları bu yeni cephelere asker olmayalım, gafletinden asker olanlarımızı uyaralım ve onları bu cephelerde de yenelim.