Kısıtlı Günlerde Ramazan Bayramı Kutlaması
Evet, değerli okuyucularım, neredeyse insanoğlunun var oluşundan sonra toplumlaşma süreçleriyle birlikte başlayan ve inançların oluşmasıyla birlikte, bir kavram olarak insanların yaşamlarına girmiştir bayramlar.
Her ne kadar din konusunda bir uzman olmasam da çeşitli kaynaklardan edindiğim, okul eğitimlerinde gördüğüm, yaşamım boyunca uygulayageldiğim ve özellikle de iyi bir din âlimi olan dedemden dinlediğim kadarıyla edindiğim bilgilerle bu yazıyı yazmaya çalışıyorum. Asıl kaynağım ise, Türk Diyanet Vakfı’nın sitesidir.
Şimdi bu konuyu anlatabilmek için öncelikle bayram sözcüğünün sözcük anlamını açıklamak gerekir diye düşünüyorum: Bayram, dinî veya millî açıdan özel önemi olan ve topluca kutlanan gün demektir.
Bayramın tanımını böylece yaptıktan sonra şimdi de tarihsel sürecini incelemeye çalışalım. Kaşgarlı Mahmud’ un tesbitine göre kelimenin aslı Farsça beẕrem / beẕrâm (بذرام/بذرم) olup “sevinç ve eğlence günü” demektir ve beyrem / bayram telaffuzu Oğuzlara aittir.
Bayram kelimesinin Arapçası ise, sözlüklerde “âdet halini alan sevinç ve keder; bir araya toplanma günü” olarak kabul görmektedir.
Evet, bayramlar toplumların hayatında görülen olağan üstü günlerdir. Hemen hemen her dini inanışın ve ibadetin sonunda bir bayram geleneği olduğunu görmekteyiz. Bu günlerde yaşanan heyecan ve sevincin miktarı insanların ahlâk anlayışları ile orantılı olmaktadır. Örneğin, Katolik ve Protestanlar’da büyük perhiz (Paskalya’dan önceki kırk gün) arifesine rastlayan karnaval ve faşing kutlamaları, günümüzde “topluca deşarj olma” şeklinde yorumlanan bir eğlenme çılgınlığına dönüşmüş durumdadır.
Yahudi Bayramlarına baktığımızda, yılın belirli zamanlarında kutlanan bayramların üçü daha büyük olmak üzere yedi tanedir. Pesah (hamursuz). Bayramların en büyüğü olup o gün Mısır esaretinden kurtuluşun yıl dönümü canlandırılmaktadır.
Hıristiyan Bayramlarında ise, Muhtelif kiliselere, özellikle Katolik ve Ortodokslara göre bazılarının tarihleriyle çeşitli özellikleri değişen Hıristiyan bayramları şunlardır:
Noel bayramı: Aralık ayı sonunda kutlanan Hz. İsa’nın doğum yıl dönümüdür. Paskalya yortusu: Nisan’ın 15’inden sonraki pazar günü kutlanmaya başlar ve bir hafta sürer. Hıristiyan inancına göre Hz. İsa’nın ölümünden üç gün sonra dirilmesinin hâtırasıdır.
Transfigürasyon: (tecelli). Paskalyadan 100 gün sonra, Hz. İsa’nın Tabor dağında üç havarisinin gözüne beyazlar içinde görünerek ruhaniyete intikal edişinin kutlanmasıdır.
Meryem Ana günü: Ağustos ayının ortalarına gelen pazar günü kutlanır; Hz. Meryem’in iffeti dile getirilir, özellikle kadın ve kızlara telkinlerde bulunulur.
Haç yortusu: Suya haç atma ve çıkartmadır. Bu haç çıkarma, insanların O’nu izlediklerini ya da andıklarını ifade eden bir simgedir. Ben İsa’ya iman ediyorum, anlamına gelir.
Şimdi asıl bizi ilgilendiren İslam Dünyası’nın kutladığı ve çok önemsediğimiz iki bayramdan söz edelim.
İslâmî dönem:
Dinî Hükümler. İslâm dininde ramazan ve kurban olmak üzere iki bayram vardır. Arapça ’da îdü’l-fıtr ve îdü’l-adhâ şeklinde adlandırılan her iki bayram da hicretin 2. yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Esasen ramazan orucu ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren müminler sonraki ayın (şevval) ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama ramazan bayramı denilmektedir. Türkiye’de bazı çevrelerde muhtemelen bayramda şeker, lokum ve tatlı ikramı şeklinde öteden beri var olan gelenekten dolayı buna şeker bayramı da denilmektedir.
Bayram Kutlamaları. Araplar genel olarak bayramlarda en güzel elbiselerini giyer, at veya deve yarışı tertipler ve umumiyetle köle yahut cariyelerin çaldığı bendir (zilli iri def) eşliğinde dans ederlerdi. Çocuklar ise bir kısmı halen oynanmakta olan kovalamaca, çizgi, ceviz, âşık ve cülâhik (misket) gibi oyunlar oynamak suretiyle eğlenirlerdi.
Osmanlı Döneminde Bayramlar:
Türk geleneğinde de ramazan ve kurban bayramları çok önemli kabul edildiğinden bunlar her kesimde yerleşmiş ve tören halini almış bir şekilde kutlanırdı. Bayram törenleri bayram sabahı camilerde veya musalla denilen açık alanlarda kılınan namazdan sonra başlardı. Küçükler büyüklerin elini öper, büyükler yakınlarına ve çocuklara hediyeler dağıtır, kapıya bayramlaşmaya gelen bekçi, çöpçü, tulumbacı, davulcu gibi hizmetlilere bayram bahşişi verilirdi.
Cumhuriyet’in ilânından sonra ise; millî bayramlar resmî protokole dâhil edilmiş, dinî bayramların kutlanması ise resmî protokolün dışına çıkarılarak sadece gelenek halinde korunmuştur. Bu dönemde de ramazan ve kurban bayramları resmî kutlamaların dışında hemen aynı düzen içinde kutlanmakta, bayram namazından sonra bayramlaşmalar, akraba ve dost ziyaretleri yapılmakta, bahşiş ve hediyeler verilmektedir.
Şimdi, geçmişi böylece irdeledikten sonra şu zamanda yaptığımız kutlamalara dönelim. Yakın zamana kadar özellikle manevi bayramlar diye adlandırdığımız ve dünyanın dörtte birinin kutladığı iki önemli bayramdan birincisini yani Ramazan Bayramı’nı ya da özellikle çocuklarımızın tabiriyle Şeker Bayramı’nı anlamaya ve anlatmaya çalışalım. Ramazan bayramı, malum İslam inancına göre tutulan bir aylık Ramazan orucu sonrası yapılan bir bayramdır. Bu bayramın gelmesini en çok çocuklar ister. Çünkü bayram onlar için sevinçtir, eğlencedir, bahşiştir, oyundur, mutlu olmaktır. Peki, çocuklar ister de büyükler istemez mi? bana göre büyükler küçüklerden daha çok isterler. Onlar da mutlu olmak, çocuklarıyla, yakınlarıyla, eş, dost, komşu ve arkadaşlarıyla buluşmak, görüşmek, sevinçlerini ve mutluluklarını paylaşmak isterler. Pek belli etmeseler de en az çocuklar kadar mutlu ve neşeli olurlar.
-Çocuklar için kapı kapı dolaşıp, şeker, çikolata hatta bir liralık gibi bir hediye almak kadar zevkli ne olabilir ki?
-Bir büyüğün çocuklarının evine gelerek büyüğünü hatırlaması kadar mutluluk verici daha ne olabilir ki?
-Zaten bayram demek sosyalleşmek demek değil midir?
-Yardımlaşmak demek değil midir? -Bayram demek yoksulların sevindirilmesi, ihtiyaçlı olanların ihtiyaçlarının giderilmesini sağlamak değil midir?
-Zaten ramazan ayının anlamı da ‘’tokun, açın halinden anlaması’’ değil midir?
Özellikle şu sıkıntılı günlerde sevinçlerimizi bile doya doya sarılarak, kucaklaşarak yaşayamadığımız bu günler de çocuklarımızın ve yaşlılarımızın sokağa bile çıkabilme olanağı olmadığından bu iki kesime daha bir saygılı ve özellikli davranmak gerektiğini düşünüyorum. Küçüklerimizi şekerleriyle, büyüklerimizi sevgi gösterileriyle ama öyle iş olsun cinsinden değil gerçek sevgi sunumlarıyla uzaktan da olsa kucaklamak onlara verilecek en büyük hediyedir. O halde bayramları doğru idrak etmek ve bayramın gerçek anlamını kavrayarak davranabilmek gerekir, diye düşünüyorum.
Bu vesileyle tüm İslam dünyasının bayramı kutlu olsun.
Yaşar GELER