KENETLENME ZAMANI
Yaklaşık üç aydır dünya ülkeleri KORONA VİRÜS denilen bir illetle uğraşmaya başlamış olup, ilk belirtilerinin görüldüğü ve binlerce can aldığı, belki yüz binlerce de insanı hasta ettiği gerçeği ortadadır. Hatta buna bağlı olarak neredeyse dünya ülkelerinin ekonomilerinin çökme noktasına geldiği herkes ve her kesim tarafından bilinen bir gerçektir. Ne yazık ki bu durumdan ülkesinde bu virüs illeti olmayan ülkelerde aynı derecede etkilenmektedirler. Zira dünyanın neresinde olursanız olun, insanlık biri birine ihtiyaç duyan insan ve toplum kitlelerinden oluşmaktadır. Birisi diğerinin içeceğine muhtaçken, diğeri diğerinin tarım ürünlerine, bir başkası başkasının hayvansal ürünlerine, bir başkaları birilerinin sanayi ürünlerine, insan iş gücüne, akıl gücüne, fikrine, zikrine, bilimine, ilmine, teknolojisine vb. birçok alanda yaşamsal istek ve gerekliliklerine gereksinim duymaktadır. Öyle yeryüzünde sadece ben olayım, benim ülkem ya da benim halkım, toplumum vs. olsun diyemezsiniz.
Yeryüzünde oluşmuş dengede tüm canlıların biri birine gereksinimleri olduğu gibi, cansız varlıklara da gereksinimleri vardır. Havaya, suya, güneşe, taşa, toprağa aklınıza her ne gelirse gelsin, her şeye gereksinimimiz vardır. O halde var olan ve gereksinim duyduğumuz insandan hayvana, bitkiden her şeye kadar var olan her şeyin değerini bilmeliyiz ve evrende birlikte yaşamamız gerektiğini de anlamamız gerekiyor. Yoksa ben olayım, ben yaşayayım, ben kurtulayım gibi egoist, bencil tutumlardan vazgeçmeliyiz. Böyle toplumsal ve küresel ihtiyaçları fark ederek davranamadığımız sürece bu virüs ve belki ileride benzeri türevlerini yaşayacağımız olumsuzluklardan kurtulamayacağımız açıkça ortadadır.
Düşünelim bir kere;
Güneş, hava, su, toprak olmadan yaşam olur mu?
Köylü olmadan kentte yaşam kolay olur mu?
Kentli olmadan köyde yaşam olur mu?
Sanayici olmadan tarımla uğraşanlar rahat eder mi?
Hayvancılıkla uğraşanlar olmadan insanlar sağlıklı beslenebilir mi?
Ulaşım olmadan, sosyal yaşam olur mu?
İletişim olmadan haber alma şansınız var mı?
Öğretmen olmadan bilgi aktarımı nasıl gerçekleşir?
Sağlıkçılar olmadan sağlığımızı koruyabilmemiz mümkün mü?
Asker, polis olmadan güvenliğinizi sağlayabilir misiniz?
Mühendisler ya da mimarlar olmadan sağlıklı yapılar ya da teknolojik ürünler üretebilir misiniz?
Terziler olamadan düzenli örtünebilir misiniz?
Fırıncı, kasap, manav, bakkal, vb. yerler olmadan sağlık ve düzenli beslenebilir misiniz?
Bu soruları sürdürmek isterseniz, günlerinizi ya da aylarınızı vermeniz gerekir. Çünkü bu bir yaşam zinciri ve bu zincirin bir danesi koptuğunda yaşamınız da yavaş yavaş sonlanacaktır. Demek ki neymiş, yaşadığımız bu evrende sadece ekmeye, suya ya da havaya değil her şeye her varlığa bir diğerinin gereksinimi var.
Şimdi yeryüzünde birlikte yaşamayı bırakalım ne yazık ki kendi öz sınırlarımız içerisinde bile biri birimize ihtiyacımızın olduğunu, birimiz olmadan diğerimizin olmasının bir anlamı olmadığını bile anlayabilmiş değiliz. Ne zaman ki bir bela başımıza musallat oluyor, o zaman düşman olarak gördüğümüz insanlara bile el avuç, kucak açabiliyoruz. O halde bugünden tezi yok, gelin yaşamımızda olumlu değişiklikler yapalım.
Nasıl mı? İşte böyle:
Siyasi anlaşmazlıkları, etnik ayrışmaları, mezhepsel, dinsel inanışlarımızı, fikir ayrılıklarımızı, yaşam tarzlarımızı, biri birimize olan kinimizi, kibrimizi, ukalalığımızı, hor görme duygularımızı, egolarımızı, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı dil yapımızı, başkasından önde olma hırsımızı, çok kazanayım başkası bana muhtaç olsun düşüncemizi, insanlıktan çıkmış duygularımızı bir kenara atalım, insan olmayı önceleyelim.
Adil, hak ve hukuk kurallarına uygun, adaletli, paylaşımcı ve kısaca insanca yaşamayı öne alalım.
İnsan olduğumuzun farkına varalım.
Ben olmadan senin olamayacağını ya da sen olmadan benim olmamın bir anlamı olamayacağını anlayalım. Bu durum kişisel olarak neyse, uluslar olarak ta öyledir. Çünkü tüm insanlığın bir birine ihtiyacı var.
Yaşar GELER
KORONA VİRÜS ARSIZLARI
Malum ülkemiz ve dünyamız zor günlerin eşiğinden geçiyor. Öncelerde de birçok yazılar yazdım, sizlerle paylaştım. Evde olmanın bir yararı da bu olsa gerek! Uzaktan da olsa (ama zamanın önemli iletişim araçlarının olduğu bir zamanda hiçbir şeye uzak sayılmazsınız) olayları tahlil etme fırsatı bulabiliyorsunuz. Hem dinliyor, hem yorumluyor, hem de düşüncelerinizi yazarak açıklayabiliyorsunuz. Bugünkü yazımda bunca uyarıya, bunca anlatıma, bunca yasaklamaya rağmen hala toplumumuzun büyük bir kesiminin (ne yazık ki üzülerek söylemek durumundayım) cehaletten, vurdumduymazlıktan ve arsızlıktan bir adım öteye gidemediğini gözlemekteyiz.
İki aya yakındır bir olumsuz sürecin içerisinde, bilim insanlarının cansiperane, gece gündüz demeden bu illetten kurtulabilmenin yollarını aradığı bir durumdayız. Ancak, buna karşın kamunun aldığı önlemlerde de asıl sorunun kaynağının insan olduğu, çözümünün de insanda olduğu açıklanıp duruyor. İnsanlarımızın etkili ve yetkili kişi ve kurumlarının uyarılarını dikkate almaları gerektiği üzerine onca uyarılar yapılmasına rağmen, birçok duyarsız, umursamaz ve arsız insanımızın ‘’cahil, cesur olur’’ tezini doğrulurcasına uyarılara kulak asmadığını, kurallara uygun davranmadığını, sanki kasıtlı olarak bu virüsün topluma yayılmasına çalıştığını ibretle izliyoruz.
-Adam yurt dışından geliyor, belli ki risklidir. Fakat hiçbir şey umurunda değil, bir süreliğine kendini toplumdan uzak tutacağına hiçbir şey yokmuş gibi arsızca toplumun içerisine salıyor. -Adam dini inancı gereği Arabistan’a, Umreye gitmiş (aslında gitmesi de dönmesi de bir o kadar sakıncalı olmasına rağmen), ülkesine dönüyor. İlgililer gereken işlemleri yapıyor. Vatandaşın karantinada kalması gerek, ama adam karantinaya girmekten kaçıyor. Sanki kasıtlı olarak ‘’varsa o virüsü herkese bulaştırayım’’ der gibi.
-Devlet evine bile göndermiyor. O garibim çocukların kaldığı yurtları boşaltıyor. O zevk için yurtdışına gidip dönenlere veriyor. Her türlü gereksinimini de karşılıyor. Ama vatandaş ne yapıyor. ‘’Burası ahır gibi, burada kalınır mı’’ diyerek yurda yerleşmek istemiyor. Be duyarsız ve arsız adam o yurtta iki gün önce senin ya da bir yakınının çocuğu barınıyordu. Sen orayı eleştireceğine, varsa o olumsuz koşulları nasıl değiştirebileceğini, oraya nasıl yardım edebileceğini düşün!
-Yurtdışından dönen adamı devlet karşılıyor. Ona sağlık yardımı ve desteği sunmak üzere onu korumaya almaya çalışırken devletin polisinin yüzüne tükürerek, ‘’ bende varsa, sana da bulaşsın’’ diyebiliyor. Bu arsızlığın geldiği son nokta değil de nedir? Nerede kaldı senin ibadetin, insanlığın be hey arsız insan?
-Korona belasına karşın, Diyanet işleri camileri kapatmış, fetvalar veriyor; ‘’zararı yok, evinizde kılın’’(Suudi Arabistan, Kâbe’yi ziyarete kapatıyor) diyor. Adam nerdeyse caminin kapısını, kilidini kıracak, olmuyor; cami avlusunda taşlar üzerinde imamsız Cuma namazı kılmaya çalışıyor. Be hey cahil adam sen Diyanetten ya da yetkili Din bilimcilerden daha mı akıllısın? Gösteriş olsun diye, sokak ortasında namaz mı kılınır? Gidip evinde kılsan, kabul olmayacak mı?
-Adam altmış beş yaşında ya da daha yaşlı. Vermişiz cebine bir İstanbul kart, evinde bile oturmuyor. Orası senin burası benim dolaşıp duruyor. İyi, güzel de be adam, biliyorsun ki ortada bela var. Bu belayı en çok ta sen taşıyabiliyorsun. Bir ay evinde otursan ne kaybedersin? Evet, belki çok haklıydın, geçmişte sana bu tür kolaylıklar tanınmadı. Ülkeni tanıma fırsatı bulamadın. Devlet te sana bu fırsatı sundu. Şimdi kullanmak istiyorsun. Hepsinde haklısın. Ama olağanüstü günlerden geçtiğimizi de unutma lütfen. Bir ay olsun taşıma ve yayma riskini azaltma hatta canından olma riskini bertaraf etme adına evinde otur.
-Yaşlılarımız belki bana kızacaklar ama bir detayı da açıklamadan geçemeyeceğim. O İstanbul Kartı koyuyor cebine, özellikle de iş günlerinde ve işe gidiş geliş saatlerinde atlıyor yola otobüslerde, metroda, trende yaşlı dolu. İnsanların işe gidiş saati! Dikiliyor, öğrencinin ya da çalışanın kafasına ‘’bana yer ver’’ diye gözünün içine bakıyor. İyi, güzel gez de bari işe gidiş dönüş saatlerini seçme. İnsanları da umursamaz olarak, saygısız olarak görmemiş olursun.
-Adam bir mahallede oturuyor, çevresi cadde, sokak, bakkal ve fırın dolu. Adamın cebinde altmış beş yaş bedava kart var ya, atlıyor otobüse ilçeler arası ekmek almaya gidiyor. Neden böyle bir şey yapıyorsun, diye sorduğunda verdiği cevap: Ne olacak otobüs bedava, cevabını alıyorsun. Bu anlamda İçişleri Bakanlığı’nın almış olduğu kararı çok yerinde buluyor ve destekliyorum. Hiç değilse bir süreliğine evimizde oturalım. Tamam, bize bu durum bir ceza ya da hapishane gibi ağır gelecek ama toplum sağlığı açısından yararlı olacaktır. Yoksa derdimiz yaşlıları cezalandırmak veya yalnızlaştırarak ölüme terk etmek değildir. Yani en azından benim düşüncem bu değildir. Yaşlımızın olduğu kadar, tüm insanlarımızın yaşamları söz konusudur.
-Vatandaş bu kadar mı evinden bezmiş, ailesinden bıkmış ta kendini sokağa atınca mutlu oluyor, anlayabilmiş değilim. Bilinmez ama belki bu da bir gerçek olabilir.
-Ne güzel, bakın kimseniz yoksa dahi polislerden, belediye zabıtasından, sağlık kurumlarından yardım ve destek almak gibi bir seçeneğinizde bulunuyor. Lütfen duyarsız ve umarsız olmayın, evinizde kalın. Gerçekten ihtiyaç duyduğunuzda, aşağıdaki telefonları arayarak destek alabilirsiniz:
112 Ambulans,
155 Polis,
156 Jandarma,
110 İtfaiye,
122 AFAD
-Kronik hastalığı olup, raporlu hasta olan ve şu ana kadar bilmeyen ya da duymayanlar için de Sağlık Bakanlığı’nın almış olduğu önlemleri açıklamakta yarar var. Raporlu hastalar, raporları bitmiş dahi olsa eczanelerden ilaçlarını reçetesiz alabileceklerdir. Temmuz ayına kadar geçerli bir uygulamadır. Tek hekimden rapor ihtiyacı olanlar için de 10 güne kadar rapor yazdırabiliyorsunuz.
Son bir duygumu da paylaşarak yazımı sonlandırmak istiyorum: Evet madem yaşamda altmış beş yaş sınırı risk grubu olarak kabul edilmektedir, öyleyse şunu da belirtmekte yarar var:
-Ülkemizde emeklilik üst yaş sınırı altmışa çekilmeli.
-Altmış yaşını geçmiş kişilerin milletvekili seçilmeleri önlenmeli.
-Devleti yönetenlerin yaş sınırı yirmi ile altmış yaş aralığı olmalı.
-Kronik hastalığı olup risk taşıyan gruptaki çalışanlar için emeklilik kolaylığı getirilmeli.
-Hem yaşlı nüfusu kontrol etmiş olursunuz hem de genç nüfusa kadro kolaylığı sağlamış olursunuz. İnsanları da bedava İstanbul kart ve benzeri uygulamalara muhtaç etmemiş olursunuz.
-Ayrıca, yanlış değerlendirilmiş te olmasın. Altmış beş yaş bedava seyahat kartları sosyal devlet olmanın da bir gereğidir. Sadece neden kart verildiğini değil, nasıl kullanılması gerektiğini anlatmaya çalıştım.
Sağlıklı, koronasız, virüssüz ve beladan arınmış günler sizlerin olsun!
Yaşar GELER