KARA ÖLÜM - BRİNA REŞ..

BRİNA REŞ – KARA YARA, KARA ÖLÜM YAŞLARI 4 İLA 14 ARASINDA DEĞİŞEN KÜRT ÇOCUKLARA SİYONİST ABD ve TC'NİN BİRLİKTE YAPTIĞI BİYOLOJİK SALDIRININ ADIDIR..
Bu haber 2020-01-13 20:13:59 eklenmiş ve 3385 kez görüntülenmiştir.

BRİNA REŞ –KARA ÖLÜM

 

BRİNA REŞ – KARA YARA, KARA ÖLÜM YAŞLARI 4 İLA 14 ARASINDA DEĞİŞEN KÜRT ÇOCUKLARA  SİYONİST ABD ve TC'NİN BİRLİKTE YAPTIĞI BİYOLOJİK SALDIRININ ADIDIR..  YIL 1954 KÜRT ÇOCUKLARI MAYMUNLAR GİBİ ZIPLATA-ZIPLATA SOYKIRIMA UĞRATTILAR.. VE  RAHMETLİ MUSA ANTER BU KONUDA  BRİNA REŞ DİYE BİR KİTAP YAZMIŞTIR..

 

Soykırımcı siyonist kapitalistler ABD’de milyonlarca kızılderiliyi soy kırıma uğratırken kullandıkları en önemli yöntemlerden biri biyolojik saldırıydı. Yardım adı altında kolera mikrobu enjekte edilmiş bataniyeleri  kış ayalrında Kızılderili nüfusa gönderen soykırımcılar, yüzbinlerce  kızıl derili çocuk ve kadının karlar üstünde zıplata-zıplata yüksek ateş altında yerli nüfusu soykırıma uğratmışlardı..  

 

1950-60’larda aynı ABD, Marshall Planı kapsamında 'yardım paketleri' gönderdiği bir dönemde Kürt çocuklarının binlercesi maymunlar gibi zıplata-zıplata öldürüldüler. Türkiye nüfusunun tamamına süt-tozu-vita vb. Amerikadan getirilen ve içinde biyolojik silah olan ürünlerlerle bütün türkiye toplumunu kullanılabilir geri zekalılar sınıfına çevirdiler..

 

Siyonist soykırımcılar, kürt çocuklarını soykırıma uğratırken, süt tozu ve vitalarla da ülke genelinde geri zekalı, hastalıklı düşünemeyen milyonlarca vatandaş tipi oluşturdular.. Bu gerzeklik yüzünden Diktatör tc rejmi yüzyıl boyunca vatandaşı sağcı-solcu, günümüzde ise ırk ve mezhep, mafya-çete devleti gibi  donelerle hala soykırıma uğratmaktadır.. Hala vatandaşlar kutsal devlet, kutsal parti, ırk, mezhep vb. yemlerle mevcut sisteme yem olmaya devam etmektedirler..

 

Türkiye sathında bu gelişmeler olurken, suriyede ise solcu-kürtçü marksist-leninst ayaklarıyla mosad-cia ajanları, kripto kürtler yüzlerce kürt çocuğu Amude sinemasında birgünde diri diri yakarak hitler soykırımcısının bile yapamdığı bir soykırım operasyonuna 1-2 saat içinde imza atıyorlardı (1959)..

AMUDE KATLİAMI TIKLAYINIZ..

 

 

Kürtlere karşı geliştirilen bu soykırım operasyonlarının arkası deşildiğinde hep siyonist soykırımcı büyük yahudi firma ve ailelerin başı çektiği gıda, ilaç ve silah firmaları çıkmaktadır. Ama her ne hikmetse kürtler adına ortaya çıkan legal, ilegal parti ve örgütler geçmişte de günümüzde de kürtlere soykırımı dayatan bu küresel soykırımcı siyonistlere tek bir kelime ile bile dokunmuyorlar. Buda gösteriyorki kürt parti ve örgütlerini siyonistler tepeden ele geçirmişlerdir. Kürt halkı bu ölümcül gerçeği kavrayıp içindeki kripto siyonist ajanları ekarte etmese, yüzyılar önceden günümüze kürtlere soykırımı dayatan siyonist sergerdeleri çözemezlerse..  bugün olmasa yarın yine daha feci soykırımlarla karşılacağını asla unutmadan her alanda dünyadaki tüm kürtler bu konularda araştırma yapmak bu kahpe siyonistlere ulaşmak zorundadırlar.. Dün kendilerine soykırım dayatanlar günümüzde ne tür oyunlarla kürtleri sarmaktadırlar. Kürtler bu ölümcül soruların cevabını bulamazlarsa soykırım çemberlerinden asla çıkamayacaklardır..

 

Türkiye'ye, o  yıllarda kara yara ile tanışır.. Marsahal yardım paketleriyle yollanan buğdayalrda TİLLETİA TRİCİ adlı  mantara karşı kullanılmak üzere 'heksaklorobenzen' isimli ilacın karıştırıldığı (zehirli) MODERN BUĞDAY'ı da yardım kapsamında hibe olarak gönderirler.

((dİkkat edilirse tc yi yönetenlerle abdli sergerdeler birlikte biyolojik saldırıyı planlayıp uygulamaktadırlar..))

 

Heksaklorobenzen, tarımda zararlıları ve mantarları yok etmekte kullanılan bir sanayi yan ürünüdür.

Toprağa sıkıca bağlanır ve bitkilerin yapısına katılabilir.

 

Bir çeşit böcek ilacıdır.

 

1954'te Urfa ve Mardin vilayetlerine, 1955'te Diyarbakır'a gönderilir.

 

Buğdayın içerisine Diyarbakır ve Mardin yörelerine yüzde 10 oranında 'heksaklorobenzen' ilacı, Elazığ, Bitlis, Tunceli, Siirt ve Muş yörelerine gönderilen buğdayların içerisinde, aynı oranda 'sürmezan' veya 'chloroble' isimli ilaçlar bulunmaktadır.

 

Tarla zararlısına karşı kullanılması gereken zehirli buğdaylar, ekilir, biçilir.

O yıl bütün tahıl ürünü heksaklorobenzenlenmiş tarlalardan elde edilmeye başlar.

Söz konusu buğdaylardan ekmekler pişirilir, Yenilir.

 

KARA YARA: MAYMUN ÇOCUKLAR  VE BİNLERCE ÖLÜM

 

Buğdayı yıkamadan ve uzun süre yiyenlerin hastalık süreci ölüme götürür.

Öldürücü ilacın yoğun olarak Diyarbakır ve Mardin illerine gönderildiği anlaşılıyor.

Hastalık ilk olarak Urfa'nın Hilvan ilçesi ile Mardin'in Savur ilçesinde ortaya çıkar.

Hastalık, çokluk sırasına göre Diyarbakır, Mardin, Urfa, Elazığ, Siirt ve Muş'ta yaygındır.

Az da olsa Gaziantep'te de hastalık örneğinden görülür.

 

Ve, Diyarbakır ile Mardin yörelerinde adı sanı duyulmamış, yöredeki doktorlarca teşhis edilmesinde zorluk yaşayan bir hastalık yayılır, salgın başlar ve çocuk ölümleri artar.

 

1960'lara gelindiğinde, o salgından nasibini almış olanların ayırt edilmesi çalışmaları yürütülürken şu sonuçlara varılır: kimilerinin ellerinde ve ciltlerinde yara izleri yoktur; kimilerinin parmaklarının son boğumları dumura uğramıştır.

Küçüklük fotoğraflarında hepsi birer 'maymun çocuk' görünümündeler.

 

Karaciğerlerinin durumu pek parlak değil, kanlarındaki porfirin miktarı oldukça yüksektir.

Deri renkleri koyulaşmış, yüzleri kıllarla kaplanmış köylü çocukların idrar renkleri, ultraviyole ışıkta bakıldığında kıpkırmızı ve parlaktırlar. İdrarların rengi, Porto Şarabı gibi koyu kırmızı, hatta siyahtır.

 

Kışın hastalarda cilt lezyonları görülmez ancak, 'iyileşti' diye 20-30 gün sonra taburcu edilenler, yaz aylarında aynı şikâyetlerle geri dönerler. Zira, taburcu edilen hastaların güneşte dolaşmamaları gerekmektedir.

 

Hastaların en belirgin şikâyetleri karın ağrısı, kabızlık ve kusmadır.

Hastalar karında tazyik hissi, ezilme ve kramplardan bahsetmektedirler.

Ayrıca bol terleme, huzursuzluk ve yüksek ateş seyrettiği sıkça gözlenmektedir.

 

Çocukların tüm yüzleri kara kara ve bir karış boyunda kıllarla kaplıydı.

Yüzleri ve vücutları, çeşitli yerlerinden parça parça etler dökülmüş, iyileşmez yaralarla doluydu.

Çocukların büyük bir kısmı ölüyordu.

Hastalığa yakalananların çoğunluğu erkektir ve en sık görülen yaş oranı 4 ile 14 arasıdır.

 

Hastalığın etkisi öylesine büyür ki, Diyarbakır'ın ilçe ve köylerinden Mardin'in ilçe ve köylerine uzanan bir coğrafyada insanlığın acı çektiği diz boyu bir sefalet yaşanmaktadır.

 

1960'a gelindiğinde tam 4000 çocuk 'porfiri' hastalığına yakalanmış; bunlardan büyük çoğunluğu yaşamını yitirmiştir.

 

İKİ DOKTOR

Türkiye'de konuyla ilgili duyarsızlık sürerken, Dünyada büyük yankılar uyandıran bu olay üzerine, Güney Afrika'lı H.D. Barnes ve İrlandalı Geoffrey Dean adlı iki doktor, araştırma ve inceleme yapmak üzere Türkiye'ye gelirler.

 

Diyarbakır yöresinde Birîna Reş hastalığından etkilenen tüm köylü çocuklar üzerinde tetkikler yaparlar, araştırmalarda bulunurlar.

 

İrlandalı Doktor Geoffrey Dean, 30 yıl sonra yeniden Türkiye'ye gelir.

 

Dr. Dean'ın elinde, 1960'lı yıllarda Hacettepe Çocuk Hastanesi'nde yatan 'maymun' görünümlü hasta çocukların fotoğrafları, merakla o çocukların akıbetlerini sormaktadır.

 

Dr Dean ile görüşen Yankı Yazgan'ın Cumhuriyet Gazetesi Bilim-Teknik ekinin Ağustos 1991/234. sayısının 10. sayfasında 'Kötü ekmek ve Porfiri' başlıklı yazısında, şunları belirtmektedir:

 

'(...) İki fotoğraf dikkat çekiyor.

Birisinde saçları iki yandan örgülü, süslenmiş, püslenmiş bir köylü kız çocuğu; tüyler ve yara izleri kaplanmış yüzünden koyu renk gözleriyle sertçe bakıyor.

 

Yandaki fotoğrafta ise üç erkek bir kadın doktor, yedi sekiz ufaklık ile birlikteler.

 

Çocuklar çizgili pijamaları içinde, fotoğraf çekilirken aralarında itişip kakıştıkları anlaşılıyor. Güneş gören yerlerinin rengi koyulaşmış ve tüylenmişler.

 

ABD 'DEKİ  CÜCE BUĞDAY ÇALIŞMALARI

 

ABD'de adına TURKEY denilen buğday tohumları kullanılmaktadır.

Bu buğday tohumları Türkiyeden getirilmiştir.

Buğdayın anavatanı Anadoludan, Mezopotamyadan gelen tohumlardır bunlar

İklim koşullarına çok dayanıklı , gübre ve ilaç olmadan yetişen binlerce yıllık güçlü tohumlardır bunlar.

Boyu uzundur.

İnsanlar buğday tarlalarında kaybolurlar gezerken ..

Bütün dünya ülkeleri bu tohumları elde edip kendi  topraklarında buğday yetiştirmektedir.

 

Ancak....

 

Rocffeller vakfı ;  TURKEY tohumundan çok daha fazla oranda verim almak için Prof. Normana sipariş verdiği cüce buğday ile dünyada açlığa son verecek iddiasını ortaya atar .

Prof. Normanı ise MELEK olarak lanse  eder.

''Dünyayı açlıktan kurtaracak melek ''

 

Hala dünyada hiç bir üniversitede , hiç bir akademik kuruluşta cüce buğday üzerine araştırma yapılamamıştır

Daha doğrusu yaptırılmamıştır .

Bütün dünyaya önce yardım adı altında hibe edilen sonra satılan bu patentli buğday tohumları ile her ülkede bir çok hastalıkların kaynağı olmuştur

Cüce buğday çok verimlidir.

Sapı kısa bu buğdayın başağı dolgundur .

Çok verimlidir.

Turkey tohumundan kat be kat daha fazladır başaklar..

Ama verimlilik için mutlaka kimyasal gübre , yine mutlaka zehirli ot ve böcek ilacı kullanılacaktır .

Bu zehirler öncelikle Türkiye gibi ülkelerde kullanılmıştır

Sıra ile Pakistan, Hindistan, Meksika ve diğer ülkelerde

 

Kobay olarak Türkiye seçilmiştir.

 

Ne yazık ki hala ülkemizde patentli cüce buğdayı savunan akademisyenler, kurumlar ve üniversiteler vardır .

Hala buğday üzerinde sadece ıslah çalışmaları yapıldığını iddia ederek modern buğday tohumlarını masum göstermeye çalışmaktadırlar

''Modern Buğday GDO lu değildir.Üzerinde hiç bir genetik müdahale olmamıştır ''....diyerek savunuları ile araştırmaların önünü kapatmaya çalışmaktadırlar

Neden bir buğday kimyasal gübre , zehirli ot ve böcek ilacı gereksinimini ile üretilecektir..sorularının yanıtı yoktur .

Elbette bugün  'heksaklorobenzen' ilacı yok , ama başka ilaçların olmadığını kimse söyleyemiyor .

 

Günümüzde yaşadığımız başta kanser olmak üzere tüm hastalıkların kaynağında işte bu kara yaralara yol açan ilaçlar ile başlayan kara bir ruh var...

Kapkara bir ruh..

Onun için resmi kapkara yaptım.

 

Haydar Yılmaz dan alıntıdır

 

KARA YARA

Birinci sayfada yatıyor iki sütun üstüne

iki çıplak yavrucuk,

Birinci sayfada iki sütun üstüne

bir avuç kemik deri

Delinmiş patlamış elleri,

Biri Diyarbakır'lı, Ergani'li biri.

Kolları, bacakları, kargacık burgacık,

kafaları kocaman,

ağızları korkunç bir haykırışla açık,

birinci sayfada taşla ezilmiş iki kurbağacık.

İki kurbağacık

kara yaralı iki yavrum benim,

Yılda kim bilir kaç bininiz

acı suya bile doymadan gelip gidiyor...

Ve, Müsteşar bey:

(Kara yaraya tutulası)

'Endişeye mahal yok' diyor. (3 Ağustos 1959)

Nazım Hikmetin bir şiiri Kara Yara..

 

Biyolojik kıyım örneği: Birîna Reş

 

Tarihin kapkara bir sayfasında kabuk bağlamış bir yara, telef edilen dört bin yoksul Kürt çocuğunun yazgısı bulunuyor.

 

  Bu, bir Mezopotamya tragedyasıdır. Münferit değil, bilmezlikten hiç değil. Bu, 1956 doğumlu bir kuşağın anlatılamayan, inanılması zor, biyolojik kıyım hikâyesidir. Diyarbakırlı, Urfalı ve Mardinli yoksul Kürt köylüsüne karşı yapılmış ve unutulmaya yüz tutmuş biyolojik bir saldırıdır. İnsanlık adına utanç verici bir olaydır.

 

Çünkü bu bir Kara Yara'dır. Yoksul Kürt köylülerine yönelik hileyle, çirkin bir plandır.

 

Bu olayı Brina Reş adlı piyes kitabıyla ilk belgeleyen değerli Kürt bilgesi Musa Anter'dir. Sonrasında doktorların tıbbi ve resmi dille yazdıkları raporları, Nazım Hikmet'in Kara Yara adlı şiiri birer belgedir.

 

Uzun zamandır bu olay üzerinde duruyorum. Ulaşabildiğim bilgi kırıntılarını biriktiriyorum. O dönemde bu hastalığa yakalanmış ve tanık olmuş birileriyle görüşmeyi çok istedim. Ulaştığım bilgiler arasında, Diyarbakır Numune Hastanesi doktorlarının raporları Diyarbakır'da yoktu. Yani böylesine önemli kitlesel toksikolojik felaketin yarattığı hastalığın Merkezi'nde, herhangi bir arşivi söz konusu değildi. Bu raporu ne yazık ki, Hacettepe Üniversitesi Çocuk Hastanesi Kütüphanesi'nden edindim. Birîna Reş (Kara Yara) olayını yeniden yazarken, hastalığa yakalanan ve yaşamını yitiren o yoksul gülüşlü çocukları ve ailelerinin trajedilerini paylaşmak istiyorum.

 

BİRÎNA REŞ OLAYININ ORTAYA ÇIKIŞI

 

1950'lerde Türkiye topraklarına gelen ABD çıkışlı malzemelerin bir bölümü 'hibe' kapsamındaydı.

 

 

 

 Nükleer ve konvansiyonel silahların, dinleme üslerinin yanı sıra, Türkiye'ye ulaşan yardım paketinde buğday ürününe musallat olan Tilletia trici adlı bir mantara karşı zehirli buğday da yer almaktadır.

 

 

 

 ABD, Marshall Planı kapsamında 'yardım paketleri' gönderdiği bir dönemde NATO'ya giren, Kore'ye asker gönderen ve Birleşmiş Milletler'in her oturumunda politikasına dolaysız destek sunan ve her dediğini yerine getiren Türkiye'ye, söz konusu mantara karşı kullanılmak üzere 'heksaklorobenzen' isimli ilacın karıştırıldığı (zehirli) buğdayı da yardım kapsamında hibe olarak gönderir. 

 

 Heksaklorobenzen, tarımda zararlıları ve mantarları yok etmekte kullanılan bir sanayi yan ürünüdür. Toprağa sıkıca bağlanır ve bitkilerin yapısına katılabilir. Bir çeşit böcek ilacıdır.

 

Menderes hükümeti, yoksul Kürt köylüsüne bedava dağıtılsın diye gemiyle gelen bu zehirli buğdayı öncelikli olarak Kürtlerin yaşadığı Bölgeye yönlendirir. Menderes hükümetinin işbirlikçisi açgözlü ağalar, beyler, gönderilen zehirli buğdayları köylüye ucuz fiyata satarlar. 1954'te Urfa ve Mardin vilayetlerine, 1955'te Diyarbakır'a gönderilir. Buğdayın içerisine Diyarbakır ve Mardin yörelerine yüzde 10 oranında 'heksaklorobenzen' ilacı, Elazığ, Bitlis, Tunceli, Siirt ve Muş yörelerine gönderilen buğdayların içerisinde, aynı oranda 'sürmezan' veya 'chloroble' isimli ilaçlar bulunmaktadır.

 

Tarla zararlısına karşı kullanılması gereken zehirli buğdaylar, ekilir, biçilir. O yıl bütün tahıl ürünü heksaklorobenzenlenmiş tarlalardan elde edilmeye başlar. Söz konusu buğdaylardan ekmekler pişirilir. Yenilir. Buğdayı yıkamadan ve uzun süre yiyenlerin hastalık süreci ölüme götürür.

 

Öldürücü ilacın yoğun olarak Diyarbakır ve Mardin illerine gönderildiği anlaşılıyor. Hastalık ilk olarak Urfa'nın Hilvan ilçesi ile Mardin'in Savur ilçesinde ortaya çıkar. Hastalık, çokluk sırasına göre Diyarbakır, Mardin, Urfa, Elazığ, Siirt ve Muş'ta yaygındır. Az da olsa Gaziantep'te de hastalık örneğinden görülür.

 

HASTALIĞIN SEMPTOMLARI

 

Ve, Diyarbakır ile Mardin yörelerinde adı sanı duyulmamış, yöredeki doktorlarca teşhis edilmesinde zorluk yaşayan bir hastalık yayılır, salgın başlar ve çocuk ölümleri artar.

 

1960'lara gelindiğinde, o salgından nasibini almış olanların ayırt edilmesi çalışmaları yürütülürken şu sonuçlara varılır: kimilerinin ellerinde ve ciltlerinde yara izleri yoktur; kimilerinin parmaklarının son boğumları dumura uğramıştır. Küçüklük fotoğraflarında hepsi birer 'maymun çocuk' görünümündeler. Karaciğerlerinin durumu pek parlak değil, kanlarındaki porfirin miktarı oldukça yüksektir.

 

Birîna Reş felaketinin yaşandığı yıllarda, Diyarbakır Numune Hastanesinde görev yapan Dermotolog Dr. Cihat Çam, Üroloğ Dr. Nurettin Çek, Bakteriyolog Dr. Kemal Gürkan'ın olayla ilgili çalışmalarından elde ettikleri sonuçlar 1960 yılında 'Dirim' ve 'Sağlık Dergisi'nde yayımlanır. Hacettepe Çocuk Hastanesi Kütüphanesi arşivinden edindiğim bu dergilerden aldığım notlara göre hastalığın semptomları şöyle: Deri renkleri koyulaşmış, yüzleri kıllarla kaplanmış köylü çocukların idrar renkleri, ultraviyole ışıkta bakıldığında kıpkırmızı ve parlaktırlar. İdrarların rengi, Porto Şarabı gibi koyu kırmızı, hatta siyahtır.

 

Kışın hastalarda cilt lezyonları görülmez ancak, 'iyileşti' diye 20-30 gün sonra taburcu edilenler, yaz aylarında aynı şikâyetlerle geri dönerler. Zira, taburcu edilen hastaların güneşte dolaşmamaları gerekmektedir.

 

Hastaların en belirgin şikâyetleri karın ağrısı, kabızlık ve kusmadır. Hastalar karında tazyik hissi, ezilme ve kramplardan bahsetmektedirler. Ayrıca bol terleme, huzursuzluk ve yüksek ateş seyrettiği sıkça gözlenmektedir.

 

Hastalığa yakalananların çoğunluğu erkektir ve en sık görülen yaş oranı 4 ile 14 arasıdır.

 

Bu bilgiler, doktor kontrolünden geçmiş ya da çeşitli nedenlerle tekrar doktora gitmiş olanlarla ilgilidir. Bir de doktora gitme olanağı bulamamış çocuklar var ki, akıbetinin ölümle sonuçlandığını belirtmeye gerek var mı?

 

HASTALIĞIN (FELAKETİN) GELİŞİM SÜRECİ

 

Hastalığın etkisi öylesine büyür ki, Diyarbakır'ın ilçe ve köylerinden Mardin'in ilçe ve köylerine uzanan bir coğrafyada insanlığın acı çektiği diz boyu bir sefalet yaşanmaktadır.

 

1960'a gelindiğinde tam 4000 çocuk 'porfiri' hastalığına yakalanmış; bunlardan büyük çoğunluğu yaşamını yitirmiştir. Dr. Dean, yaptığı çalışmalarda ilaçlı buğdaylarla, ilaçsız olanları ayırt edilmesini sağlar. Yeni hastalıkların önüne geçilir.

 

Felaketin ortaya çıkması ve hastalıklı çocukların artışı üzerine, Diyarbakır Numune Hastanesi yetersiz kalınca, tedavisi mümkün çocukların bir kısmı, Hacettepe Çocuk Hastanesi'ne yatırılır.

 

MUSA ANTER'İN YAZISI, NAZIM HİKMET'İN ŞİİRİ

 

Türkiye 33 Kurşun olayında yapıldığı gibi, sorumlular yargılanıp cezalandırılmasın diye, dönemin Sağlık Bakanı bu olayın da üstünün örtülmesi için düzmece ve sahte raporlar hazırlatır. Hazırlanan sahte evraklarla iç ve dış kamuoyu yanıltılır. Sistemin emniyet supabı gazeteler, üç maymun rolünü oynamayı sürdürür.

 

 

 

 Bu olay Musa Anter'i çok etkiler. İleri Yurd gazetesinde bu olayı sık sık yazdıkça, Sağlık Bakanlığı da düzenlediği sahte raporlarla bu yazılara cevap verir.

 

  'Hatıralarım' adlı kitabın 186. sayfasında Birîna Reş olayın gelişimini şöyle anlatır: 

 

 '(...) Tüm Güneydoğu'da buğday ekim ayında ekilir. Ama nisan ayında, en şiddetli zehirlere bulanmış yüz binlerce ton buğday, DP'li hükümet, yöre ağa ve şeyhlerine tohumluk olarak dağıtılıyordu. Tabii dağıtılan bu yüz binlerce ton buğday, toprak ağaları tarafından fakir fukara Kürt halkına arpadan ucuz bir fiyatla satılıyordu. Bu buğdaylar, bilinçsiz Kürt halkı tarafından öğütülerek un yapılıyor ve daha sonra da bu undan ekmek pişiriliyordu. Ama gel gör ki, bu güya haşere için kullanılması gereken buğday, bilinçli bir şekilde Kürt halkını mahvetmeye yönelik olarak kullanılıyordu. Kısa bir zamanda bu, en çok da çocuklar üzerinde tesirini gösterdi. Bu zehrin çocukların vücutlarında açtığı yaraya, halk arasında 'Brina Reş', yani 'kara yara' dendi. Ben o vakit Diyarbekir'de İleri Yurd gazetesinde çalışıyordum. Bu realiteyi çokça dile getirdim. Ama canavarlar Kürdistan suyunu kurutmak için planlarını uygulamaktan vazgeçmediler. Bu ara Diyarbekir havalisinde bir gezinti yapmış; Çüngüş, Dicle, Hazro, Lice, Hilvan, Çınar ve Bismil'i gezmiştim. Bu ilçelerde çoğu doktorsuz olan sağlık ocaklarına uğradım. Buralarda 'maymun' yavrularına dönüşmüş, yüzlerce yara bere içinde çocuk gördüm. Çocukların tüm yüzleri kara kara ve bir karış boyunda kıllarla kaplıydı. Yüzleri ve vücutları, çeşitli yerlerinden parça parça etler dökülmüş, iyileşmez yaralarla doluydu. Çocukların büyük bir kısmı ölüyordu.'

 

BİRÎNA REŞ PİYESİNİN YAZILMASI

 

Musa Anter, 49'lar Olayı diye bilinen davadan dolayı 1959'da İstanbul Harbiye'sinde 38 No'lu hücrede tutuklu iken, 'Brina Reş' (Kara Yara) adlı 4 perdelik oyunu bir gün içinde ve Kürtçe dilinde yazar.

 

İlkin kendi yayınları arasında 1965 yılında yayınlanan kitabın önsözünde şöyle diyor Anter: 'Vak'anın mühim bir kısmı, kendi hayat hikâyemdir. Doğu'da Kara Yaralar çoktur. Örneğin: Trahom, verem, cüzam ve bütün bu hastalıkların anası olan fakirlik ve cehalet gibi. Bu piyesin konusu olan 'Kara Yara' hastalığı ve diğer 'Kara Yara'lar hakkındaki fikir ve müşahadelerimi, piyeste bulacaksınız.'

 

Kitap, 1999 yılında Avesta Yayınları tarafından, Kürtçe ve Türkçe dillerinde yayımlanır.

 

Brina Reş (Kara Yara) adlı piyesin konusu kısaca şöyle: Diyarbakır'a bağlı Zarova adlı beylere ait köyde yaşayan Biro ile Zino'nun 8 çocuğundan 7'si ölür, sağ kalan oğlu Bedo'yu okutmaya didinirler. Bedo Diyarbakır Lisesi'ni bitirdikten sonra, İstanbul'da tıbbiyeyi okuyup doktor olur. Atamasını Diyarbakır Devlet Hastanesi'ne yapılmasını ister. İsteği olur. Bir ev kiralar Diyarbakır'da. O dönemde salgın olan hastalığa yakalanan yoksul insanların çocuklarını, mesi saati dışında, evinde ücretsiz olarak tedavi eder.

 

Musa Anter, somut bir olaydan yola çıkarak oyunun kurgusunda karanlığa ve cehalete neşter vurmaktadır. Oyunda bir Kürt aydınını temsil eden Doktor Bedo, bir yandan Kara Yara'nın kırıp geçirdiği maymuna dönmüş çocukların tedavisi için uğraşırken, bir yandan da geri kalmışlık ve cehaletin karşısına geçip, mücadele bayrağı açar, halka geleceği ve umudun ışığını gösterme çabasına girer.

 

Musa Anter'in 'Brina Reş' piyesini yazdığı dönemde, neredeyse eşzamanda, Nazım Hikmet de Moskova'dayken gazeteden öğrendiği bu olayı, 'Gazetedeki Fotoğraflar Üstüne' üst başlıklı şiirlerinden biriyle hem Musa Anter'i destekler, hem de 'Kara Yara'ya tutulan yoksul Kürt köylüsüne olan duyarlılığını belirtir:

 

KARA YARA

 

 

 

Birinci sayfada yatıyor iki sütun üstüne

iki çıplak yavrucuk,

 

Birinci sayfada iki sütun üstüne

bir avuç kemik deri

Delinmiş patlamış elleri,

Biri Diyarbakır'lı, Ergani'li biri

Kolları, bacakları, kargacık burgacık,

kafaları kocaman,

ağızları korkunç bir haykırışla açık,

birinci sayfada taşla ezilmiş iki kurbağacık.

İki kurbağacık

kara yaralı iki yavrum benim,

Yılda kim bilir kaç bininiz

acı suya bile doymadan gelip gidiyor...

Ve, Müsteşar bey: (Kara yaraya tutulası)

Endişeye mahal yok' diyor. (3 Ağustos 1959) 

 

  BİRÎNA REŞ ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR

 

  Türkiye'de konuyla ilgili duyarsızlık sürerken, Dünyada büyük yankılar uyandıran bu olay üzerine, Güney Afrika'lı H.D. Barnes ve İrlandalı Geoffrey Dean adlı iki doktor, araştırma ve inceleme yapmak üzere Türkiye'ye gelirler. Diyarbakır yöresinde Birîna Reş hastalığından etkilenen tüm köylü çocuklar üzerinde tetkikler yaparlar, araştırmalarda bulunurlar.

 

İrlandalı Doktor Geoffrey Dean, 30 yıl sonra yeniden Türkiye'ye gelir. Dr. Dean'ın elinde, 1960'lı yıllarda Hacettepe Çocuk Hastanesi'nde yatan 'maymun' görünümlü hasta çocukların fotoğrafları, merakla o çocukların akıbetlerini sormaktadır.

 

Dr Dean ile görüşen Yankı Yazgan'ın Cumhuriyet Gazetesi Bilim-Teknik ekinin Ağustos 1991/234. sayısının 10. sayfasında 'Kötü ekmek ve Porfiri' başlıklı yazısında, şunları belirtmektedir:

 

'(...) İki fotoğraf dikkat çekiyor. Birisinde saçları iki yandan örgülü, süslenmiş, püslenmiş bir köylü kız çocuğu; tüyler ve yara izleri kaplanmış yüzünden koyu renk gözleriyle sertçe bakıyor. Yandaki fotoğrafta ise üç erkek bir kadın doktor, yedi sekiz ufaklık ile birlikteler. Çocuklar çizgili pijamaları içinde, fotoğraf çekilirken aralarında itişip kakıştıkları anlaşılıyor. Güneş gören yerlerinin rengi koyulaşmış ve tüylenmişler.

 

Dr. Dean, 'O dönemin Hacettepe Çocuk Hastanesi doktorlarının kim olduklarını merak ediyorum. Belki 1955-56 doğumlu porfirili çocuklarından hâlâ yaşayanlardan bu yazıyı okuyan biri çıkar. O dönemin kara yarasından bahseder. Belki maymun çocukların tedavisinde bulunan doktorlara ulaşırım düşüncesindedir.'

 

Birîna Reş felaketinden etkilenip tedavi edilen ve kurtulanlardan halen yaşayanlar var mı, merak ediyorum? O dönemin tanıklığını yapan, elinde fotoğraf, belge bulunanlarla ve hasta yakınlarıyla görüşmek ve yaşananları kayda geçirmek arzusundayım. Umarım yardımcı olmak ve elindeki belge ve bilgileri paylaşmak isteyen birileri çıkar. Böylece Musa Anter'in yapmayı düşündüğü çalışmayı tamamlamış oluruz.

 

Vedat ÇETİN

 

 

 

 

 

 


ETİKETLER : BRİNA REŞ – KARA YARA KARA ÖLÜM YAŞLARI 4 İLA 14 ARASINDA DEĞİŞEN KÜRT ÇOCUKLARA SİYONİST ABD ve TC'NİN BİRLİKTE YAPTIĞI BİYOLOJİK SALDIRININ ADIDIR..
Diğer Kurdistan haberleri
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA