Biliyor muydunuz?! Vehbi Koç kimdir ve BEKO neyi ifade ediyor..!?

İslam Coğrafyasında Soygun ve Soykırımın Belgeleri, Yüzyıllardır Gasp edilen topraklar, kaynaklar, zenginlikler, bu gasp ve soykırım hala son hızıyla özellikle Ortadoğu'da sürüyor...
Bu haber 2014-11-19 10:55:29 eklenmiş ve 16313 kez görüntülenmiştir.

İslam Coğrafyasında Soygun ve Soykırımın yapanda onlar, Kürt petrollerini ve kaynaklarını yüzyıllardır gasp edenler, kürtler arasına sahte sunni sınırlar döşeyenlerde  de onlar. Gaspın ve soygunun, belgeleri, Yüzyıllardır Gasp edilen topraklar, kaynaklar, zenginlikler, bu gasp ve soykırım hala son hızıyla özellikle Ortadoğu'da sürüyor...

 

 

Biliyor muydunuz?! Vehbi Koç kimdir ve BEKO neyi ifade ediyor..!?

 

Vehbi KoçÖNEMLİ NOT: Konu hakkında aşağıda okuyacaklarınız kendi iddiam değil, farklı kaynaklardan derlemedir.!!!

 

İlk iddiadaki marjinal analiz inandırıcı gelmese de, sonraki kaynak ve yorumlar Bernar Nahum ve Vehbi Koç ortaklığının inkâr edilmezliğini göstermektedir ki, Bernar’ın babası da tarihte çok önemli bir Siyonist Karakter olan Haim Nahum’dur. Haim Nahum’un neler yaptıkları ve nerede hangi görevlerde bulunduğu da tarih kayıtlarında mevcuttur..

 

Derleme olan bu yazımdaki ifadelerin hiç biri bana ait değildir. Okuyucuların bu konuya dikkat etmeleri önemle rica olunur… Selamla.

 

*****

 

“Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankasından çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç ortaklasa BEKO’yu kurdular. (Bernar’ın BE’si, Koç’un KO’su=BE KO)

 

Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır.”*

 

*Kadir Mısırlıoğlu

 

*****

 

Abdurrahman Dilipak’dan:

 

“Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernar Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç Ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..!

 

Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist O.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”in sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğinin liderliğini üslendi..!

 

Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakalım. Kod adı Tekinalp olan Moiz Kohen ve daha sonra dinde reform bayraktarlığı yapan “Türk’ün Dini Kemalizmdir” diye kampanyalar yürüten Osman Nuri Çerman..

 

Mesela birçok ülkede Siyonistler, bizzat Anti-Siyonist hareketleri kendileri örgütlerler ve kontrol ederler.. Zaten Yahudileri göçe zorlayan soykırım meselesi de böyle bir şey değil mi idi? En azından biri bunu kullandı..

 

Baksanıza Lenin de Yahudi imiş. Hitler için de aynı şey söylenir.. Şimon Zwi oluyor Şemsi Efendi, Moiz Kohen oluyor Tekinalp! Türk Ocakları’nın kuruluşundaki en büyük maddi desteği kim sağlamıştı, hatırlayın: Lazaro Franco..!”

 

*******

 

İşte Bediüzzaman Said Nursi’nin Emirdağ Lahikası’ndaki ilgili bölüm:

 

“Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklâl işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile, Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse Haim Nahum Mısırde, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Haim Nahum’dur.

 

Bu Haim Nahum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türkün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani, masonluk hasebiyle Kur’ân’ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

 

“Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum.”

 

******

 

Rıza Nur Haim Nahum’u anlatıyor ;

 

Rıza Nur’un iddialarını, bizzat Haim Nahum’un hakkında övücü ifadelerle hayatını konu alan ve yazışmalarını aktaran eser doğrulanmaktadır. Bu iddialardan bir tanesi İttihat ve Terakkiye ait paralar ve belgelerin yurt dışına kaçırılması olayıdır.

 

Eserde, Nahum’un Sadrazam İzzet Paşa tarafından, İtilaf Devletleri ile bağlantı kurmakla görevlendirildikten sonra, 25 Ekim 1918 tarihinde özel bir yata binip Romanya’nın Köstence Limanına doğru yola çıktığı belirtilmektedir. İşte bu sırada çok miktarda altın ve belgeler de kaçırılmıştır.

 

Eserde, söz konusu paraların kaçırıldığını reddetmenin aksine, H.Nahum tarafından değil de yakın çevresinde bulunan bir Yahudi banker tarafından İsviçre bankalarına transfer edildiği kaydedilmekte ve hırsızlık tescil edilmektedir. (Son Osmanlı Hahambaşısının Mektupları, s. 49)

 

Haim Nahum LozanRauf Orbay Haim Nahum’un LOZAN fitnesini anlatıyor:

 

Orbay, hatıralarında; “İsmet Paşa, anlaşıldığına göre, Lozan’da İngilizlerle bir nevi gizli ara buluculuk rolü oynayan, İstanbul’un Hahambaşısı Haim Nahum Efendinin telkinleriyle, “Hilafetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye’de devamına müsaade edilmeyip derhal atılması lüzumu” fikrini tamamıyla benimsetmiş bulunuyordu.” (Lozan Zafer mi, Hezimet mi?, s. 276)

 

*****

 

Erbakan’ın Hatıralarından: (1977 Nisan-Günaydın Gzt.)

 

Tarihin ilk ayakkabılı eylemi Erbakan’ın milli sanayi mücadelesiyle yapılıyordu

Dünya da ilk ayakkabılı protestonun patenti de bize ait çıktı. Hem de tam 50 yıl önceki bir olaydı.

 

Peki, ayakkabıyı fırlatan ile muhatap olan kim olmaktaydı?

Yıl 1961. Yer Ankara… Birinci Otomotiv Sanayi Kongresi yapılmaktaydı. Kongre’ye katılanlar arasında işadamları, bürokratlar, mühendisler, gazeteciler vardı. Kongre’nin öncülüğünü yapan isimse daha sonra Türkiye’nin siyasi hayatına damgasını vuracak olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dı.

Erbakan,1956 yılında daha 30 yaşında iken Gümüş Motor Fabrikasını kurarak Türkiye’nin ilk büyük sanayi hamlesini gerçekleştirmiş, yine 1960 yılında Ankara’da yapılan Sanayi Kongresi’nde ilk kez “Türkiye’nin kendi otomobilini üretebileceği” fikrini ortaya atmıştı. 1961 yılındaki Otomotiv Kongresi bu çabaların bir sonucu toplanmıştı. Kongre salonu oldukça kalabalık ve heyecanlıydı. Salonda Türkiye’nin kendi otomobilini üretebileceğinin inancı ile heyecanlanan mühendislerin yanı sıra, yerli otomobil fikrine karşı çıkan işbirlikçi Masonlar da bulunmaktaydı.

Bunlardan biri de, Bernar Nahum’dur. Bernar Nahum, Lozan gizli danışmanlarından olan ve Türkiyenin adım adım İslam’dan uzaklaştırılmasını, her yönden zayıflatılıp parçalanmasını amaçlayan Siyonist Yahudi planın fikir babası Haham Hayim Nahum takımındandı.

Bernar Nahum, Koç Otomotiv Grubu’nun temsilcisi olarak toplantıdaydı.

Parantez açalım: Vehbi Koç ile Bernar Nahum 1944 yılında tanışmış, bu tanışma Koç Grubu için tarihi bir dönüm noktası olmuş, . Grup hızla büyümeye ve küresel bir şirket olmaya başlamıştı. Koç ile Nahum ortaklaşa Otokoç’u kurmuş ve başına da Nahum atanmıştı. Bir iddiaya göre Bernar Nahum, Lozan anlaşmasının mimarı meşhur Hayim Nahum’un oğlu olmaktaydı. Bir iddiaya göre de Koç grubu’na ait, BEKO’nun BE’si Bernar’dan, KO’su Koç’tan alınmaydı.

Gelelim ayakkabılı eyleme:

Haim Naum BernarBernar Nahum, Birinci Otomotiv Kongresi’nde konuşurken salondaki hava giderek elektriklenmeye başlamıştı. Çünkü Otokoç’un ortağı ve yöneticisi Nahum, salondaki heyecanın aksine otomotiv sanayinin zorluklarından bahsetmekte ve yerli otomobil fikrine karşı çıkmaktaydı.

O sırada ön sıralarda oturan genç bir mühendis, bir kürsüde konuşan Bernar Nahum’a, bir de ayakkabılarına bakmaktaydı. Makina Kimya Endüstrisi’nde (MKE) çalışan Erbakan’ın Millici ekibinden olduğu anlaşılan mühendisin ayağında kurumun yeni dağıttığı postallardan vardı. Nahum konuşmasına devam ederken ön sıradaki genç ise, postalının bağcıklarını çözmeye çalışmaktaydı. Çünkü öfkesi iyice kabarmıştı.

Nahum; “Bursa’da şeftali üretmek otomotiv üretmekten hem daha kolay hem daha kazançlıdır” dediği anda da ortalık karışmıştı. Nahum’un “otomotiv yerine şeftali üretmeyi” önermesine dayanamayan genç mühendis ayağından çıkardığı postalı kürsüye fırlatmıştı.

Postal, Nahum’un alnına çarparken, MKE’li vatansever: “Bize otomobili siz ürettirmiyorsunuz, sizler bizi batıya mahkûm ve mecbur ediyorsunuz” diye bağırmaktaydı. Ve bu genç mühendis te Erbakan gibi, milli ve yerli kalkınma sevdalısıydı.

Herkes unutmuş olsa da işte bu olay ilk ayakkabılı protestoeylemi olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır.

Artık yazmak zorundayız. Her şeye rağmen Türkiye’nin ilk yerli otomobili “Devrim”i yapma fikri bu kongre’nin sonucunda ortaya çıkmıştır. Yapılmıştır da… Ama biliyorsunuz benzin koymayı unuttukları() için yürümemiş ve öylece kalmıştır.

Oysa, Erbakan ilk yerli otomobil fikrini 50 yıl önce ortaya attığında, ne Kore’nin Hyundai’ı, Ne İran’ın Samand’ı, ne Hindistan’ın Tata’sı, ne Çin’in Cherry’si vardı. Ne kadar acıdır ki, şimdi sokaklarımız Hyundai, Tata, Cherry ile dolup taşmaktadır.

Son bir not: Türkiye’ye “Otomobil yerine şeftali üretilmesini” öneren Bernar Nahum hakkında bakın Rahmi Koç yıllar sonra ne buyurmuşlardı:

“Koç’un otomotiv sanayi işine girmesini, büyümesini ve kâr etmesini sağlayan Mösyö Bernar’dır. Vehbi Bey’in büyük itimadını kazanmış biriydi ve Vehbi Bey, o ne derse kabul ederdi. Bernar Nahum eldeki paranın daima otomotiv işine yatırılmasını istemiştir.” (Capital Dergisi-2008)[2]

****

İŞTE MASON OLAN KOÇ’LARIN GERÇEK YÜZÜ…

İŞTE KOÇ’UN GİZLİ ORTAĞI BURLA BİRADERLER BAKALIM BU BURLA AİLESİ KİMLERDEN OLUŞUYORMUŞ?

 

Can Kıraç’ın ‘Anılarımla Patronum Vehbi Koç’ kitabını okurken, kitabın satır aralarında geçen bir soy isim dikkatleri çekiyor; Burla Biraderler.

 

1960′lı yıllarda Koç’un en büyük rakipleri arasında da olunca hafızamı zorlayarak böylesine güçlü bir aileyi hatırlamaya çalışıyorum. Ama nafile. Türkiye’nin isimleri medyada çıkmayan gizli zenginlerine meraklı iseniz Burla soyadının sizi tahrik etmemesi mümkün değil.

Türkiye’deki kökleşmiş isimlerin yer aldığı ‘Kim Kimdir?’ kitabına bakıyorum. Ama Burla ailesi ile ilgili hiçbir bilgi kırıntısına rastlayamıyorum. Musevi cemaatine ait aile fertlerinden hiçbirisine ulaşmanın mümkün olmadığını kısa bir süre sonra anlıyorum. Ama içimde bir umut ışığı var: Monik Burla.

Burla Biraderler’in torunu, Avni Benardete ile evlendikten sonra kamuoyu daha doğrusu sosyete dünyası onu Benardete soyadı ile biliyor. Fakat Avni Benardete daha sonra genç bir hanımla başlattığı ilişki sebebi ile Monik Benardete’den boşanıyor. Monik ise şu anda bir sebeple Avni Bey’in amcazadesi Ceri Benardete ile beraber. Karışık bir ilişkiler ağı var anlayacağınız. Monik Burla mübalağasız Burla ailesinin piyasa tarafından bilinen tek ismi. Gece hayatında, partilerde ve magazin dergilerinde boy göstermeyi çok sevdiği için biz de bu isme uzaktan da olsa aşina idik tabii..

‘Konuşmaya yetkili değilim’

Sosyete dünyasını bilmediğimiz için beni kendisine ulaştıracak cep telefonunu zar zor buluyorum. Bu telefonu veren şahıs, bayan Benardete’nin çok görgülü ve gazetecilere karşı çok anlayışlı olduğunu söylüyor, ümidim de bundan kaynaklanıyor. Fakat telefonda karşıma çıkan ses ilk başlarda hiç de hoş sayılmayacak bir ses tonu ile Burla ailesi ile alâkalı bilgi veremeyeceğini, bu konuda ‘yetkili’ olmadığını söylüyor. Babası ve amcaları ile alâkalı birkaç masum soru dışında herhangi bir sorumun olmayacağını söylesem de, şirketin konuşmadığı bir konuda kendisinin konuşmasının mümkün olmayacağını söyleyerek özür dileyip telefonu kapatıyor.

 

Musevi ailelerin bu kadar kıyıda durmalarının elbette özel bir sebebi vardır. Ama yine de değinmeden edemeyeceğim; dünya şeffaflaşmaya gidiyor ve saklı yapılar artık illegaliteyi akla getirir oldu. Masonluk bile belli ölçüde şeffaflaşmaya gitmek zorunda kaldı. Birçok azınlık gibi Burla Biraderler de Türk milletinin üstünden çok büyük paralar kazanmış, otomotivden tekstile pek çok sektörde faaliyette bulunmuş bir aile olarak Türkiye’de çok önemli ticari işlere imza atmış ama kendilerini hep perde arkasında tutmak istemeleri oldukça dikkat çekici.

 

Rahmi Koç-Monik Burla dostluğu

Burla Ailesi İspanya Yahudilerinden ve Osmanlı topraklarına 1492 yılında göç eden bir aile. Bu sebeble 500. Yıl Vakfı’nın aktif üyeleri arasında Lori Burla da var. Aile şirketleri tekstilden otomotive, büro, kırtasiye malzemelerinden elektrik malzemelerine, oradan rulman ve fotoğraf makinesi pazarlamasına kadar birçok alanda faaliyet gösteriyor.

 

Ailenin önemli isimlerinden Monik Burla ile Rahmi Koç arasında çok sıkı bir dostluk ilişkisi var. Monik hanımın verdiği tüm davetlere Koç ailesi tam kadro katılıyor. Ayrıca küçük bir grup her ayın ilk perşembesi basından habersiz bir araya gelerek gurme toplantıları yapıyorlar. Aşağı yukarı 10 ailenin bulunduğu bu süzme toplantılara öğrenebildiğimiz kadarı ile, Rahmi Koç ve Monik Burla’nın dışında Nuri Çolakoğlu, Tezcan Yaramancı, Hakko ailesi, Nursen Gündüz ve ailesi ve Ceri Benardete katılıyor. Bu kısa dedikodudan sonra asıl meseleye girelim.

 

Burla Biraderler ile Vehbi Koç arasındaki ilişki sadece ticari alanda olmadı. Vehbi Koç’un arkasındaki ‘gizli kahraman’ olarak bilinen Bernar Nahum’un da Koç Grubu’na Burla Biraderler’den 1944 yılında transfer edilmesi çok stratejik bir konumlanma örneği.

 

Bernar Nahum biraz zor verdiği bu kararın arkasından hayatının sonuna kadar Vehbi Koç ile beraber oluyor. Şimdi de Nahum’un oğlu Jan Nahum Koç Holding’e ait Tofaş Grubu’nda murahhhas aza olarak görev yapıyor. Nahum, Koç’tan sonra Koç Grubu’ndaki en önemli soyadı. Koç’un özellikle yurtdışı ilişkilerinin arkasında hep Bernar Nahum’un uluslararası seviyede güçlü bağlantıları yatıyor. Elektrik ampulü, taşıt lastikleri, buzdolabı, çamaşır makinesi, Anadol otomobili üretimi gibi başlangıçta çok zor gibi görünen sektörlere girilmesinde Nahum’un hayal gücünün ve uygulama üstünlüğünün payı büyük. Bernar Nahum eğer Burlalarda kalsa idi Koç bu kadar büyüyebilir miydi bilinmez ama doku uyuşmazlığı olmaması halinde Burla ailesinin şimdikinden daha büyük bir noktada olacağı muhakkak.

Arçelik’te Koç-Burla ortaklığı

1960′lı yılların başlarında Vehbi Koç, beyaz eşya sektöründeki talebi karşılamak amacı ile çelik dolap işine girmek istiyordu ama Burla Biraderler de aynı şekilde bu işi yapmaya soyunmuşlar ve bir fabrika arıyorlardı. Bu durum Vehbi Koç’un hiç hoşuna gitmiyor. Piyasanın iki üreticiyi besleyecek kadar gelişmediğini düşünüyor ya da rakip istemiyor. Zaten Burla ailesi ile bazı sektörlerde kıyasıya bir rekabet yaşıyorlar. Bu sefer Koç, Burla Biraderler ile ortak olarak onların piyasa tecrübelerinden yararlanmak istiyor. Ve Burla Biraderler’e ince ve kurnaz zekası ile reddedemeyeceği bir teklif götürüyor. Vehbi Koç, Burla Biraderler ile görüşerek fabrikayı birlikte kurmayı teklif ediyor. Bilgi ve sermaye gücü nedeni ile çoğunluk hisselerine Koç grubu sahip olacaktır. Burla ailesine ise yüzde 20 hisse verilir. Bugün Burla Biraderler’in Arçelik içindeki payları yüzde 2,98′e inmiş durumda. Ama Arçelik Türkiye’nin en büyük özel şirketi ve cirosu 1 milyar 200 milyon dolar seviyesinde. Dolayısı ile yüzde 2,8′lik pay bile bir aileye en üst seviyede yaşam standardı sunacak kadar önemli bir rakama tekabül ediyor. Bugünkü değerlerle yaklaşık 100–150 milyon dolarlık bir pay demek bu.

 

Hürriyet ve Cumhuriyet bağlantısı

Bir dönem kağıt işinde de Türkiye’de belirleyici bir rol oynamışlar. Hürriyet gazetesi ile Burla ailesi arasında da ispatı bir çırpıda mümkün olmayan bir finans ilişkisi olduğu biliniyor. 150 milyon doların üstünde ciro yapan ve bu açıdan Türkiye’nin en büyük gazetesi olarak bilinen Hürriyet gazetesini destekleyen kurucu kadrolar arasında Burla Ailesi başı çekiyor.

 

Cumhuriyet gazetesine gelince… Cumhuriyet’in de, kurucusu Yunus Nadi. Mason olan Yunus Nadi, Arnavut kökenli yazar Naci Pelister’in “Türk Matbuatı Yahudilerin Kontrolü Altında” başlıklı bir yazısında bildirdiğine göre aynı zamanda da bir “Karaim Yahudisi”. Karaimler, 8. yüzyılda kurulmuş bir Yahudi tarikatı. Bu durumda Cumhuriyet’i bir “tarikatçı gazetesi” olarak tanımlamak mümkün olabilir; tabii İslam değil Yahudi tarikati elbette. Cumhuriyet’in Milli Şef dönemindeki yükselişi ise, iki Yahudi şirketinden aldığı destek sayesinde oldu.

 

O dönemde Türkiye’deki gazetelerin ilan işleri, “Yahudi şirketi” olan Hoffer’in, kağıt işleri de Burla Biraderler’in elindeydi. Onların tutmayacağı bir gazetenin yükselmesi ve hatta yaşaması zordu. Bu bilgiden hareketle insanın aklına Burla ailesi acaba Karaim tarikatına mı üye diye bir soru gelebiliyor.

 

Devlet ihalelerinde aktif oldular

Burla Biraderler’in nasıl büyüdüğüne bakıldığında iki şey dikkati çekiyor; dışarıdaki bağlantıları ve içerideki rakipsizlikleri. Cumhuriyetin başlarında bazı ithal malların satılmasında ve devlet ihalelerinde Yahudi ailelerin çok büyük avantajları olmuştu. 1954 yılında Galata’da Üzeyir Garih ile İshak Alaton’un beş bin lira sermaye ile kurdukları Alarko Holding’in bugünkü gücüne ulaşmasında, 1958′de dönemin başbakanı Adnan Menderes’in kendilerine Ankara’da kurulacak olan bir para matbaasının havalandırma tertibatının ihalesini vermesinin önemli rolü olduğunu kimse inkar edemez. Elektrifikasyon ve elektrik malzemelerinin satışı ile piyasaya giren Burla Biraderler’in de gerek devletten aldıkları ihalelerle ve gerekse Türk işadamlarıyla yürüttükleri ortak çalışmalarla kısa zamanda büyük güce ulaştıkları ortada.

 

Türkiye’nin en eski sanayici ailesi

Burla Birderler’in şirketleri Türkiye’nin en eski ticaret ve sanayi şirketlerinin başında geliyor. Burla Biraderler’in en eski şirketi 1928 yılında kurulan Ottaş Otomotiv ve Taşınmaz Mallar Sanayii. Ottaş bugün Türkiye’nin en eski otomotiv şirketi. Ottaş’ın şu anki yönetim kurulunda şu isimler bulunuyor: Lori Burla, Leon Hahanel, Sara Bornsten, Emil Franko, Nadya Sonman, Robert Sonman ve İvet Burla.

 

Yine Burla Biraderler’e ait Burla Makine Ticaret ve Sanayi şirketinin yönetiminde de aşağı yukarı aynı isimler var: Lori Burla, Monik Benardete, Terry Sonman, Toni Hananel, Nadya Sonman, Sara Bornsten, İvet Burla, Leon Hananel ve Robert Sonman. 1975 yılında kurulan şirket, tezgah makineleri, yedek parçaları ithalat ve ihracatı alanlarında faaliyet gösteriyor.

Power dergisinde Burla Biraderler ile çıkan bir haberde şu bilgiler yer alıyor: Burla Ailesi Arçelik’in yanı sıra Koç Holding’in beyaz eşya pazarlama şirketi Atılım’da da hisseye sahip. Lori Burla şirket yönetim kurulunda ve başkan yardımcısı olarak görev yapıyor. Atılım’daki hisse payı ise bilgiye kapalı yapıdan dolayı bilinemiyor.

 

File Tül Makine ve File Tekstil Sanayii, Burla ailesinin tekstil sektöründeki şirketleri arasında yer alıyor. File Tül’ün yönetim kurulunda Yusuf ve Reyna Burla ve Eddi Anter isimleri var. File Tül Makine her türlü tel örgü, makine ve ipliğiyle mensucat imalatı alanlarında faaliyet gösteriyor. File Tekstil genel bir ticaret şirketi hüviyetinde. Bir başka tekstil şirketi Şen Triko da Yusuf Burla yönetiminde. Burla ailesinin şirketi olan Birol File de Birol Burla tarafından kurulmuş.

 

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

 

Koç Holding’in grafiğine baktınız mı?

 

Dün Mustafa Karaalioğlu konuya girmiş ve “AK Parti döneminde yeni bir sermaye sınıfı yaratıldı” tezini detaylandırarak çürütmüştü. Yazıdan kısa bir alıntı yaparak, yeni bir boyut katmak ve bir soru ile bitirmek istiyorum...

 

Bakın ne diyordu Karaalioğlu; “...Erdoğan Hükümetlerine atfedilen özellikle Erdoğan’ın şahsına bağlanan sert ve baskıcı iddiasının geçersiz olduğunu net biçimde Koç’un büyümesinde görebiliriz... En kritik siyasi gerilim zamanlarında hatta grubun onursal başkanı Rahmi Koç’un AK Parti’nin kuruluşu aşamasında Erdoğan’a karşı gazete manşetlerinden açıktan ithamlarda bulunduğu bilinmektedir... Buna rağmen ne Erdoğan, ne de partisi Koç Grubu’nun ticaretiyle uğraşmamıştır... 2005 yılında en büyük ve en stratejik KİT’lerden biri olan TÜPRAŞ özelleştirilerek bu gruba geçmiştir...”

 

Bu alıntı sonrası sizlere Koç Holding’in hisse grafiğini göstermek ve bazı tespitler yapmak istiyorum;

 

Grafiğe dikkat ederseniz, göze çarpan detaylar şunlar;

1- 2002 yılında TL ve dolar bazında değere bakar ve 2012 değeri ile karşılaştırırsak, 10 katına çıkan piyasa değerini görebiliriz. Daha anlaşılır yazayım; 1 dolar olan değer 10 dolara yükselmiş 10 yıl içinde...

2- Aynı grafiği diğer hisseler ile kıyasladığımızda “en çok değerlenen” yani “sahiplerinin zenginliği” TL ve Dolar bazında en çok artan şirketlerden biri olduğunu görebiliriz.

Sevgili dostlar, bu noktada bir pencere daha açalım ve Koç Holding şirket grafiğini Amerikan Dow endeksi değerine bölelim;

 

 

 

Ortaya çıkan grafik ve sonuçlar çok ilginç;

 

1- DOW bazında bile artış 1’e 5! Yani DOW endeksini 5 kat fazla artış ile geride bırakmış ve artış-zenginleşme Amerikan Endeksini 1’e 5 oranında sollamış!

2- Bu artış yaşanırken Dow endeksi 6000’lerden 13.000’lere taşınmış ve dolar bazında tam iki katına gelmiş. İki katına çıkan DOW’u 5’e katlayan bir şirket değer artışından söz ettiğimiz bu çıkarım ile daha net anlaşılabilir

Sonuç: “Bize baskı yaptılar, yok etmeye çalıştılar, Başkanlık gelirse daha da kötü olur” diyen arkadaşlarımız, son 10 yılda VARLIKLARINI 10 katına çıkarmışlar hatta DOW’u “1’e 5” katlamışlar!

SON SORU: BU MU SİZE BASKI YAPAN, YOK ETMEYE ÇALIŞAN, KENDİ SERMAYESİNE YOL AÇAN İKTİDAR! Biraz insaf, biraz vicdan, biraz akıl!

Not: Mustafa Koç’un “Başkanlık asla olmaz” açıklamasını bu yazı eşliğinde bir kez daha okuyun lütfen!

Hürriyet’in ‘Cübbesiz’i’ yine kaşınıyor

Gün geçmiyor “Cübbesiz Ahmet” köşesinden adımı anmadan edemiyor! Varsın yazsın, ilgiye, reklama, gündeme gelme ihtiyacına karşılık arasın!

Sevgili dostlar, yapsın yalnız şunu unutmasın; üzerinde efelik ettiği direk çatırdıyor, kırılması an meselesi! Bu koruma ortadan kalkınca ortaya döküleceklerin altında nefes bile alamaz! Benden söylemesi!

 

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Tevfik Diker *Kurtlar Medyası: Savaşın Patronları*nı yazdı, mutlaka okuyunuz

 

BDP heyetinin İmralı görüşmesi Milliyet Gazetesinde manşet yapıldı. Barış sürecini sabote eden bir yayındı. "Milliyet, bunu neden yaptı?" "Haberi yapan muhabirin dününde neler var?" gibi sorulara cevap ararken...

04 Mart 2013 Pazartesi 15:14

Tevfik Diker *Kurtlar Medyası: Savaşın Patronları*nı yazdı, mutlaka okuyunuz

İlgili Galeriler

 

Yüzümüz simetrik olsa nasıl gözükürdü

Yüzümüz simetrik olsa nasıl gözükürdüKomedi ZAMAN'ı

Komedi ZAMAN'ıMETROPOL'DE SAKLI CENNET; BURASI ÜMRANİYE

METROPOL'DE SAKLI CENNET; BURASI ÜMRANİYE'Gezi' Terör Değilmiş

'Gezi' Terör Değilmiş

BDP heyetinin İmralı görüşmesi Milliyet Gazetesinde manşet yapıldı.

Barış sürecini sabote eden bir yayındı.

"Milliyet, bunu neden yaptı?"

"Haberi yapan muhabirin dününde neler var?" gibi sorulara cevap ararken...

Memduh Bayraktaroğlu'nun, Olay Gazetesinde şok edici iddialarda bulunduğu

yazısıyla (6 Eylül 2012) karşılaştım.

*O YAZIYLA 1994'E GİDELİM*

Önce, Memduh Bayraktaroğlu'nun "Apo istedi ben kabul etmedim" başlıklı

yazısından bazı bölümleri sizlerle paylaşacağım:

*"Yıl 1994, aylardan Ekim, Milliyet Gazetesinde yazıyorum...*

*Genel Yayın Yönetmeni Umur Talu'ya Diyarbakır merkezli bir dizi çalışma

yapmak istediğimi söyleyip bölgeye uçtum.*

*Bir hafta dağ bayır dere tepe, köy kasaba dolaştım. Yurttaşlarla

dertleştim...*

*O dönemde gazetemizin bölge muhabirlerinden olan Namık Durukan terör

örgütü şefinin (Öcalan) benimle görüşmek istediğini söyledi.***

*Kabul etmedim. Çünkü o gün de bugün olduğu gibi eli kanlı katille görüşüp

anlattıklarını kamuoyuna duyurmanın gazetecilik değil 'terör örgütü ve

şefinin reklamı' olduğuna inanıyorum.*

*Oysa ben bölge insanının sorunlarını yerinde dinleyip okurlarıma aktarmak

için gitmiştim, oraya...*

*Dönüşümde 7 gün süren bir 'dizi' yazdım.*

*Diğer meslektaşlarım Apo'nun barış istediğini yazarken ben çalışmamın

adını 'Güneydoğu barış istiyor' koydum. (...)*

*Medyamızın en ünlü kalemşorları da Suriye tarafına geçiyor bebek katili

ile görüşüp onu kamuoyumuza sevdirmeye çalışıyorlardı...*

*Galatasaray bayrağı altında fotoğraflarını çekiyorlar, çetesiyle birlikte

top oynarken görüntülüyorlardı...*

*Sonra da oturup eşkıyanın anlattığı masalları yazıyor, köşelerinde veya

program yaptıkları ekranlarda yayınlıyorlardı...*

*Kimler yoktu ki, eşkıya başıyla görüşenler arasında?***

*Güneri Cıvaoğlu, Hasan Cemal, Fatih Altaylı, Cengiz Çandar, Mehmet Ali

Birand ve daha birçoğu...***

*Ve sonra ne oldu biliyor musunuz?*

*Öcalan'la görüşmeyi kabul etmeyen Memduh Bayraktaroğlu'nun ipini çektiler,

eşkıya başıyla konuşup anlattığı masalları kamuoyuna duyuranların yıldızını

parlattılar.

Memduh Bayraktaroğlu'nun Milliyet'teki yazı dizisi 13-19 Ekim 1994

tarihleri arasında yayınlanmıştı.

O tarihte gazetenin sahibi Aydın Doğan, Genel Yayın Müdürü Umur Talu,

Ankara Temsilcisi de Derya Sazak'tı.

*"APO GÖRÜŞMESİ"Mİ, YİNE AYNI İSİMLER*

İmralı'daki Abdullah Öcalan, avukatlarına Şubat 2011'de bir grup

gazeteciyle görüşebileceğini söylemişti.

*Taraf* Gazetesindeki habere göre Öcalan'ın görüşebileceği gazeteciler

olarak *Hasan Cemal, Cengiz Çandar *ve *Ertuğrul Özkök*'ün isimleri

sıralanıyordu.

*Ertuğrul Özkök,* Hürriyet'teki 4 Ekim 2011 tarihli yazısında "İmralı'da

bulunan Abdullah Öcalan'la görüşmek istiyorum" demiş, bu arzusunu yerine

getirmek için başlattığı girişimler ise sonuçsuz kalmıştı.

*DERYA SAZAK NE YAZMIŞTI, NE YAPTI?*

İkinci BDP heyetinin İmralı görüşmeleri geniş bir biçimde Milliyet'te yer

alırken büyük tartışmalara neden oldu.

Haberi yapan *Namık Durukan'*dı.

Yani Bayraktaroğlu'na 1994' te Öcalan sizinle görüşmek istiyor diyen

gazeteci.

Milliyet'in bugünkü Yayın Yönetmeni, aynen 28 Şubat sürecinde olduğu gibi

'bir defa daha' *Derya Sazak*'tır.

Sazak'ın 14 Ocak 2013 tarihli yazısı, "Barışa taraf olmak" başlığını

taşıyordu.

Paris'teki 3 Kürt kadının infaz edildiği suikastlardan söz ettiği yazısının

ara başlığı *"Süreç Sabote Ediliyor" *şeklindeydi...

Derya Sazak "İnfazların tam da BDP heyetinin *(birinci heyet) *İmralı'da

Abdullah Öcalan'ı ziyaret ettiği sırada gerçekleştiğine dikkat çekiyor...

"Belli ki, süreci sabote etmeye dönük aktörler devreye girmişti" diye

yazıyordu!

Şu satırlar da *Derya Sazak*'ındır:

*"Bu aşamada hepimize düşen 'barışa taraf olmaktır!'    *

*Milliyet olarak biz tarafız. Barıştan yanayız.*

*2009-**2010*

*'daki hatalar yinelenmezse silahların susacağına inanıyoruz..."*

*Başbakan Tayyip Erdoğan*, *Milliyet*'in manşetini şu sözlerle eleştirdi:

*"Bir gazete çıkmış, başlık atıyor, İmralı'dan haberler veriyor. Bir kısım

medya yanımızda olmadı diye hep söyledim. (...)*

*Böyle haberlerin ülkeye barışa ne katkısı var?*

*Eğer böyle gazetecilik yapıyorsan, batsın bu gazetecilik!***

*Bu çözüm sürecini kim baltalamak istiyorsa o benim de arkadaşlarımın da

karşısındadır. Biz her türlü riski göze aldık. Önümüze konulan taş bizi

engellemek içindir. Eğer zerre kadar bu vatana millete sevgileri varsa bu

güzel adımları engellemeye çalışmazlar..."*

*YENİ KARARGÂH MİLLİYET GAZETESİ Mİ?*

Çözüm sürecini sabote etmeye yönelik o manşeti atan Milliyet'te son dönemde

yaşanan bazı önemli gelişmeleri hatırlatmak istiyorum...

Derya Sazak'ın genel yayın yönetmeni olmasından sonra *Nagehan Alçı

*ve *Yasemin

Çongar* Milliyet'e geçtiler.

*Aydın Doğan*'ın Milliyet'i *Demirören Grubu*'na satmasıyla Milliyet'in

asli fonksiyonu değişmemiştir.

Milliyet'in sahibi kim olursa olsun değişmeyecek bir gerçek vardır.

Yaşlı Kurtlar Medyası'nı sahne arkasından yöneten *İshak Alaton*'dur.

Dolayısıyla, bu transferleri...

Yaşlı Kurt, Milliyet'teki *Hasan Cemal* ve *Aslı Aydıntaşbaş*'ı...

Nagehan Alçı ve Yasemin Çongar'la takviye etti diye okumaktayım.

*Yasemin Çongar,* Taraf Gazetesinde yönetici olmadan önce Milliyet'in

Washington temsilcisi idi.

*Oral Çalışlar,* CNN Türk'te "Radikal bizim karargâhımızdır" demişti.

Radikal ve Taraf'ta da nüfuz sahibi olan *İshak Alaton,* Oral Çalışlar'ı

Taraf'ın başına getirmişti.

Yaşlı Kurt, şimdi bir tür "el artırıyor" ve *Milliyet*'i *Taraf'*laştırıyor.

Çözüm sürecinden, barıştan yana imiş gibi görünüp...

Aslında süreci sabote etmek isteyenler İstanbul'un baronlarıdır.

*Yaşlı Kurtlar Medyası,* işte bu "vazife" ile harekete geçmiştir.

Cengiz Çandar'lar, Ertuğrul Özkök'ler, Hasan Cemal'ler "çözümden yana" gibi

görünmeyi, bu konuda ne kadar arzulu olduklarını anlatmayı pek severler...

Çözüm süreci hız kazandıkça bu ve benzer isimlerin sütunlarından veya

ekranlardan nasıl da huysuzlandıklarını adeta "Kürt sorunu elden gidiyor!"

paniğine kapıldıklarını görmekteyiz.

*Tarhan Erdem *ve *Bekir Ağırdır'*ın, seçmenlerin yüzde 51.8'inin İmralı

görüşmelerini "devletin büyük başarısızlığı" olarak gösteren anketini

anlattığım bu fotoğrafa eklemeliyim.

Erdem ve Ağırdır, *İshak Alaton*'un mutemet adamlarıdır.

KONDA'nın sahibi *Tarhan Erdem,* İshak Alaton'la beraber *TESEV *Yüksek

Danışma Kurulu üyesidir.

KONDA'nın genel müdürü *Bekir Ağırdır,* İshak Alaton'la birlikte TESEV

Yönetim Kurulu üyesidir.

KONDA tarafından hazırlanan "İmralı Anketi" *CHP'*ye sunulmuştur.

CHP genel başkanı *Kemal Kılıçdaroğlu,* TESEV'in kurucuları arasında yer

almış bir isimdir.

*Radikal*'in başındaki *Eyüp Can,* İshak Alaton'un mutemet adamıdır.

Radikal yazarı Tarhan Erdem, *Aydın Doğan*'ın sağ koludur.

*Bekir Ağırdır* da, bir süre önce *Taraf *yönetimi değişirken gazeteye

yazar yapılmıştır. (17 Aralık 2012)

Ağırdır'ın yazarlığının Taraf'ta anons edildiği gün, manşette *Mustafa

Sarıgül *vardı.

*"8 bin kişiyle CHP'ye dönerim"* diye sesleniyordu.

Manşetin alt başlığında "Sarıgül'ün şartının Baykal döneminde ihraç edilen

8 bin kişinin partiye kabul edilmesi" olduğundan söz ediliyordu.

Mustafa Sarıgül, baronlar baronu *Rahmi Koç'*un yanından ayırmadığı isimdir.

ABD'nin Türkiye'deki adamları olan yaşlı kurtlar, en başta *Rahmi Koç*

ve *İshak

Alaton* olmak üzere *Mustafa Sarıgül*'ü Kemal Kılıçdaroğlu sonrasına

hazırlıyorlar.

*RICCIARDONE İLE GÖRÜŞEN SARIGÜL*

Sarıgül'ün son dönemde medyada parlatılmasına hız verilmiştir.

Başta *Hürriyet *olmak üzere *Aydın Doğan Medyası, *adeta Sarıgül'ün

üzerine titremektedir.

*İshak Alaton*'a bağlı gazetecilerden, aynı zamanda *Aydın Doğan*'a çok

yakın isimlerden olan...

Akşam'ın eski Milliyet'in yeni yazarı ve dahi CNN Türk'teki "Dört Bir

Taraf" adlı tiyatronun sürekli katılımcılarından *Nagehan Alçı, *ayağının

tozuyla Milliyet'te Mustafa Sarıgül'ü lanse etmiştir.

*Nagehan Alçı,* 24 Şubat 2013 tarihli ve *"ABD'nin amacı Sarıgül'ü CHP'nin

başına geçirmek mi?" *başlıklı yazısında şöyle diyordu:

*"Sarıgül, CHP'nin 2014 İstanbul adayı olacak mı? Bu sorunun cevabını

bilmiyorum. Ama geçtiğimiz Perşembe günü ABD Büyükelçisi Francis

Ricciardone'nin Mustafa Sarıgül'ü büyükelçilikte ağırladığını ve saatlerce

konuştuklarını biliyorum...*

*Ricciardone, Sarıgül'e potansiyel CHP Genel Başkanı gibi mi davrandı?*

*Bu yönde ABD'nin bir temennisi ve projesi mi var?*

*Bu soruların cevaplarını şimdilik yazmıyorum ama şunu çok iyi biliyorum.

Sarıgül kaybedeceği bir seçime girmek istemez.*

*2014 İstanbul adayı olursa da orada durmaz. CHP'nin genel başkanlığına

yürür. Önce CHP Genel Başkanı sonra Başbakan olmayı hedefler. Gerisi lafı

güzaftır."*

*'KARE AS'*

Geçtiğimiz Ocak ayının sonunda...

CNN Türk'ün genel yayın yönetmeni *Ferhat Boratav,* Cumhuriyet Ankara

Temsilcisi *Utku Çakırözer,* Milliyet yazarı *Aslı Aydıntaşbaş* ile Cihan

Haber Ajansı Genel Müdürü ve Zaman yazarı *Abdülhamit Bilici* Washington'da

'*Center for American Progress*' adlı düşünce kuruluşunun "Obama'nın İkinci

Döneminde Türkiye" başlıklı paneline katılmışlardır.

*Aslı Aydıntaşbaş,* Türkiye'ye döndükten sonra *"ABD, CHP'den umduğunu

bulamıyor." *diye yazdı. (31 Ocak 2013)

*Utku Çakırözer* "CHP'nin İstanbul adayı kim olsun?" başlıklı ankette

Mustafa Sarıgül'ün yüzde 40'la birinci gelen isim olduğuna Cumhuriyet'teki

sütununda yer verdi. (18 Şubat 2013)

Yine Utku Çakırözer'in, Cumhuriyet'te "Sarıgül Haziran'da CHP'de" başlıklı

yazısı yayınlandı. (22 Şubat 2013)

*Mustafa Sarıgül,* Nagehan Alçı'nın Beyaz TV'deki programına çıktı ve Gülen

Cemaati'ne övgüler yağdırdı. (2 Ocak 2013)

*Ferhat Boratav,* Açık Toplum Vakfı'nda İshak Alaton'la birlikte yönetim

kurulu üyesidir.

Aslı Aydıntaşbaş ve Abdülhamit Bilici *İshak Alaton*'a yakın yazarlardır.

23 Ekim 2007 tarihinde Alaton'un ABD eski büyükelçisi* Morton Abromowitz'*in

onuruna verdiği öğle yemeğine davetli yazarlar arasında *Abdülhamit Bilici* de

vardı.

ABD'nin Irak'ı işgalini destekleyen bir isim olan Zaman yazarı *Abdülhamit

Bilici,* aynen *Aslı Aydıntaşbaş* gibi, daima Washington'ın politikaları ve

tezleri doğrultusunda yazan bir medya mensubudur.

Ayrıca, bir süre önce* Stratfor* adlı istihbarat şirketinin Türkiye'deki

bazı basın kuruluşlarıyla özel bir işbirliği ilişkisi içine girmek

istediğine ilişkin haberleri hatırlamaktayız.

*Stratfor'*un yazışmaları Wikileaks tarafından deşifre edilip medyada

yayınlandığında, bu kuruluşun *Abdülhamit Bilici* ile de irtibat kurarak

'yakınlaşmaya' çalıştığı bilgisi Taraf gazetesindeki bir haberde yer

almıştı. (3 Mart 2012)

Yaşlı kurtlar medyasını sahne arkasından yönetenler...

Bir yandan Mustafa Sarıgül'ü parlatmaya yarayan medya operasyonu yönetmekte...

Diğer taraftan da çözüm sürecinin yanında gibi görüntü verip aslında

sürecin baltalanması için medyada ilginç operasyonlara imza atmaktadırlar.

İshak Alaton'un yakın adamı Milliyet yazarı *Hasan Cemal...*

Köşesinde "İmralı haberini Milliyet'e kim sızdırdı, sorusunun peşinden

koşturmanın anlamsız, sabotaj diye feryat etmenin yararsız olduğunu" öne

sürerken yaşlı kurtlar medyasındaki "vazifesi"ni yerine getirmenin

mutluluğunu duyuyor olmalıdır!

Hasan Cemal, bugüne kadar sadece askeri vesayetten söz ede gelmiştir.

Ancak, askerlerin de üzerindeki derin yapıyı oluşturan baronları yani

işadamlarının vesayetini yok sayar.

Daha evvel, *"Kurtlar Medyası: Paşaların Patronları" *başlıklı yazımda şu

satırlar yer almıştı:

"28 Şubat soruşturması daha fazla genişlemesin diyen cepheye şöyle bir

bakınız, orada en başta İshak Alaton'u özellikle de Doğan Grubu yazarlarını

göreceksiniz.

Bu koroya bazı Zaman yazarlarının da katılması dikkat çekmektedir.

İshak Alaton'u sütunlarında övmekten yorulmayan ve bu arada Aydın Doğan'ı

sanki 28 Şubat'ın dışında imiş gibi göstermeye çalışarak kollamaya gayret

eden Zaman yazarları az değildir.

*Zaman,* manşetlerinden her defasında generalleri hedef tahtasına

oturtmakta ancak sayfalarında belli başlı baronları asla eleştirmemekte

tersine parlatmaktadır.

Gazete sözünü ettiğim işadamlarını daima darbe süreçlerinin ve

girişimlerinin dışında tutmaktadır." (20 Şubat 2013, eurovizyon.co.uk)

Bu yazımdan sadece üç gün sonra Zaman'ın birinci sayfasında şu başlık göze

çarpmaktaydı...

*İshak Alaton:* "Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ'dan zılgıt yedim"

(23 Şubat 2013)

Üşenmedim, ulusalda yayınlanan bütün gazetelerin birinci sayfalarına baktım...

İshak Alaton'un Genç Yönetici ve İşadamları Derneği'nde yaptığı konuşmayı

sadece iki gazete ilk sayfalarında haber yapmışlardı...

*Zaman ve *Bugün...*

Bugün'ün başlığı iş dünyasıyla ilgili bir başlıktı.

Zaman ise *İshak Alaton*'u generallere karşı çıkmış-karşı çıkan bir kişi

olarak göstererek parlatmaya...

Böylelikle de okuyucularını yanıltmaya devam ediyordu.

Yaşlı Kurt'un, son bir yıldır Statüko'yu, askerleri veya darbeleri

eleştiren demeçler vermesi büyük bir aldatmacadan ibarettir.

Göz boyamaktan ibarettir.

Kendisinin, derin bir işadamı olarak...

Eski masadaki veya eski rejimdeki lokomotif fonksiyonunu ve sorumluluğunu

örtbas edebilmek içindir.

Sevgili okuyucularım...

Şu işe bir bakar mısınız?

Ne zaman 28 Şubat soruşturması başladı, 'Yaşlı Kurt' İshak Alaton

birdenbire "lüzumlu adam" oluverdi, medyada 'örnek insan' diye lanse

edilmeye başlandı.

Kim inanır?

''Kadir İnanır''

*Tevfik DİKER*

 

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Said Nursi'nin ilk kez yayınlanan fotoğrafı

 

Bediüzzaman Said Nursi'nin ölümünden kısa bir süre önce, İstanbul Pierre Loti Oteli'nde çekilen ve pek az bilinen fotoğrafının sahibi Sökmen Baykara, yarım asırlık fotoğrafın hikâyesini anlattı. İşte Said Nursi'nin 53 yıl sonra ilk kez yayınlanan fotoğrafı...

 

Bir zamanların hızlı foto muhabiri Baykara, bugün Antalya'da sükunetli bir hayat sürüyor. 53 yıl aradan sonra Bediüzzaman'ın fotoğraflarını kasasından çıkaran Baykara, bilinen fakat sadece gazete arşivlerinden ulaşılan iki kare ve hiç bilinmeyen diğer fotoğrafların çekiliş hikâyesini anlatırken heyecanlanıyor.

 

O günlerde henüz 'çaylak' bir foto muhabiri olan Baykara, bütün gazeteciler otelin önünde beklerken Bediüzzaman'ın kaldığı odanın balkonuna çıkarak iki kare fotoğraf çekiyor. Said Nursi'nin talebeleri kendisine engel olmuyor. Baykara'nın en büyük tesellisi, Bediüzzaman'ın ölümünden kısa bir süre önce, talebelerine, "O çocuk işini yaptı, rahatsız etmeyin." dediğini öğrenmiş olması. 53 yıllık fotoğrafları kasasından çıkaran Baykara, bu fotoğrafları çektiği günün hikâyesini ve foto muhabirliği macerasını Zaman Gazetesi'nden Selahattin Sevi'ye anlattı.

 

BAB-I ALİ ADETA ÇIKARMA YAPMIŞTI

 

"Said-i Nursi İstanbul'a geldi, takip et" sözü haber merkezinde yankılandığında 1960 yılının takviminden henüz iki yaprak eksilmişti. Çileli ömrü hapishanelerde ve sürgünlerde geçen Bediüzzaman'ı sadece gazete haberlerinden biliyordu yeni yetme foto muhabiri Sökmen Baykara. Şişhane'den çıkıp Galata Köprüsü'ne vardığında yalnız olmadığını anlaması fazla sürmedi. Yeni İstanbul Gazetesi adına tek başına geldiği haber için Bab-ı Ali adeta çıkarma yapmıştı: Hürriyet'ten altı muhabir, Milliyet'ten beş! Tercüman ve irili ufaklı onlarca gazetenin muhabirleri de... Mesleğin duayenleri Hürriyet Gazetesi Fotoğraf Masası Şefi Alaattin Büte, Firuzan Topsümer; Tercüman'dan Bob İsmet; Milliyet'ten Rüchan Ünver, İlhan Demirel, Özdemir Gürsoy; Yeni Sabah'tan Abidin Behbur, Muammer Teoman; Hayat Mecmuası'ndan İnal Tengizman Galata köprüsünden geçecek konvoyu Karaköy'de karşılamak için yerlerini almıştı.

 

Said Nursi'nin daha önce yayınlanan bu fotoğrafını da Sökmen baykara çekmişti. Said Nursi namazını bozarak foto muhabire tepki gösterdiği o anlar..

 

KİMSE TEK BİR KARE ÇEKEMEDEN SAİD NURSİ OTELE GİRİYOR

 

Film setini aratmayan bir atmosferde arabanın görünmesiyle habercilik maratonu da başlıyor. Kalabalık önce Cağaloğlu yokuşunu çıkıyor, ardından Divan Yolu caddesinde ilerliyor. Pierre Loti Oteli'ne gelince araba duruyor, kapı açılıyor; fakat şemsiyeler de... Kimse tek bir kare dahi çekemeden Bediüzzaman otele giriyor. Hengame de son buluyor. Meftun Ogaç'tan Burhan Altaş'a herkes için tam bir sükut-ı hayal! Yakınmalar, dövünmeler birbirine karışıyor. Şef'e ne denecek telaşına cevap aranıyor. Küçük kümelenmeler gerekli olan fotoğrafın çekilmesi için yeni taktik ve stratejileri işaret ediyor. Çömez Sökmen ise tek başına. Gözü Akşam'dan Şeref Köylübay'a ilişiyor. Üstelik onun motosikleti de var. Acil bir durumda rahatlıkla meşhur misafirin peşine takılabilirler. Anlaşma ise gayet basit. Kim çekerse diğerine verecek.

 

İLK FOTOĞRAFI ÇEKTİĞİ ZAMANI KENDİSİ DE HATIRLAMIYOR

 

Gazeteye telefon açıp durumu haber verdiğinde "Sen de otelden oda tut" cevabıyla şaşırıyor. İlk defa gazetenin vereceği parayla bir otelde kalacak. Oda 35 lira, aylık maaşı ise 150. Şefe ne derim tedirginliğine, gazete bu kadar para harcıyor, bir şeyler yapmalıyım baskısı da ekleniyor. Artık büyük gazetelerin kurt foto muhabirleriyle değil, kendisiyle yarışı başlıyor. Önce otelin etrafını turluyor. Karşıda SSK hastanesinin terasını fark ediyor. Terasa çıkıp beklemeye başlıyor. İlk fotoğrafı çektiğinde sabah mıydı, öğlen mi, kendisi bile hatırlamıyor.

 

BALKONDAN İKİ KARE FOTOĞRAF

 

 

 

Bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmayan fotoğrafta Bediüzzaman Said-i Nursi, perdesi aralanmış pencereden uzaklara bakıyor. "Tamam", diyor, "hiç yoktan bir kare çektim." Fakat bununla yetinmiyor. Bu sefer otelin terasına çıkıyor. Etraf kalabalık. Bütün gazeteciler orada. Üstelik her yerde burunlarının dibinde biten çömezden rahatsızlar. "Yahu Sökmen nereye gitsek oradasın!" Fakat onun gözü 28 numaralı odadadır. Said Nursi'nin odasının hemen bitişiğinde, 29 numarada talebesi Zübeyir Gündüzalp ve avukatı Bekir Berk ile birlikte kendisini sevenler ve eşlik edenler kalıyor. Herkes terasta toplanmışken o bir alt kata iniyor ve kapıyı da açılmayacak şekilde çekiyor. Koridorun başından kapılara vurarak ilerliyor. 31 numaralı odanın kapısını çaldığında yüzüne çarpılıyor. 30 numaralı odanın kapısını çaldığında ise orta yaşlı bir çift karşılıyor kendisini. Dışarı çıkmaya hazırlanıyorlar ya da henüz gelmişler. Kadın, haline acıyarak balkondan fotoğraf çekmesine izin veriyor. Odaların müşterek balkonlara açılmasını fırsat bilerek yavaş yavaş 28 numaralı odanın olduğu balkona doğru ilerliyor. Balkondan balkona ilerlerken çıkan gürültü ile donup kalıyor. Kendi deyişiyle, heyecandan yaprak gibi titriyor. Meğer balkonda bulunan bir leğeni devirmiş. Çıkan gürültü sonrası yan pencereler de açılıyor ve bütün gözler üstünde. Üstadın avukatı ve talebesiyle göz göze geliyor. Müdahale etmemelerini, üstü kapalı bir onay gibi anlıyor. 28 numaralı odanın penceresinden iki kare çekiyor. 12 pozluk filmden sadece iki kare... Bir yandan da, engel olunursa makineyi balkondan aşağı atma hesapları yapıyor. Aşağıya inip Şeref Köylübay'ı ararken bir de bakıyor ki, tekrar bir telaş var ortada. Bediüzzaman ve talebeleri toplanmış, Ankara'ya doğru yola çıkıyorlar. Otelin önünde bir curcuna. Şeref Köylübay'ın "Ortalık toz duman neredesin sen?" çıkışına, "Ben çektim!" cevabını veriyor. Köylübay oracıkta diğerlerini atlatmanın heyecanıyla bayılacak gibi oluyor. Filmlerin daha çabuk tab edilmesi için Şeref Köylübay'ın da çalıştığı, Malik Yolaç'ın sahibi olduğu Akşam gazetesinin yolu tutuluyor. Malum Yeni İstanbul Şişhane'de. Uzak...

 

BEDİÜZZAMAN: O ÇOCUK İŞİNİ YAPTI

 

Filmler 9-12 cm kartlara basılıyor. Yapılan centilmenlik anlaşmasına göre Bediüzzaman'ın kıyamda olan fotoğrafı Akşam, eliyle tepki gösterdiği fotoğrafı da kendisinin çalıştığı Yeni İstanbul kullanacaktır. Şeref Köylübay fotoğrafları sanki kendisi çekmiş gibi uydurma bir fotoğraf altıyla ikisini birden yayımlayınca keyfi kaçıyor Sökmen Baykara'nın. Üstelik Bedizzüman Said Nursi iki ay sonra vefat ettiğinde de bütün uyarılara rağmen yine iki fotoğraf da Şeref Köylübay imzasıyla yayımlanıyor Akşam'da. Baykara'nın tek tesellisi, Üstad'ın vefatından önce, "O çocuk işini yaptı, rahatsız etmeyin" deyişi oluyor. Ne gazetesinin verdiği 500 liralık ikramiye, ne de takım elbiseden çoraba kadar hediye edilen kıyafetler... Çektiği güzel bir kare ile yarışmalara bile giremiyor. Bu kızgınlık ve küskünlükle 12 yıl mesleki fotoğraf yarışmalardan uzak kalacaktır. Son çare, hukuk yoluna baş vuruyor. Gazetenin avukatı ceza hukuku profesörü Sahir Erman'a dava açtırıyor. 27 Mayıs'la birlikte bütün davalar düşünce bu da akim kalıyor.

 

Fotoğraf için o günlerde Nur talebelerine yakınlığı ile bilinen Yücel Hacaloğlu, Yağmur Yayınları'nın sahibi İsmail Dayı gibi kişiler aracı oldularsa da Sökmen Baykara negatifleri kimseye vermiyor. Üstelik, o zaman kendisine teklif edilen paralar Nişantaşı'ndan dört daire alabilecekken. O kareleri evinin en gizli bölmelerinde, banka kasalarında saklayarak bugünlere kadar korumayı başarıyor. Aradan geçen 53 yıldan sonra mukaddes bir emanet gibi kasasından çıkarıp yeniden tarattığında ise ilk günkü heyecanı yeniden yaşıyor.

 

İLK FOTOĞRAFI YAHYA KEMAL'İN CENAZESİ

 

Yeni İstanbul'dan sonra Sökmen Baykara için emekli olana kadar çalışacağı Hürriyet Gazetesi günleri başlıyor. Emniyetçi babanın sekiz çocuğundan biri olarak 1936 yılında başlayan hayatında belki de en uzun süre kaldığı yer Ankara. Kurtlar sofrası İstanbul'dan uzaklaşmak istiyor. Oysa İstanbul'a bin bir umutla, çocuk denecek yaşta gelmiştir. Babası yıllık izni için memleketi Hatay'a gittiğinde o da 1954 yılında taşındıkları İzmir'den Ege yolcu gemisiyle İstanbul'un yolunu tutar. Memur babaya yük olmamak için Kemeraltı'nda satılan çoraplardan kazandığı para İstanbul macerası için cesaret verecek bir meblağı bulmuştur. Adnan Menderes'in başlattığı istimlak ve yıkımlar ona yeni fırsatlar açar. İnşaatlarda tuğla taşırken, Taşkasap'taki gazetecilik okuluna devam eder. Bütün bunlardan ailesinin haberi bile yoktur. Gazetede ilk fotoğrafı 1958 yılının son aylarında yayımlanır, ama imzasız. Bu fotoğraf, Yahya Kemal Beyatlı'nın cenaze törenidir.

 

Fotoğrafların altına imza atılmaya başlanınca ailesi haberdar olur. Babası içine 35 lira koyarak bir mektup gönderir. Aslında bu, gurbetteki oğula yapılan bir imtihandır. "Ben bu parayı kabul etsem, annem diyecek ki, 'Bu deli oğlan gitti, kibrine de yediremiyor ama parayı aldığına göre demek ki durumu iyi değil.' Hemen parayı aynı şekilde iade ettim babama. Merak etmemeleri için de arkasında mektup yazdım. '900 lira maaş alıyorum, çok iyiyim.' diye. Bu sefer de aileden ikinci mektup geliyor: "Oğlum 900 lira çok iyi para, bizim vaziyetimiz pek iyi değil, bize para gönder." Elinde avucunda ne varsa gönderiyor ailesine. Yine işkembe çorbasına talim!

 

Hayatı maceralarla ve mücadelelerle dolu Sökmen Baykara'yı Antalya'da geçirdiği motorsiklet kazası sonrası öldü diye morga atıyorlar. Sonra gerçek anlaşılıyor, morgtan alıyorlar fakat yirmi iki gün komada kalıyor. Bu olaylardan sonra 1952 yılında Antalya'dan Niğde'ye taşındıklarında bir süre bir ahbaplarından birisinin yanında Volklaner marka bir makine ile fotoğrafçılık yapsa da, ilk makineyi Kore'de askerlik yapan ağabeyi alıyor: 35 milimetrelik Agfa ve Ricoflex. Gazetecilik okuluna devam ederken bir arkadaşının tavsiyesi ile Yeni İstanbul Gazetesi'nde buluyor kendini. Yazı İşleri Müdürü Muzaffer Soysal'dır. Kadroda kimler yok ki: İlhan Bardakçı, Orhan Koloğlu, Fikret Adil, Reşat Aygen, Nizamettin Nazif Tepedenlioğlu var. Daha sonra Tarık Buğra Yazı İşleri müdürü oluyor. FIFA kokartlı hakem Sulhi Garan spor müdürlüğü yapıyor. Yeni İstanbul'da yedi sene çalıştıktan sonra araya askerlik giriyor. Ardından da 27 Mayıs darbesi... Askerlik dönüşü birçok gazeteden teklif gelse de Hürriyet'i tercih ediyor.

 

DÜNYAYA AÇILAN PENCERELER

 

Oldukça renkli bir hayat yaşayan Sökmen Baykara, bugün Rolleflex makinesi ile kaydettiği siyah beyaz günleri de, Nikon'uyla yakaladığı renkli negatiflerin büyülü dünyasını da aynı coşkuyla hatırlıyor. Antalya'da, Bey Dağları'ndan falezlere uzanan bir panoramada âlemi seyrediyor. Kadrajına karlı zirveler de giriyor, hırçın dalgalar da. Nikon'unun ucuna monte ettiği aynalı 500 mm'lik telesiyle şahinlerle kargaların kavgası, güneşe doğru yolculuğa çıkmış tayyareler gözünden kaçmıyor. Balkonunda her zaman hazır bekliyor. Ne de olsa eskiden olduğu gibi film hesabı yapan da yok. "Ne oldu, leblebi gibi film harcamışsınız!" azarı da çok uzaklarda. Eskisi gibi sabahın erken saatlerinde Konyaaltı Plajı'na gidip kilometrelerce yüzemese de sosyal medyada fırtına gibi esiyor. İnterneti biri Fransa'da, diğeri İngiltere'de yaşayan Berkol ve Cem ile görüntülü konuşmak için kullanmıyor sadece.10 yıl önce kaybettiği çok sevdiği eşinin de yer aldığı siyah beyaz ve renkli unutulmaz anlarını ve anılarını paylaşıyor.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

 

Türkiye’deki Müslümanlar neden tutuklanıyordu

Müslümanca yaşamak isteyenlere reva görülen zulümlerden sadece birini gösteren Milliyet Gazetesi’nin 31 Aralık 1962 tarihli haberi

 

***

 

Burdur Ağır Ceza Mahkemesi, nurculuk ithamıyla mahkeme huzuruna getirilen 2 vatandaşı 17.4.1964′de berat ettirmişti. Müddei Umumi (Savcı) bu beraat kararını temyiz etmiş, temyiz 1.Ceza Dairesi de bu kararı bozmuştu. Mahkeme davaya yeniden bakmış ve beraat kararında ısrar kararı vermişti. Dosya tekrar temyize gitmiş ve Temyiz Ceza Genel Kurulu uzun bir esbab-ı mucibe şerhederek beraat kararını bozmuştur. (20.9.1965) Mahkeme artık bu karara uyarak, maznunları mahkum etmek mecburiyetindedir.

 

Temyiz Ceza Genel Kurulunu’nun kararındaki belli-başlı suç unsuruları şunlardır (Bu suçlamalara parantez içinde kısaca cevap verdik. KAYNAKLAR kısmına da cevaplarımızın kaynaklarını ya hemen yazdık, ya da birçok kaynağı ihtiva eden konuların bağlantılarını ekledik.) :

 

1. Said-i Nursi Atatürk düşmanıdır.  (Her Müslüman dinimizin aleyhinde olanlara düşman olmalıdır)

 

2. Ayasofya’nın müze olmasını takbih etmiştir (Kınamıştır). (Her Müslümanın kınaması gerekir.)

 

3. Kendisine keramet isnad etmektedir.

 

(M. Kemal aleyhinde olup ve buna rağmen kelleyi kurtarabilmesi keramet olsa gerek. Şaka bir yana, keramet sahibi olduğuna inanmasak da olur. ["Kelle" tabiri için affedersiniz] )

 

4. Şapka giymemiştir ve şapka giymeyi kafirlere benzemek olarak tavsif etmiştir.

 

(Neden şapka giysin? Şapka giymeyeni değil, şapkayı zorla millete dayatanı dava etmek lazım aslında. Böyle bir mecburiyet dünyanın neresinde görülmüş? Üstelik doğrudur, zaruretsiz şapka giyen kafir olur, zira yahudi dininin sembolüdür, şiarıdır, alametidir. Alamette taklid ise insanı kafir eder.)

 

5. Radyoyu kudret-i ilahiyenin bir cilvesi olarak izah etmiştir. (Ne var bunda?)

 

6. Laikliğe cephe almıştır. (Her Müslümanın laikliğe cephe alması gerekir.)

 

7. Devrimlere karşıdır. (Her Müslümanın Atatürk devrimlerine karşı olması gerekir.)

 

8. Atatürk idaresini, hadiselerde gösterilen dehşetli ahir zaman, dinsizlik, komünistlik, ifsat komitelerinin faaliyet yılları olarak göstermiştir. (Çok da güzel yapmış. )

 

9. Islamiyete uymayan devrimlerin gayrı meşru olduğunu iddia etmiştir. (Islamiyete uymayan bir şey gayrı meşru değil midir?)

 

10. Türk devletinin dini, din-i Islam’dır demiştir. (Müslümanların kurduğu devlet, Islam Devleti olmalıdır zaten. Zira Müslümanların kitabı Kur’an-ı Kerim’de Devletin uyması gereken kanunlar vardır.)

 

11. Kur’an dışında anayasaya lüzum yoktur demiştir. (Evet, öyledir. Müslümanların kitabı Kur’an-ı Kerim’dir. Bu kitap, kendisine uyulması için gönderilmedi mi?)

 

12. Milliyetçi düşmanıdır.

 

(Müminler ancak kardeştirler, ayetle sabittir. Arap, Kürt, Türk olması önemli değil. Türk olup Müslüman olmayanlar Müslüman Türkün kardeşi olamaz. Kürt olup Müslüman olanlar Müslüman Türkün kardeşidir.)

 

13. Islam devleti için tek milliyet, Islam milletidir demiştir. (Cevabını yukarıda verdik.)

 

14. Islam birliğine taraftardır. (Hangi Müslüman karşı olabilir?)

 

15. Kadınların örtünmesine taraftardır. (Kur’an’ın emridir. Bu durumda suçlu -haşa- Allah mı oluyor?)

 

16. Faizin kaldırılmasını istemektedir. (Kur’an’ın emridir.)

 

17. Şeriat taraftarıdır. (Kur’an’ın emridir.)

 

18. Ayetlere batını indi manalar vermiştir.

 

(Sizin şapka giyeceksiniz diye halka dayattığınız gibi bu manaları başkasına dayatmış mıdır?)

 

19. Kürtçülük propagandası yapmıştır.

 

(12′inci maddede “Milliyetçi düşmanı” olmakla suçlanmıştı. O halde nasıl Kürtçülük yapıyor?)

 

20. Hilafet ve saltanatı geri getirmek istemiştir. (Her Müslümanın görevidir Hilafeti getirmek.)

 

 

 

**********

 

 

 

KAYNAKLAR:

 

Temyiz Ceza Genel Kurulunu’nun kararındaki belli-başlı suç unsurularının yer aldığı bu liste için bakınız;

 

Yeni Istiklal Gazetesi, 15 Aralık 1965, sayı 27, sayfa 3.

 

Ayrıca bakınız; Yargıtay Onursal 1. Başkanı Imran Öktem’in 1966-1967 Adli Yıl Açılış Konuşması.

 

***

 

Listedeki suçlamalara parantez içinde verdiğimiz cevapların kaynakları:

 

**1. M. Kemal Atatürk’ü her Müslüman reddetmelidir:

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/buraya2/

 

**2. Bakara Suresi

 

114 – Allah’ın mescitlerini, içlerinde Allah’ın isminin anılmasından meneden ve onların harap olmalarına çalışan kimselerden daha zâlim kim olabilir! İşte bunlar, oralara korka korka girmekten başka birşey yapmazlar. Bunlara dünyada perişanlık, ahirette de büyük bir azap vardır.

 

**3. M. Kemal Atatürk muhaliflerinin başına gelenler için bakınız;

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/09/26/istiklal-mahkemeleri/

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/04/30/m-kemal-ataturkun-sapka-zulmu-ve-istiklal-mahkemesinde-asilan-alimler-hocalar/

 

**4. Şapka giymenin kafir edeceğine dair bakınız;

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/06/05/seyhulislamin-sapka-fetvasi/

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/06/05/sapka-takmanin-kafir-edecegine-dair-iskilipli-atif-hoca/

 

**5. —

 

**6. Her Müslümanın laikliğe cephe alması gerekir. Çünkü Islamiyet laiklikle bağdaşmaz:

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/10/05/islamiyetle-laiklik-bagdasir-mi-babanzade-ahmed-naim/

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/07/26/prof-dr-ilber-ortayli-islamda-laiklik-olmaz/

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/10/02/laiklik-nedir-cesur-bir-laikin-agzindan-laikligin-gercek-yuzu/

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/09/28/turkiyede-ve-avrupada-laiklik-anlayisi/

 

https://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/06/15/ahmed-hamdi-basar-da-bizdeki-laiklige-dinsizlik-diyor/

 

**7. Her Müslümanın Atatürk devrimlerine karşı olması gerekir. Örneğin tatil gününün Cuma’dan Pazar’a kaydırılması:

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/07/06/m-kemal-ataturk-kendini-ele-veriyor-cuma-ve-pazar-tatili-konusunda-bu-kadar-da-olmaz/

 

**8. Said-i Nursi’nin bu çalışması için bakınız;

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/09/07/bediuzzaman-said-i-nursinin-rh-a-deccal-islam-deccali-sufyan-calismasi-ve-m-kemal-ataturk/

 

**9. —

 

**10, 11, 17 ve 20. Şeriat ve Hilafet için bakınız;

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/04/25/imam-i-azam-ebu-hanife-rh-a-seriat-hakkinda-ne-dedi/

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/07/02/kuran-nizami-hilafetseriathukumkanun-ile-ilgili-bir-kac-ayet-i-kerime/

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/07/09/seriat-hukum-kanun-hakkinda-birkac-hadis-i-serif/

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/08/11/turkiyede-laik-sistemden-dolayi-uygulanamayan-bir-ayet/

 

**12, 13 ve 14. Milliyetçilik hakkında bakınız;

 

http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/05/31/ataturk-milliyetcilerine-ithaf-olunur/

 

**15. Örtünmek hakkında Elmalılı mealinden iki ayet meali:

 

Nur Suresi

 

31 – Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsî güçten düşmüş) hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.

 

***

 

Ahzab Suresi

 

59 – Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına hep söyle de cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerini sımsıkı örtsünler. Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

 

**16. Faiz haramdır. Elmalılı mealinden:

 

Bakara Suresi

 

275 – Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, “alışveriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır.

 

Ayetin tefsiri için Ehl-i Sünnet alimlerinin tefsirlerine bakılmalıdır. Örneğin Ömer Nasuhi Bilmen’in, Imam Kurtubi’nin veya Elmalılı tefsirlerine bakılabilir.

 

**17. 10′uncu maddede cevabını verdik.

 

**18. —

 

**19. —

 

**20. 10′uncu maddede cevabını verdik.

 

******

 

Said-i Nursi ve talebeleri, veya onların şahsında Türkiye’deki bütün Müslümanlar neden suçlanıyordu? Islam’ın emirlerine uydukları için mi?

 

 

 

**********

 

 

 

Kadir Çandarlıoğlu

 

 

 

**********

 

 

 

“Belgelerle Gerçek Tarih” isimli 792 sayfalık çalışmamızı ücretsiz indirebilirsiniz:

 

http://www.mediafire.com/?vgk9k8cozdpy7ez

 

*

 

Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:

 

http://www.belgelerlegercektarih.wordpress.com

 

*

 

By belgelerlegercektarih • Posted in HILAFET, HALIFELIK, ŞERIAT, ISLAM DÜŞMANLARI, KEMALIZM, M. KEMAL ATATÜRK        • Tagged bediüzzaman atatürk, chpnin zulümleri, kemalistlerin zulümleri, kemalizmin zulümleri, laiklik dinsizlik mi, laiklik zulüm, müslmüanlara yapilan zulümler, nurcular tutuklandi, saidi kürdi atatürk, saidi nursi atatürk, Türkiyede müslümanlar

EYL

7

2012

Bediüzzaman Said Nursi’nin (rh.a.) Deccal (Islam Deccalı / Süfyan) çalışması ve M. Kemal Atatürk

Bediüzzaman Said Nursi’nin (rahmetullahi aleyh) Deccal (Islam Deccalı / Süfyan) çalışması ve M. Kemal Atatürk (Fotoğrafları biz ekledik)

 

BEŞİNCİ ŞUA’NIN İKİNCİ MAKAMI VE MESELELERİ

 

*

 

Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız

 

**Birinci Mesele**

 

 

 

Rivayette var ki, “âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyanın eli delinecek.”

 

Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki, “Filân adamın eli deliktir.” Yani çok müsriftir.

 

İşte, “Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamaı uyandırarak insanların o zayıf damarlarını tutup kendine musahhar eder” diye bu hadîs ihtar ediyor; “İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer” diye haber verir.

 

 ***

 

**İkinci Mesele**

 

 

 

Rivayette var ki, “âhirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında ‘Hâzâ kâfir’ yazılmış bulunur.”[1]

 

Allahu a’lem bissavab, bunun tevili şudur ki: O Süfyan, kendi başına frenklerin serpuşunu (şapka) koyup herkese de giydirir. Fakat cebir ve kanunla tâmim ettiğinden, o serpuş dahi secdeye gittiği için, inşaallah ihtida eder; daha herkes -yalnız istemeyerek- onu giymekle kâfir olmaz.

 

 

 

Dipnot:

 

[1] Buhari, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101, 102; Tirmizî, Fiten: 62; Müsned, 3:115, 211, 228, 249, 250, 5:38, 404-405, 6:139-140.

 

***

 

**Üçüncü Mesele**

 

 

 

Rivâyette var ki, “âhirzamanın müstebit hâkimleri, hususan Deccalın yalancı cennet ve cehennemleri bulunur.”[1]

 

-Gerçek Allah katındadır. Ancak O bilir- bunun bir tevili şudur ki: Hükûmet dairesinde karşı karşıya kurulan ve birbirine bakan vaziyette bulunan hapishane ile lise mektebi, “Biri hûri ve gılmanın çirkin bir taklidi, diğeri azap ve zindan suretine girecek” diye bir işarettir.

 

 

 

Dipnot:

 

[1] Müslim, Fiten, 104, 109; İbn-i Mâce, Fiten: 33; Müsned, 5:397.

 

 ***

 

**Dördüncü Mesele**

 

 

 

Rivâyette var ki, “âhirzamanda Allah Allah diyecek kalmaz.”[1]

 

-Gaybı ancak Allah bilir- Bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: “Allah Allah Allah” deyip zikreden tekkeler, zikirhâneler, medreseler kapanacak ve ezan ve kamet gibi şeâirde ismullah yerine başka isim konulacak demektir. Yoksa, umum insanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir. Çünkü Allah’ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah’ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfâtında hatâ ediyorlar.

 

Diğer bir tevili şudur ki: Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için, mü’minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir. Kıyamet kâfirlerin başlarında patlar.

 

 

 

Dipnot:

 

[1] Müslim, İmân: 234; Tirmizi, Fiten: 35; Müsned, 3:107, 201, 259.

 

 ***

 

**Beşinci Mesele**

 

 

 

Rivayette vardır ki, “âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar ulûhiyet dâva edecekler ve kendilerine secde ettirecekler.”[1]

 

Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Nasıl ki padişahı inkâr eden bir bedevî kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. Aynen öyle de, tabiiyyun ve maddiyyun mezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rububiyet tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubudiyetkârâne serfüru ettirirler, başlarını rükûa getirirler demektir.

 

 

 

Dipnot:

 

[1] el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:508; İbn-i Kesîr, Nihayetü’l-Bidâye ve’n-Nihâye: 1:125, 126; Müsned, 4:20, 5:372

 

 ***

 

**Altıncı Mesele**

 

 

 

Rivayette var ki, “Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.”[1]

 

Bunun için bin üç yüz sene zarfında emr-i Peygamberî ile bütün ümmet o fitneden istiâze etmiş, azab-ı kabirden sonra

 

[2] vird-i ümmet olmuş.

 

Allahu a’lem bissavab, bunun bir tevili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâp ederler. Meselâ, Rusya’da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler. Ve kadın, kendi güzelliklerini göstermeye fıtraten çok meyyal olmasından, seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar. Ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlûp olup o ateşe sarhoşâne bir sürurla düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid’aları, birer câzibedarlıkla pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa, cebr-i mutlakla olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.

 

 

 

Dipnotlar:

 

[1] Süyûtî, el-Fethü’l-Kebîr: 1:315, 2:185, 3:9; el-Hâvî Li’l-Fetâva: 2:217; Ebû Abdullah Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs: 1:266.

 

[2] Süyûtî, el-Orfu’l-Verdî fî Ahbari’l-Mehdî (el-Hâvî li’l-Fetâva): 2:234; Ahmed Zeynî Dahlan, el-Fütûhâtü’l-İslâmiye: 294; el-Berzenci, el-İşâa’ fî Eşrâti’s-Sâa’: 95-99; İbn-i Haceri’l-Heytemî, el-Fetâva’l-Hadîsiyye: 36; Muhtasar u Tezkireti’l-Kurtubî: 133-134.

 

 ***

 

**Yedinci Mesele**

 

Rivayette var ki, “Süfyan büyük bir âlim olacak, ilimle dalâlete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar.”

 

Ve’l-ilmu indallah, bunun bir tevili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüt eden maarifi rehber edip tâmimine şiddetle çalışır, demektir.

 

***

 

**Sekizinci Mesele**

 

 

 

Rivayetler, Deccalın dehşetli fitnesi İslâmlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiâze etmiş.

 

-Gaybı ancak Allah bilir- Bunun bir tevili şudur ki: İslâmların Deccalı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Ali’nin (r.a.) dediği gibi demişler ki: Onların Deccalı Süfyandır, İslâmlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin Büyük Deccalı ayrıdır.[1] Yoksa Büyük Deccalın cebir ve ceberut-u mutlakına karşı itaat etmeyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz.

 

 

 

Dipnot:

 

[1]“Mesih Deccalın fitnesinden… Ahirzaman fitnesinden… (sana sığınıyoruz Allah’ım).” Buhari, Daavât: 37, 39, 44, 45, 46, Ezan: 149, Cenâiz: 88, Fiten: 26; Müslim, Mesâcid: 127, 128, 130-134; Müsned, 6:139.

 

 ***

 

**Dokuzuncu Mesele**

 

Rivayetlerde, vukuat-ı Süfyaniye ve hâdisât-ı istikbaliye Şam’ın etrafında ve Arabistan’da tasvir edilmiş.

 

Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Merkez-i hilâfet eski zamanda Irak’ta ve Şam’da ve Medine’de bulunduğundan, râvîler kendi içtihadlarıyla, daimî öyle kalacak gibi mânâ verip, merkez-i Hükûmet-i İslâmiye yakınlarında tasvir etmişler, Halep ve Şam demişler. Hadisin mücmel haberlerini, kendi içtihadlarıyla tafsil etmişler.

 

 ***

 

**Onuncu Mesele**

 

Rivayetlerde, eşhas-ı âhirzamanın fevkalâde iktidarlarından bahsedilmiş.

 

Vel’ilmü indallah, bunun tevili şudur ki: O şahısların temsil ettikleri mânevî şahsiyetin azametinden kinâyedir. Bir vakit Rusya’yı mağlûp eden Japon Başkumandanının sûreti, bir ayağı Bahr-i Muhitte, diğer ayağı Port Arthur Kalesinde olarak gösterildiği gibi, şahs-ı mânevînin dehşetli azameti, o şahsiyetin mümessilinde, hem o mümessilin büyük heykellerinde gösteriliyor. Amma fevkalâde ve harika iktidarları ise, ekser icraatları tahribat ve müştehiyât olduğundan, fevkalâde bir iktidar görünür. Çünkü tahrip kolaydır. Bir kibrit bir köyü yakar. Müştehiyat ise, nefisler taraftar olduğundan çabuk sirayet eder.

 

 ***

 

**On Birinci Mesele**

 

 

 

Rivayette var ki, “âhirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder.”[1]

 

Allahu a’lem bissavab, bunun iki tevili var: Birisi: O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya’daki gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.

 

İkinci tevili: O fitne zamanında, harplerde erkeklerin çoğu telef olmasından, hem bir hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinayedir. Belki hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder; veledi kendi suretine çekmeye sebebiyet verdiğinden, emr-i İlâhî ile kızlar pek çok olur.

 

 

 

Dipnot:

 

[1] Buhari, Nikâh: 110. Ayrıca, bir erkeğin elli kadına nezâret edeceğine dair hadis için bak: Buhari, İlim: 21, Eşribe: 1; Müslim, İlim: 9; Tirmizi, Fiten: 34; İbn-i Mâce, Fiten: 25; Müsned, 3:98, 176, 202, 213-214, 273, 289

 

 ***

 

**On İkinci Mesele**

 

Rivayetlerde var ki, “Deccalın birinci günü bir senedir, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür.”[1]

 

-Gaybı ancak Allah bilir- Bunun iki tevili vardır:

 

Birisi: Büyük Deccalın kutb-u şimâlî dairesinde ve şimal tarafında zuhur edeceğine kinaye ve işarettir. Çünkü kutb-u şimâlînin mevkiinde bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Bir gün şimendiferle bu tarafa gelse, yaz mevsiminde bir ay mütemadiyen güneş gurub etmez. Daha bir gün otomobil ile gelse, bir haftada daima güneş görünür. Ben Rusya’daki esaretimde bu mevkie yakın bulunuyordum. Demek Büyük Deccal, şimalden bu tarafa tecavüz edeceğini mucizâne bir ihbardır.

 

İkinci tevili ise: Hem Büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç devre-i istibdatları mânâsında üç eyyam var. “Bir günü, bir devre-i hükûmetinde öyle büyük icraat yapar ki, üç yüz sene yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede, otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi âdileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır” diye, gayet yüksek bir belâgatla ümmetine haber vermiş.

 

Dipnot:

 

[1] Müslim, Fiten: 110; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Tirmizi, Fiten: 59; İbn-i Mâce, Fiten: 33; Müsned, 4:181.

 

 ***

 

**On Üçüncü Mesele**

 

Katî ve sahih rivayette var ki, “İsa Aleyhisselâm Büyük Deccalı öldürür.”[1]

 

Vel’ilmü indallah, bunun da iki veçhi var: Bir veçhi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispritizma gibi istidracî harikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccalı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek, ancak harika ve mu’cizâtlı ve umumun makbulü bir zat olabilir ki, o zat, en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselâmdır.

 

İkinci veçhi şudur ki: Şahs-ı İsa Aleyhisselâmın kılınciyle maktul olan şahs-ı Deccalın, teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı mânevîsini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhânileridir ki, o ruhâniler din-i İsevînin hakikatini hakikat-i İslâmiye ile mezc ederek o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek. Hattâ, “Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdîye namazda iktida eder, tâbi olur”[2] diye rivayeti, bu ittifaka ve hakikat-i Kur’âniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder.

 

 

 

Dipnotlar:

 

[1] Tirmizi, Fiten: 62; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530.

 

[2] Buhari, Enbiya: 49; Müslim, İmân:244, 245, 247; İbn-i Mâce, Fiten: 33; Müsned, 2:336, 3:368

 

 ***

 

**On Dördüncü Mesele**

 

(Lozan’da Türk heyetinde yer alan Yahudi Hahambaşı Haim Nahum)

 

 

 

Rivayette var ki, “Deccalın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tâbi olurlar.”[1]

 

 

 

Allahu a’lem, diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça tevili Rusya’da çıkmış. Çünkü, her hükûmetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, komünist komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudi milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya’nın Başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin’den sonra Rus hükûmetinin başına geçirerek Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccalın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükûmetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.

 

 

 

Dipnot:

 

[1] Müslim, Fiten: 124; Müsned, 3:224, 292, 4:216-217.

 

 ***

 

**On Beşinci Mesele**

 

Ye’cüc ve Me’cüc hâdisâtının icmali Kur’ân’da olduğu gibi, rivayette bir kısım tafsilât var. Ve o tafsilât ise, Kur’ân’ın muhkematından olan icmali gibi muhkem değil, belki bir derece müteşabih sayılır. Onlar tevil isterler. Belki râvîlerin içtihadları karışmasıyla, tabir isterler.

 

Evet, bunun bir tevili şudur ki -Gaybı ancak Allah bilir- : Kur’ân’ın lisan-i semâvîsinde “Ye’cüc” ve “Me’cüc” namı verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski zamanda Çin-i Maçin’den bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç defa Asya ve Avrupa’yı hercümerc ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zîr ü zeber edeceklerine işaret ve kinayedir. Hattâ şimdi de komünistlik içindeki anarşistin ehemmiyetli efradı onlardandır.

 

Evet, ihtilâl-i Fransevîde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden, aşıladığı fikir, bilâhare bolşevikliğe inkılâp etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette, ektikleri tohumlar hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünkü kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir; daha siyasetle idare edilmez. Ve anarşistlik fikrinin tam yeri ise, hem mazlum kalabalıklı, hem medeniyette ve hâkimiyette geri kalan çapulcu kabileler olacak. Ve o şeraite muvafık insanlar ise, Çin-i Maçin’de kırk günlük bir mesafede yapılan ve Acaib-i Seb’a-i âlemden birisi bulunan Sedd-i Çinînin binasına sebebiyet veren Mançur ve Moğol ve bir kısım Kırgız kabileleridir ki, Kur’ân’ın mücmel haberini tefsir eden Zât-ı Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) mucizâne ve muhakkikane haber vermiş.

 

 ***

 

**On Altıncı Mesele**

 

Rivayette var ki: İsa Aleyhisselâm Deccalı öldürdüğü münasebetiyle, “Deccalın fevkalâade büyük ve minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm ona nisbeten çok küçük bulunduğunu”[1] gösterir.

 

Bunun bir tevili şu olmak gerektir ki -Gaybı ancak Allah bilir- : İsa Aleyhisselâmı nur-u İmân ile tanıyan ve tâbi olan cemaat-i ruhâniye-i mücahidînin kemiyeti, Deccalın mektepçe ve askerce ilmî ve maddî ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir.

 

 

 

Dipnot:

 

[1] İbn-i Kesîr, Nihâyetü’l-Bidâye ve’n-Nihâye, 1:103-4; Alâuddin el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 14:330; Süyûti, ed-Dürrü’l-Mensûr, 5:355; Süyûti, el-Hâvî Li’l-Fetâvâ, 2:588; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:244

 

 ***

 

**On Yedinci Mesele**

 

Rivayette var ki, “Deccal çıktığı gün bütün dünya işitir ve kırk günde dünyayı gezer ve harikulâde bir eşeği vardır.”[1]

 

Allahu a’lem, bu rivayetler tamamen sahih olmak şartıyla tevilleri şudur: Bu rivayetler mucizâne haber verir ki, “Deccal zamanında vasıta-i muhabere ve seyahat o derece terakki edecek ki, bir hadise bir günde umum dünyada işitilecek. Radyo ile bağırır, şark-garp işitir ve umum ceridelerinde okunacak. Ve bir adam kırk günde dünyayı devredecek ve yedi kıt’asını ve yetmiş hükûmetini görecek ve gezecek” diye, zuhurundan on asır evvel telgraf, telefon, radyo, şimendifer, tayyareden mucizâne haber verir.

 

Hem Deccal, deccallık haysiyetiyle değil, belki gayet müstebit bir kral sıfatıyla işitilir. Ve gezmesi de her yeri istilâ etmek için değil, belki fitneyi uyandırmak ve insanları baştan çıkarmak içindir. Ve bindiği merkebi ve himarı ise, ya şimendiferdir ki bir kulağı ve bir başı cehennem gibi ateş ocağı, diğer kulağı yalancı cennet gibi güzelce tezyin ve tefriş edilmiş. Düşmanlarını ateşli başına, dostlarını ziyafetli başına gönderir. Veyahut onun eşeği, merkebi, dehşetli bir otomobildir veya tayyaredir veyahut -sükût lâzım!

 

 

 

Dipnot:

 

[1] İbn-i Kesîr, Nihâyetü’l-Bidâye ve’n-Nihâye, 1:106; İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, 7:495-500.

 

 ***

 

**On Sekizinci Mesele**

 

Rivayette var ki, “Ümmetim istikametle gitse, ona bir gün var.”[1]

 

Yani,[*] -fî yevmin kâne mıkdâruhu elfe seneh- âyetinin sırrıyla, bin sene hâkimâne ve mükemmel yaşayacak. Eğer istikamette gitmezse, ona yarım gün var. Yani, ancak beş yüz sene kadar hâkimiyeti ve galibiyeti muhafaza eder. Allahu a’lem, bu rivâyet kıyametten haber vermek değil, belki İslâmiyetin galibâne hâkimiyetinden ve hilâfetin saltanatından bahseder ki, ayn-ı hakikat ve bir mucize-i gaybiye olarak aynen öyle çıkmış. Çünkü hilâfet-i Abbâsiyenin âhirinde, onun ehl-i siyaseti istikameti kaybettiği için, beş yüz sene kadar yaşamış. Fakat ümmetin heyet-i mecmuası ise, istikameti kaybetmediğinden, hilâfet-i Osmaniye imdada gelip bin üç yüz sene kadar hâkimiyeti devam ettirmiş. Sonra Osmanlı siyasiyyunları dahi istikameti muhafaza edemediğinden, o da ancak (hilâfetle) beş yüz sene yaşayabilmiş. Bu hadîsin mucizâne ihbarını, hilâfet-i Osmâniye kendi vefatıyla tasdik etmiş. Bu hadisi başka risalelerde dahi bahsettiğimizden burada kısa kesiyoruz.

 

 

 

Dipnot:

 

[1] Ebû Dâvud, Melâhim: 18; Müsned, 1:170, 4:193.

 

[*] Sizin gününüzle bin sene kadar uzun olan kıyâmet gününde” Secde Sûresi: 32:5.

 

 ***

 

**On Dokuzuncu Mesele**

 

Rivayetlerde, âhirzamanın alâmetlerinden olan ve âl-i Beyt-i Nebevîden Hazret-i Mehdînin (Radıyallahu Anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. Hattâ bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velâyet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.

 

Allahu a’lem bissavab, bu ayrı ayrı rivayetlerin bir tevili şudur ki: Büyük Mehdînin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi, her bir asır, me’yusiyet vaktinde kuvve-i maneviyesini teyid edecek bir nevi Mehdîye veyahut Mehdînin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan, rahmet-i İlâhiye ile her devirde, belki her asırda bir nevi Mehdî âl-i Beytten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş. Meselâ, siyaset âleminde Mehdî-i Abbâsî ve diyanet âleminde Gavs-ı âzam ve Şâh-ı Nakşibend ve aktâb-ı erbaa ve on iki imam gibi büyük Mehdînin bir kısım vazifelerini icra eden zatlar dahi, Mehdî hakkında gelen rivâyetlerde, medâr-ı nazar Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olduğundan, rivayetler ihtilâf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş: “Eskide çıkmış.” Her ne ise… Bu mesele Risale-i Nur’da beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar deriz ki: Dünyada mütesanit hiçbir hanedan ve mütevafık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, âl-i Beytin hanedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin.

 

Evet, yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler mânevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-i Kur’âniyenin mayasıyla ve imanın nuruyla ve İslâmiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden âl-i Beyt, elbette âhir zamanda, şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ihya ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdînin kemâl-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet mâkul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.

 

 ***

 

**Yirminci Mesele**

 

Güneşin mağripten çıkması[1] ve zeminden dâbbetü’l-arzın zuhurudur.[2]

 

Amma güneşin mağripten tulûu ise, bedahet derecesinde bir alâmet-i kıyamettir. Ve bedaheti için, aklın ihtiyarı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan bir hadise-i semâviye olduğundan, tefsiri ve mânası zâhirdir, tevile ihtiyacı yoktur. Yalnız bu kadar var ki:

 

Allahu a’lem, o tulûun sebeb-i zâhirîsi: Küre-i arz kafasının aklı hükmünde olan Kur’ân onun başından çıkmasıyla zemin divâne olup, izn-i İlâhî ile başını başka seyyareye çarpmasıyla hareketinden geri dönüp, garptan şarka olan seyahatini irade-i Rabbânî ile şarktan garba tebdil etmekle güneş garptan tulûa başlar. Evet, arzı şems ile, ferşi Arş ile kuvvetli bağlayan hablullahi’l-metîn olan Kur’ân’ın kuvve-i câzibesi kopsa, küre-i arzın ipi çözülür, başıboş, serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden güneş garptan çıkar. Hem müsademe neticesinde emr-i İlâhî ile kıyamet kopar diye bir tevili vardır.

 

Amma “dâbbetü’l-arz”: Kur’ân’da, gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı halinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise, ben şimdilik, başka mes’eleler gibi katî bir kanaatle bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: Gaybı ancak Allah bilir.

 

Nasıl ki kavm-i Firavuna çekirge âfâtı ve bit belâsı ve Kâbe tahribine çalışan kavm-i Ebrehe’ye ebâbil kuşları musallat olmuşlar. Öyle de, Süfyanın ve deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a’lem, o dâbbe bir nevidir. Çünkü, gayet büyük birtek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek, dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki, illâ dâbbetul ardı te’kulu minseeteh[3] âyetinin işaretiyle o hayvan, dâbbetü’l-arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler İmân bereketiyle ve sefahet ve su-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, İmân hususunda o hayvanı konuşturmuş.

 

Rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ.[4]

 

Subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alîmul hakîm.[5]

 

 

 

Dipnotlar:

 

[1] Buhari, Fiten: 25, Tefsîr-u Sûre: 6:9, Rikak: 40; Müslim, Tevbe: 31, İman: 248, 249, Fiten: 39, 40, 118, 128, 129; Ebû Dâvud, Cihad: 2, Melâhim: 11, 12; Tirmizi, Fiten: 21, Tefsîr-u Sûre: 6:8, 9; İbn-i Mâce, Fiten: 25, 28, 32; Dâremi, Siyer: 69; Müsned, 1:192, 2:164, 201…, 3:31, 4:6, 7.

 

[2]  Müslim, İmân: 249, Fiten: 39, 40, 118, 129; Ebû Dâvud, Melâhim: 11, 12; Tirmizi, Fiten: 21, Tefsir-u Sure 6:9; İbn-i Mâce, Fiten: 28, 31, 32; Müsned, 2:164, 201, 295, 4:6, 7, 5:268, 357

 

[3] Asâsını kemirmekte olan bir ağaç kurdu.” Sebe’ Sûresi: 34:14.

 

[4] Ey Rabbimiz! Bizden evvelkilere yüklediğin gibi bize de ağır vazifeler ve musibetler verme.” Bakara Sûresi: 2:286.

 

[5] Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi: 2:32.

 

 ***

 

NOT: Birçok düzenleme yapmak zorunda kaldım, bilhassa dipnotlarda… Bu yüzden bazı hataların olması mümkün. Burada bir hususun altını çizelim… Bediüzzaman Said Nursi’nin (rh.a.) bu çalışması kıyamete yakın çıkacak olan Büyük Deccal ile ilgili değil. Islam Deccalı, yani Süfyan ile ilgilidir. Bu paylaşım vesilesiyle Bediüzzaman’ın (rahmetullahi aleyh) Ruhuna el – Fatiha.

 

Elbette ben de Dualarınıza talibim.

 

 

 

**********

 

 

 

Kadir Çandarlıoğlu

 

 

Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz:

 

http://www.belgelerlegercektarih.wordpress.com

 

 

By belgelerlegercektarih • Posted in HILAFET, HALIFELIK, ŞERIAT, ISLAM DÜŞMANLARI, KEMALIZM, M. KEMAL ATATÜRK        • Tagged atatürk deccal mi, atatürk Islam deccali, atatürk süfyan mi, bediüzzaman atatürk, bediüzzaman kemal, hadislerle deccal, hadislerle süfyan, kemal bediüzzaman, kemal deccal mi, kemal Islam deccali, kemal saidi nursi, kemal süfyan mi, risalei nur 5. sua, risalei nur besinci sua, saidi kürdi atatürk, saidi kürdi deccal, saidi kürdi kemal, saidi kürdi süfyan, saidi nursi atatürk, saidi nursi kemal

ETİKETLER :
Diğer DKM-Analiz haberleri
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA