KERKÜK NERESİ, İŞID NEDİR
Irak’ta kim kimdir ve orada neler oluyor?
10 Haziran 2014 tarihinde Musul'a gelen IŞİD gruplarına karşı savaşacak herhangi bir güç yoktu. Zira bu saldırının önceden planlandığını akla getiriyor. Aynı gece kenti terk ederek Hewler'e giden Vali Esil Nuceyfi, bir gün önce yayınlandığı bir genelge ile 'kente gelecek olan 'mucahitlere' kurşun sıkılmaması için talimat vermişti'. Aynı zamanda Irak Meclisi başkanı Usame Nuceyfi'nin kardeşi olan Vali, Hewler'de yaptığı açıklamada 'ordunun kendilerine ihanet ettiğini' söyledi. Meclis başkanı Nuceyfi, bu gelişmelerden on gün önce Ankara'da görüşmelerde bulunmuştu. Musul, tüm dinamikleri ile Irak'ta başlayan yeni sürecin Sunni merkezi oldu. Bölgedeki tüm dinamiklar bu planın ortağıydılar ve bunun açık kodu, IŞİD'ın saldırısı oldu.
Oysa yerel aşiretler, eski baasçı bürokrasi tümüyle 'saf değiştiriyordu', olan biten buydu. Bunun sosyopolitik nedenleri ayrıca üzerinde durulması gereken konulardır.
Bu gelişme sadece Irak'ı değil civardaki tüm ülkelerin iç siyasetini ve ilişkilerini değiştirecek boyuttadır. Zira, öncelikle bunun acısını Iraklılar çekecektir. Irak'taki dinamikleri veya kalın başlıklarla 'blokları' irledeğimizde, 'yeni durum'un çözümü değil kaousu derinleştireceğini göreceğiz. Ne yazıkki tüm gelişmeler buna işaret ediyor.
Sunni blok ile başlayalım;
Sunniler, Irak nüfusun üçte birinden fazlasını oluşturuyorlar. Çok değişik siyasi düşünce ve eğilimleri var ama ana hatlarıyla beş ayrı hareket altında siyaset yapıyorlar.
Bir; Saddam'ın eski yardımcılarından İzeddin Eli Duri liderliğindeki eski BAAS'çılar, iki; Tarık El Haşımi'nin mensubu olduğu Irak islam partisi, üç; El kaide ve bu yapıdan türeyen IŞİD gibi oluşumlar, dört; Vahabiler, beş; Usama Nuceyfi'nin liderliğindeki Hadba Partisi.
Sunni toplumu Bağdat'da El Iraqiya ittifakı çatısı altında siyaset yapıyorlar. Irak islam partisi, Müsülman kardeşleri temsil ediyor, El Kaide menşeli yapılar bölgedeki sunni devletleri temsil ediyor, Vahabiler ise 'vahabizmi' Irak'ta hakim kılmak amacıyla Suudi desteğiyle örgütlenmiş bulunuyorlar.
Müsülman kardeşlerin örgütü, Tarık El Halimi'nin partisi Irak islam partisi, AKP hükümeti ile ittifak içerisindedir. Şiilere karşı güçlü olabilmek için El Kaide ve mevcut durumda IŞİD gibi örgütlerle işbirliği içerisinde. Zaten şiddet eylemlerinden dolayı Irak'ta mahkum edilmiş ve ülkesine gidemiyor. Türk içişleri bakanlığının özel izni ile Türkiye ve Katar'da yaşıyor.
El Iraqiya ittifakının önemli liderlerinden Salıh El Mutleq, aşırı bir Arap milliyetçisi. Başka inanç ve kimliklerin olmasını kendi dünyaları için büyük bir tehlike olarak görüyorlar. Bu sebeple sorunların diyalog ve uzlaşı içerisinde çözülmesine inanmıyorlar. Arap ve Sunni kimliğin egemenliği için mücadele eden bir hareket.
Sunnilerin bir çok askeri oluşumu var. Bunların arasında Irak dışında giden 'gönüllü-yabancı savaşçılar' da var, Selefi-Vahabi inanca sahip olanlar kendilerini 'cihat yolunda savaşanlar' olarak tanımlıyorlar. Ve son gelişmelerle görüldüğü üzere büyük bölümü IŞİD bünyesi altında toplanmışlar.
IŞİD nedir?
Yazının konusu bu oluşumun tarihi ve niteliği değil. Ancak özetlenirse; El Kaide zihniyetini taşıyan Sunni-Arap radikalizminin tetikçisidir. Bölgedeki her gücün bir 'IŞİD'i var.
Şöyle; IŞİD içerisindeki Arap Sunniler daha çok Suudi Arabistan tarafından yönlendirilen, yönetilen bir yapıdır. Bu yapının toplumsal dayanağı Ortadoğu zemininde var. Bu açıdan sadece kimileri tarafından kullanılmak üzere bir araya gelmiş bir kaç sapkın gibi bir tanım yetersiz olacak. Asıl tehlike olan bu sapkınlığın zemin bulmasıdır. Ve Ortadoğu'daki mezhep fanatizminin en trajik göstergesidir.
IŞİD'ın Kafkas ve Türkiye kökenli grupları ise Türkiye tarafından finanse edilmektedir. Türkiye, Suriye ve Rojava zemininde kullanmak üzere bu oluşumun içerisinde kendisine bağımlı bir yapı oluşturdu.
IŞİD'in esas bel kemiği ise El Kaide'nin değişik kollarından gelip bu isimle örgütlenen gruplardır. Bu grupların bütün Sunni devletlerle ilişki içerisinde olduğu söylenebilinir.
Peki son saldırı ve gelişmelerin temel momentleri nelerdir?
1- Sunniler Irak tarihinde ilk defa iktidarı Şii kesime kaptırmış bulunuyorlar. Bu sebeple düşünceleri ne olursa olun bütün sunni siyasi ve askeri yapılar mevcut Maliki yönetimini istemiyorlar. Şiilerin ağırlıkla olacağı bir yönetimin kendi varlıklarına yönelik bir tehdit olarak görüyorlar.
2- Musul ve Kerkük'ü Arap toprakları olarak görüyorlar. Şiilere oranla, tartışmalı bölge diye isimlendirilen ve Anayasının 140. maddesine göre referandumla kaderi belirlenmesi gereken bu Kürt bölgelerinin tartışmasız bir şekilde kendi hakimiyetlerinde olmasını istiyorlar.
3- Şiilerin Irak siyasetinde kudret sahibi olması Suudi, Katar, Ürdün gibi sunni bölge devletlerini rahatsız ediyor. Bu kategoriye Türkiye'yi de almak mümkün. Söz konusu ülkeler, Maliki liderliğinden Şii iktidarını dengelemek üzere, Sunniler arasındaki çelişkileri başka bir zamana erteletip Şii gücünü kırmak istiyor. Bu amaçla derin bir diplomasi yürütülüyor.
4- Son bir yıl içerisinde Irak burokrasisinde Sunni kesim oldukça dışlandı. Maliki adeta Sunnilerin 'isyan' etmesi için tüm yöntemleri denedi. Maliki'nin siyasi ve askeri gücüne karşı Sunnilerin ancak ortak bir hareketle güç sahibi olabilecekleri konusunda uzlaşmaya varıldı. Ve IŞİD bu amaçla sahneye sürülen (çıkan) Maliki rejimi panzehiri oldu.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
‘Tehrib’ ‘den 140. Maddeye: KERKÜK

Tehrib Arapça bir kelime…
Karşılığı kaçırılma, göç ettirilme olan bu kelimenin Kerküklü Kürtler için ise yurdundan, evinden, ekmeğinden, toprağından koparılma anlamına gelmektedir.
Musul ovasına uzaklığı 140 km, kadim kent Bağdat'ın 250 km kuzeyindeki Kerkük, Guney Kürdistan'ın başkenti Hewler'in 83 km güneyinde kalan bir Kürdistan şehri…
Tarihi kentin öyküsü çok eskilere dayanır.
5 bin yıllık harabeler üzerinde kurulu olan Kerkük, Khasa nehrinin hemen yanında yer alır.
MÖ. 10. ve 11. yüzyıllarında Asurlular, daha sonra Babil ve Med imparatolukları tarafından yönetildi.
Ve bu üç büyük imparatorluğun da birçok savaşına gerekçe olan bir şehirdi.
***
Kürdistan ve birçok Ortadoğu bölgesi gibi Kerkük'ün de kaderi petrolün bulunmasıyla değişti, değiştirildi.
Binyıllardır devam eden baskı ve sömürünün biçimi çağımızın egemen güçleri tarafından daha modern “sömürü”ye dönüştürüldü.
20. yüzyılın başında, bölgede dönemin patronluğuna soyunan İngilizler,
Kerkük'ün Musul vilayetine bağlanmasını ve vilayetin tümüyle Bağdat'a bağlanmasını sağladılar.
İngilizler ya Kerkük'ü Osmanlı'nın devamı olan Türkiye'ye ya Kürtlere ya da Irak'a vereceklerdi.
Yeni statüde Kürtlere yer verilmediği gibi Kerkük'ün da Irak'a bağlanması İngiliz emperyalist çıkarları için daha uygundu.
Zira İngilizler, Kerkük petrolü üzerindeki hesaplarını asıl sahipleriyle değil kendilerine “uydu” Irak yönetimiyle konuşacaktı.
Bölgedeki ilk petrol şirketi 1927'de İngilizler tarafından kuruldu.
Dönemin Irak Arap yönetimi, 1929'da bölgede bir fizibilite çalışması yaparak Kerkük'ün nasıl Araplaştırılacağın dair raporlar hazırladı.
Ve 'tehrib' kelimesinin Kerkük'te proje haline gelmesinin hikayesi bu tarihlerde başladı.
Dönemin Irak yönetimine danışmanlık yapan Arap araştırmacılar, Kerkük'ün Kürtlerden arındırılıp Araplaştırılması için 'tehrib' projesini başlatılmasını gerektiğini Bağdat'a yazıyorlar.
Bu konuda, 1929'lerde hazırlanan ilk raporun belgeleri Tarihçi Dr. Kemal Mezher Ehmed'in yazdığı 'KERKÜK' kitaplarında yer almaktadır.
Ve tehrib yani Araplaştırma politikası Kerkük'te bu tarihlerde başlıyor.
Bu projenin gereği olarak 1929-1961 tarihleri arasında Kerkük'e, Irak'ın değişik bölgelerinden Araplar yerleştirildi.
Ama 1963'ten itibaren Araplaştırma politikası daha fazla hız kazandı ve Kürtler için daha fazla tehlikeli olmaya başladı.
Baas rejimi kentin nufusun yüzde 70'ini oluşturan Kürtleri göç ettirmek için yeni baskı mekanizmaları devreye koydu.
Sadece merkezden değil çevredeki ilçe, nahiye ve köylerde de 'tehrib' politikası ivme kazandı.
Çünkü bu tarihe kadar sadece Arapları getiriyorlardı, ama bu tarihten sonra Arapların getirilmesine hız verildiği gibi Kürtlerin daha fazla göç ettirilmesine ve onların evlerine Arapların yerleştirilmesine gidildi.
Şüphesiz ki bu tarihlerden önce de Kerkük bölgesinde Arap aileler yaşıyordu. Ama bunlar nüfusun çok az bölümünü temsil ediyordu.
Örneğin; 1950'ye kadar Kerkük'te Kürt, Türkmen, Yahudi, Ermeni ve Asurilere ait mezarlıklar vardı. Ancak Arapların ait ayrı bir mezarlık bulunmuyordu.
Nitekim ilk Arap mahallesi olan Hedidiyan bu tarihlerde kuruldu.
Kerkük'te yaşayan Türkmenler ise kentin çok az bir bölümünü temsil ediyorlar.
Bunların bir kısmı Selçuklular döneminde kalma ancak ezici çoğunluğu Osmanlı döneminden kalan Türkmenlerden oluşuyor.
Irak petrolünün yüzde 40'ının çıktığı Kerkük'ün hikayesi birinci Körfez savaşından sonra değişti.
Saddam yönetimi tehrib projesini başka isim ve biçimlerle devam ettirdi.
Nasırıye, Basra ve birçok bölgeden onbinlerce Arap bölgeye yerleştirildi.
Böylede 1960'larda hız kazanan Kerkük'ü Araplaştırma politikası çerçevesinde bölgeden göç ettirilen Kürtlerin sayısı 250 bine ulaştı.
2003 yılından itibaren Irak'ta yenilenen yönetim değişikliği ve akabindeki siyasi yapılanmada Kerkük yine bir sorun olarak ortada kaldı.
Irak'ın yeni anayasanın 140. maddesine göre kentten göç ettirilen Kürtler evlerine geri gelecek ve Kerkük dahil olmak üzere Federal Kürdistan sınırlarına dahil edilmeyen Kürt bölgelerinin kaderi referandum ile belirlenecekti.
Ancak bu referandum hiç bir zaman gerçekleşmedi.
Çünkü uluslararası ve bölgesel hegemon güçler, zenginlik kaynaklarına pay sahibi olmak ve bölgenin sahipleri tarafından değil özel bir statü ile yönetilmesini istediler.
En son Mayıs ayında yapılan seçimler de Kerkük'te YNK listesi ezici çoğunluğu elde ederek kentteki Kürt rengini belirgin bir şekilde gösterdi.
Irak'ta başlayalan IŞİD saldırıları ve Maliki yönetiminin Sunni bölgelerinde otorite kaybetmesi sonucu Kürtler Kerkük'te yönetimi ele geçirdi.
Böylece uluslararası bir kriz olarak 10 yıldır devam eden ve 140. madde olarak formüle edilen Kerkük'ün kaderi referandum olmadan fiilen kendi gerçeğiyle buluştu…
Kurdistan.org