KAFKASLARA’DAN DOĞU AVRUPA’YA KURDİSTAN ve KURDLER…


Bu makale 2014-06-10 22:09:47 eklenmiş ve 1246 kez görüntülenmiştir.

KAFKASLARA’DAN DOĞU AVRUPA’YA KURDİSTAN ve KURDLER…


Harita'da gösterilen koyu sarı renk, Kafkaslardan Doğu Avrupa Kıyılarına  aynı kökleri taşıyan ortak ata dedelerden gelen halkları gösteren bir harita...

 

Anadolu, Mezopotamya ve Kafkaslardan Trakya’ya aradan binlerce yıl geçmesine rağmen ortaya çıkan tarihi eserler, bulgular; Katil-Kapitalizmin (Siyonizm’in) Ön Asya’da, Ortadoğu’da ve dünya genelinde Kürtleri tarihten silmek için yüzyıllar öncesinden harekete geçtiğini son 200 yüzyıldır’da Türk Irkçılığını kullandığını, bu ırkçılığın arkasına gizlenerek çok derinden Kürtleri, Kürtlerin şahsinda tüm bölge halklarını vurduğu net bir şekilde ortaya çıkmaya başladı…

 

T.C’nin kuruluşunda uyduruk resmi tarihle en büyük hedefin ve projenin Kürtleri tarihten silmek, Kafkaslardan Trakya’ya bu devasa coğrafyada yaşayan halkların ortak ata dedelerin çocukları olduğu gerçeğini örtbas etme projesi insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir soykırım projesidir. Bu proje, burada yaşayan halkların Orta Asya’dan geldiği yalanı ile yüzyıldan fazladır sürekli işleniyor. Orta Asya yalanı aynı zamanda büyük bir psikolojik savaş aracıdır. (Bu coğrafya ’ya ait değilsiniz, günü geldiğinde sizi söküp atacağız düşüncesini bilinç altına yerleştirmek için Turancılık türetilmiştir…)

 

Gorciler (Gürciler), Çeçenler, Lazlar, Azeriler, Ermeniler, Süryaniler, Parsekler, Keldaniler, İç Anadolu’da, Marmara’da  (Hititler'in antik kentini TOKİ istiyor(x1)) Kafkasya’dan Trakya’ya yaşayan halkların Aryen (Kürt) kökenli, ortak ata yada ataların çocukları oldukları her geçen gün ortaya çıkan tarihi eserler ve bulgularla netleşmektedir.

 

Yukarda vurguladığımız Tez Kürtlerin ve Türkiye’de yaşayan halkların bilimsel veriler altında ivedilikle araştırmaları, ortaya çıkarmaları gereken can alıcı bir gerçek.

Çünkü söz konusu coğrafyada Siyonizm’in uydurduğu ve ektiği Türk Irkçılığı ve diğer ırkçı düşünceler söz konusu coğrafyada hastalık derecesinde insanları insanlıktan çıkarmış, şartlandırmış ve bitirmiştir…

Bu devasa coğrafya göz önüne alındığında Kürtlerin yada akraba halkların dünya genelinde Nüfuslarının en az 400-500 milyon arasında olduğu gerçeği de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Siyonistler Osmanlı döneminde Irkçılığı bilmeyen Türkler adına Turan yalanını uydurarak söz konusu coğrafyada bölgenin tüm halklarını tarihten silmeye çalıştılar. Hala’ da çalışıyorlar…

 

 

Çorum’da (Hatuşaş) ki Türkle, Van’daki Kürt, Çeçenyada ki çeçenle hatta Afganistan’daki Peştun  fiziki olarak, ırk olarak, gen olarak aynı…

Kürtleri tarihten silmek için Kürtler özelinde bölge halklarına atılan bilimsel kazıkların (kültürel soykırımın) tüm delilleri ile ortaya çıkarılıp söz konusu coğrafyada ders kitaplarına acilen girmesi, bütün bu halkları temsil eden ortak bir adın bulunması gerekiyor…

Ne demek istediğimizin biraz da olsa anlaşılması için Hitit’leri ve Urartuları olduğu gibi aşağıya alıyoruz. Tarafsız bir şekilde inceleyin. Katil kapitalizmin yüzyıllardır bölge halklarına attıkları bilimsel kazıkları çözmeye çalışın…

 

 

HİTİT / HATTİ

Hatti, Kürtçede “gelen – gelmiş- ” anlamındadır.

Turancılar gibi Hz. Âdem’den başlayarak tüm dünyayı Kürt sayma gibi bir düşüncem yok, ama Aryan coğrafyasında yaşamış eski çağ kavimlerinin Kürtlerin ataları olduğu gerçeğini açıklamak ve TC’nin resmi tarihiyle kirlettiği hafızaları yenilemek görevimizdir diye düşünüyorum.  

Orta Anadolu merkezli bir imparatorluk kuran Hatti’lerin bölgenin yerli halkı Aryan’lar olduğu yaşam biçimleri ve etimolojik bulgularla dikkat çekmektedir.

Bazı tarihçiler Hatti’lerin Kızılırmak yayı içindeki bölgeye ne zaman geldikleri konusunda bilgileri olmadığını söylerler. Oysa Hatti’lerin yaşam biçimi ve kültürel değerleri tarafsız bir gözle araştırılınca, bunların Mezopotamya’lı Aryan boyu oldukları anlaşılır. Ne yazık ki Turancıların yabancı akademisyenlere verdikleri şartlı arkeolojik izinler bu gerçeğin uzun süre örtbas edilmesi ya da Türkiye’de açıklanmasını önlemiştir. Bunun yanı sıra Hatti ve diğer Aryan uygarlıklarının tarihine sahip çıkacak resmi bir Kürt kimliğinin olmaması da katil-kapitalistlerin çabalarına kolaylık sağlamıştır.  

 

 

M.Ö.3000’lerde ve müteakkip çağlarda Ari boyların Mezopotamya’dan Anadolu içlerine, Avrupa kıyılarına kadar genişledikleri, bu boylardan bir kısmının Horri-Mittani, bir kısmının da Hatti / Hitit uygarlığını oluşturduğu, ayrıca Hatti’lerin güney komşuları Horri-Mittani’ler ile benzer bir dil kullandıkları yapılan arkeolojik incelemeler sonucunda ortaya çıkmıştır. (Bugün bile aynı coğrafyada Ari kökenli Zazaca ve Kürtçe konuşulmaktadır.)

Yeni ortaya çıkan bulgularla  Hatti’lerin Marmaradan kafkasyaya geniş bir alanda hüküm sürdüklerini ortaya koymaktadır. Kuzey komşuları Gasgaslar (Lazların ataları) ile etkileşim halinde,  akrabaları Horri-Mittanilerle kız alıp vererek akrabalık bağını sağlamlaştırmışlardı.  Ancak Horri kökenlilerin Hatti sarayında ve yönetim kademelerinde etkin rol almaları sarayda iktidar mücadelesine ve iç karışıklıklara sebep olur. İsyan ve darbelerle zayıflayan imparatorluk Batı Anadolu’da yaşayan Trako-Frig’lerin (Ermenilerin ataları) ilgisini çeker. Hattilere akraba bir halk olan Trako-Frig’lerin Orta Anadolu’ya akınları ve güneyden de baskı uygulayan Muşki’lerin saldırıları sonucu Hatti yıkılır. Diğer taraftan Asur’lular da Anadolu’ya saldırılar düzenlemeye başlamıştır o dönemde. Batıdan ve güneyden gelen saldırılar Hitit İmparatorluğu ile beraber Muşki Krallığını da sona erdirir.

 

 

Bundan sonraki dönemde Anadolu ve yukarı Mezopotamya’daki Ari boyları Asur egemenliğine girerek, vergi vererek küçük şehir devletleri halinde 400 yıllık bir suskunluk dönemi yaşarlar. Asur tabletlerinde bu dönemde Arilerin “Biani- Bihani” ismiyle tanıtıldığını görmekteyiz. “Bihani” Kürtçe “yabancı” anlamındadır. Uzun bir suskunluk döneminden sonra dağlık alanlara çekilen Bihani’lerin Nairi, Xaldi ve Med gibi büyük imparatorluklar kurdukları görülür.

Arya uygarlıklarında kral tanrı sayılmamıştır. Hatti siyasi yaşamında da kral devletin başı olup aynı zamanda ordu ve yargıyı temsil ediyordu. Ancak diğer eski çağ  uygarlıklarında Sami ve Mısırda kral tanrı veya yeryüzündeki temsilcisiydi.

Hatti kralının verdiği kararlar diğer Aryan yönetimlerinde olduğu gibi soylu meclisinde değerlendirilirdi. Hatti ceza yasaları incelendiğinde Kürt aşiret düzeni içinde bu yasaların ve uygulamanın hala devam ettiği görülecektir. Kürt aşiret yaşamında verilen kararlar “rı-ıspi” denilen yaşlılar tarafından değerlendirilip karara bağlanır.

Yazılı  kaya kabartmalarında sivil Hatti halkının kıyafetleri ile Aryan toplumunun kıyafetlerindeki benzerlik de dikkate değerdir.

Ayrıca Hatti’de ışık, güneş ve gökyüzü Aryalarda olduğu gibi inançsal ifadelerde yer bulmuştur. Doğaüstü güçlerle olan ilişkilerinde dua, fal, büyü, yeminler aynı olup, Kürdistan’da hala aynı şekilde devam etmektedir. Yine Zerduşt’un “ateş kültü” olarak Kürdistan’da hayat bulan, ‘yenilenmek ve tüm dertlerden kurtulmak için ateşin üstünden atlamak’ geleneği de Mezopotamya’dan Hatti’ye oradan da günümüz Kürdistan’ına kadar sürekliliğini koruyabilmiştir. (Newroz ateşinin üstünden atlama eylemi buna örnektir.)

Hitit arşivlerinde bulunan “KUMARBİ” Mitosunda da Mezopotamya kökenli tanrıların adları yer almaktadır, bu da Hatti Aryan inanç birliğini ortaya koymaktadır. Çünkü bu anlatım başka hiçbir kavmin arşivinde bulunmamaktadır.

 

 

Hatti’lerle bir başka benzerlik; büyü ve kötülüklerden kurtulmak için, gelinin eşikten içeri girmeden önce ayaklarının altında boş bir toprak kabın kırılarak evliliğin kötülüklerden korunması geleneğidir.

Diğer Hatti yazılı anlatımlarında ise genel hitabın “bak” sözcüğü ile başladığı görülmektedir. Bugün bile Kürtler konuşurken “feké ya da “zédé”  diyerek karşıdakine hitap etmektedirler.

Kısacası  Hatti-Hitit’lerin yaşam biçimi ve kültürel değerleriyle Aryan’lar arasında büyük bir benzerlik vardır, buna konuştukları indo-europan kökenli dil eklenince kökenlerini uzaklarda aramaya gerek kalmıyor.

Yani, “Hitit’lerin Anadolu’ya nereden geldikleri bilinmiyor” hikâyesi kültür yağmacılarının bir yalanıdır.

 

 

Özgür olmayanların tarihi olmaz anlayışı var olan tarihi değerlerin yağmalanması için bahanedir.

Turancılar da bu bahane ile Kürde ait olan her şeye ya el koymuş, ya da inkâr etmiştir.

Örneğin Osmanlı konuşma dili ve edebiyatında yer alan Kürtçe sözcükler etimolojik açıdan Türkçeyle uyuşmadığı için Farsçaya mal edilmiştir.

Binlerce yıl Ön Asya’da varlık bulan Aryan dili 1400 yıllık Arap kültür emperyalizmi ve 90 yıllık TC inkârına rağmen zengin sözlü edebiyatları sayesinde yok olmamıştır. Daha önceki yazılarımdan birinde Rus bilgini Halfin’in:” Kürtler dünyada en çok masalları olan halktır…” diyerek Kürt sözlü edebiyatına dikkat çektiğini belirtmiştim. Doğrudur, zengin dilleri ve sözlü edebiyatları Kürtlere direnme şansı vermiştir.

 

 

Dil toplumların kültür ve etnik kökenlerini belirleyen önemli bir unsurdur.

Aşağıdaki tabloda karşılaştırılan Türkçe Kürtçe ve Hititçe kelimelerin etimolojik benzeşmelerinden ortaya çıkan sonuç; Hitit’lerin Kürtlerle soydaş olduğu yönündedir.  

HATTİ  - HİTİTÇE

KÜRTÇE

TÜRKÇE anlamı

Mu

Beni, bana

Ta

Tı, te

Seni, sana

Gestug

Guh

Kulak

Nu

U

Ve

Pae

Pe, pé

Ayak

Tia

Téi

Geliyorsun

Gud

Ga

Öküz

Waşpéş”

Berpéş, berge

Giysi

Maş

Méş

Yürüyüş

suppi

Spi

Beyaz

Luli

Lulık

Boru

Piran

Péra, péşeng

Öncü

Katani

Kıtan

Keten (Kürtçeden geçmiş

Kuén

Kuştın

Öldürmek

Kuer

Kér

Bıçak

Purilli

Pırri

Bolluk

Hınk

Hınek

Biraz

Karuli

Kal

İhtiyar

Titika

Titika çav

Göz bebeği

Hastiyan

Hesti

Kemik

Pazi

Paşi

Arkadaki

Sara

Seri

Yukarı

Murri

Tıri

Üzüm

Apa

Eva

O  (işaret sıfatı)

Şıwat

Şevat, şevıt

Yangın

Da

Du

İki

Ti

Tı, tu

Sen

Zık

Zık

Karın

Nida

Nan

Ekmek

Şe

Ce

Arpa

Tiua

Tav

Gün ışığı

Mane’ra

Mane  ra

Mena ile

Zari

Zaru

Çocuk

Hurdar

şurdar

Savaşçı (kılıçlı)

Hari

Here

Git

Ebani

Bani

Yer

Sale

Sal

yıl

 

KAYNAK: *Arya Uyg. Kürtler S.M.Toli

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

XALDİ (Urartu)

Fikret Yaşar

Xaldi sözcüğü gerek etimolojik ve gerekse anlam bakımından Kürtçe olup tanrı ve sahip anlamlarını ifade etmektedir. Xaldi “L” harfinin düşmesi sonucu bugün Kürtler tarafından Xadi, xwedi, xuda, xudé gibi telaffuz edilmektedir.

 

Horri tapınma kültünde de yaratıcı otorite Xaldi ile benzeşen Xudena sözcüğüyle ifade ediliyordu. Xaldiler’in Horri-Mittani devamı olması ve aynı dili konuşup aynı tanrıya tapmalarından anlaşılıyor ki Xaldi/Urartu’lar da Horri-Mittaniler gibi Kürtlerin atalarıdır.

 

Araştırmacı -dil bilimci- Sayın L.Liberian bu konuda şöyle diyor:

 

“…Urartu ismine ilk defa ASUR Kralı Salmanasser zamanındaki tabletlerde rastlanmaktadır.(M.Ö.1270) Urartular, ülkelerine Xaldini veya Biani derlerdi. Biaini daha sonra Bian, Vian ve Van olarak değişmiş ve bugünkü Van Gölü, şehri ve bölgesine adını vermiştir. Urartu krallığı Horri uygarlığının bir devamı olarak meydana gelmiştir. Urartu dili Horri dilinin bir versiyonudur. Urartu ismi Asurca dağlık bölge Anlamına gelir. İncilde de bu bölgeye Ararat denir. Ayrıca Asurlular bu bölgeyi Nairi ismiyle de anmışlardır. Nairi ise Asurcada nehirler ülkesi demektir…”

 

Neden bütün bilgiler Asur yazıtları referans gösterilerek verilmektedir diye sorarsanız eğer; TC’nin Kürdistan bölgesindeki arkeolojik çalışmalara sınırlı ve şartlı izin veriyor olması sebeptir, diyeceğim!

 

Osmanlı arşivleri bile bu korkuyla kısmen ve de şartlı açılmaktadır. Özellikle Osmanlı yıllıklarının Kürtçe “SALNAME” (yıllık) diye Osmanlılar tarafından isimlendirilmesi içeriğinin de Kürtçe yazılmış olabileceği korkusunu yaratmıştır! Öyle ya, Kürt realitesi ortaya çıkarsa eğer, 90 yıllık geçmişi olan suni Türk medeniyeti gölgede kalır, yoksa niyedir bunca korku?

 

Urartuların bilinen ilk Xaldi kralı 1. Sardori’dir. Sardori etimolojik yönüyle Kürtçe bir sözcüktür. Serdar (Ağacın başı), Serdor (sıranın başı) vb gibi sözcükler Kürtçede çok kullanılmaktadır. Bu iki ismin yanı sıra “ser” (baş) ile başlayan ve Türklere de geçen bir sürü Kürtçe isim hala Kürdistan’da kullanılmaktadır. Ör: Serhat, Serxan, Servan, Sercan, Serhenk, Server, Serber, Sertip, Serpil, Serok vb. gibi…

 

Kral Sardori – Serdori, Xaldi’nin başkentini gölün kıyısındaki kayalıklara kurarak sağlam bir kale yaptırır. Bıraktığı yazıtlarda da kendini Xaldini-Nairi kralı olarak tanıtmaktadır.

 

1.Sardori’den sonra başa geçen Kral Ispuini, güneyden gelecek Asur saldırılarına karşı Musasir Ardini – Mıçiçir adıyla anılan Gever ve Urumiye’nin Media mıntıkasını ele geçirir ve Gelyé-Şin geçidini kontrolüne alır. Bölgede baş tanrı Xaldi’nin saygı görmesi için Gever Gelyé Şin girişinde bulunan Topız-ava’ya Asurca ve Horrice yazdırdığı zafer stelini diktirir.

 

Seksenli yıllarda Gever ovasında avlanırken geçmiş uygarlıklardan kalan sulama kanalları, Topız-ava, Xaldi-ava, Memk-ava ve Orişe (Musasir-Ardini) girişindeki harabeler ilgimi çekmişti.

 

Günümüz teknik imkanlarına rağmen kısmen ekilip biçilen Gever ovasının günümüzden binlerce yıl öncesinde tümüyle işlenmiş gibi kanal sistemiyle örülmüş olması beni şaşırtmıştı. Ancak esas şaşırtıcı olanı, bu kadim uygarlığın atalarımıza ait olduğunu öğrenmemdi, çünkü işgalci zihniyet eğitim sürecinde hafızamıza kirli bilgiler yüklemiş ve bizi bize yabancılaştırmıştı.

 

Xaldiler’in Mıçiçir ya da Musasir Ardini dedikleri Gever, o dönemde bilim ve kehanet kentiydi. Krallığın en büyük kâhinleri ve bilgeleri Geverde oturmaktaydı.

 

Xaldiler’i yöneten krallar ele geçirdikleri topraklarda bilim ve kehanete önem verdikleri gibi imar ve özellikle tarım alanında da büyük eserler yarattılar. Bugün Wan şehir merkezinde kullanılan 51 km uzunluğundaki Şamranaltı sulama kanalı, Wan kalesi, Çavuş tepedeki kale kalıntısı, kaya yazıtları ve buna benzer bir sürü eser binlerce yıl önce inşa edilen muhteşem uygarlığı günümüze kadar taşımıştır.

 

Bu uygarlığın en büyük yaratıcısı köle kralı olarak bilinen ve kurduğu köle kolonileri ile sulama kanalları ve kaleler yaptıran Kral Menua-Menuha’dır. Me-nu-ha da etimolojik ve anlam bakımından Kürtçedir. Me=bize, nu=yeni, ha=geldi, bize yenilik getiren anlamını taşır. Menua’dan sonra oğlu Ragışti ya da Argışti mirası devralır. Ar-gışti / Ra-gışti etimolojik ve sözlük anlam bakımından yine Kürtçedir. Ra= yükseltmek, geliştirmek, Gışti= hepsi, bütünü ifade eder. Böylece Ragışti isminin Toplumu geliştiren, toplumu yücelten, ayağa kaldıran anlamında kullanıldığını anlamış oluyoruz. Muhtemelen bu isim başarılı icraatlarından sonra kendisine verilmiştir. Bazı liderlerin toplum tarafından isimlendirilmesi gibi…

 

Kral Ragışti, gerçekten de Urartu krallığını tarım ve imarda geliştirip yüceltmiştir.Erciş yakınlarında Titumina şehrini inşa eder ve Zilan deresinden kanal vasıtasıyla su getirip ovanın sulanmasını sağlar.Yine Erzincan yakınındaki Altıntepe’de bir kale şehir kompleksini ve buna benzer eserler yaptırır.

 

Xaldi kralları, egemenlikleri döneminde Transkafkasya’dan Akdeniz’e, Fırat boylarından Urumiye’ye kadar ele geçirdikleri toprakları imar ederek büyük bir uygarlığın temelini attılar.

 

Kısacası Xaldi, başarılı kralları sayesinde Demir Çağındaki Anadolu uygarlıklarının en büyüğünü yarattı.

 

S.M.Toli şöyle der:”Xaldi krallığının merkezden uzak yerlerde büyük ve önemli şehirler kurması ve bazı yıkımlara rağmen yılmamaları onların halkın sosyal yaşamına ne derece önem verdiklerini ve kararlılıklarını göstermektedir… Merkezden uzak yerlerde düzgün planlı ve standart ölçülerde konutlarla şehirler oluşturan Xaldilerde yaşam düzeyinin günümüz ölçülerinde olduğu anlaşılmaktadır…” Doğrudur. Bu gün bile Kürt çiftçisinin Urartu kanallarıyla sulama yapması bunu kanıtı sayılabilir.

 

Urartular-Xaldiler kuzeyden ve güneyden gelen saldırı hareketleri ile zayıflayınca dağılmaya başlar. Bu dağılma MED imparatorluğuna fayda sağlar. Çünkü, Aryan aşiretler için yeni bir umut doğmuştur.

 

Horri-Mittani krallığının dağılması Urartu imparatorluğunu geliştirirken, Urartu krallığının dağılması da MED imparatorluğunu güç vermiştir. Aynı kültür değerlerine sahip aşiretlerin yıkılan imparatorlukların mirası üzerinde birlik sağlayarak yeni bir devlet kurması Aryan boylarının her yenilgi sonrasında izlediği yeniden yapılanmadır. Horri-Mittaniler, Urartular, Gotiler, Kassiler, Medler ve diğer Ari devletler bu şekilde ortaya çıkmışlardır.

 

L.Liberian Urartuların sonu ile ilgili şunu söylemektedir:

 

“…Doğudan gelen Medler, İskitler ve Asur İmparatorluğu Urartu Krallığının varlığına son verdiler. Yunan general ve tarihçi Xenefon ve Yunan coğrafyacı Strabon, Medlerin Urartu’nun yönetimi altında yasayan Ermenileri Urartu yönetiminden kurtardıklarını yazmaktadır. Ortaçağdaki Ermeni kaynakları da Urartu devletinin yıkılmasında Med-Ermeni ilişkisini doğruluyor. Milattan sonra 410-490 yıllarında yasayan Ermeni tarihçi Movses Khorenatsi, ‘Paruyr Skayordi’ adli bir Ermeni prensin Med kralı Cyaxares’e Urartu krallığını yıkmak için yardim ettiğini yazmaktadır. Bu yardım sonucunda Ermeniler de Orontid hanedanlığını kurmuşlardır. Ancak, daha sonra Med kralı Astyages Orontid hanedanlığını da ele geçirmiştir…”

 

 

Kaynaklar:

-Arya Uyg.Kürtlere S.M.TOLİ

-Kürdistan Tarihi E.Xemgin

-L.Liberian

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

X1= Hititler'in antik kentini TOKİ istiyor

Kürtler tarihlerini araştırmadan Küçükçekmece Gölü kenarındaki Bathonea Antik Kentini nasıl yok edebiliriz endişesi ile TOKİ harekete geçmiş. Büyük ihtimalle fikir TOKİ’ye sızan Siyonistlerden çıkmıştır… Editör

Küçükçekmece Gölü kenarındaki Bathonea Antik Kenti kazılarının yapıldığı bölgede TOKİ ile İstanbul Üniversitesi, SİT alanına konut yapılması konusunda anlaştı.

 

İstanbul'da Hitit izlerinin bulunduğu Bathonea Antik Kenti'ni bakanlık ören yerine dönüştürmeyi hedeflerken TOKİ konut yapmak için başvurdu. TOKİ, 1. derece SİT olan bölgeyi de istiyor.

 

Radikal gazetesinden Ömer Erbil’in haberine göre, İstanbul ’da ilk defa Hitit izlerinin bulunduğu Küçükçekmece Gölü kenarındaki Bathonea Antik Kenti kazılarının yapıldığı araziye TOKİ’nin konut yapmak istediği ortaya çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2013 yılındaki Bathonea kazı sonuçlarını görünce araziyi kamulaştırarak ören yeri statüsüne almak istedi. Bu yönde raporlar hazırlandı, bilimsel gerekçeler belirlendi. Bakanlık, İstanbul’un ilk ören yeri için İstanbul Üniversitesi’ne de görüşünü sordu. Üniversite arazinin elinden çıkacağını anlayınca apar topar TOKİ ile anlaşma yolunu seçti. 9 Ocak’ta yapılan protokole göre, TOKİ üniversitenin Çapa ve Cerrahpaşa’daki binalarını yenileyecek, Avcılar’daki kampüste sosyal tesisler yapacak, bunun karşılığında da üniversiteye ait 7 parsele konut inşa edecek. TOKİ, 1. derece arkeolojik SİT alanında konut yapmak için İstanbul 1 Nolu Koruma Kurulu’na geçen hafta resmen başvurdu. Şimdi kurulun kararı merakla bekleniyor.

 

Neolitik çağ izleri

 

Kocaeli Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün, 2006 yılında Küçükçekmece Gölü havzası içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı izni ile 2 yıl yüzey araştırması yaptı. Buluntular oldukça ilginçti. Neolitik Dönem hatta Paleolitik Dönem buluntularına bile rastlayınca 2009 yılında bilimsel arkeolojik kazı için bakanlıktan izin aldı. Bu sırada da arazinin SİT dereceleri belirlendi. İlk iki yılık kazılarda önemli buluntular elde edildi. Bölgede sürdürülen yüzey araştırmaları ve kazı çalışmalarında 800.000 yıl öncesinden itibaren tarımın başladığı Neolitik Dönem, Tunç, Demir ve Antik Çağları (Helen, Roma ve Bizans) kapsayıp Osmanlı Dönemi sonlarına ulaşan kesintisiz bir zaman dilimine ait önemli arkeolojik verilerle karşılaşıldı. Bunlar arasında M.Ö. 7000’lerde Avrupa ’ya tarımın İstanbul üzerinden ulaştığını kanıtlayan çakmak taşından tarım aletleri, günümüzden 2700-2600 yıl öncesine ait iki antik liman ve dünyada keşfi yapılan üçüncü antik fener, Hititlere ait olduğu düşünülen 2 adet yapı adak heykelciği ile yine Hitit dönemi pişmiş toprak eserler, antik Roma yolları, Bizans sarnıcı, bazilika kalıntıları, yeraltı su kanalları bölgenin önemini ortaya çıkardı.

 

Kazı, her geçen yıl daha da iyi sonuçlar vermeye başladı. Dünyanın en önemli 10 kazısı arasına giren Bathonea kazıları özellikle 2013 yılı kazı sezonunda arkeoloji dünyasının tüm dikkatlerini üzerine çekmeyi başardı.Öte yandan, Arazide İstanbul Üniversitesi bilimsel tarım uygulamaları yapıyordu. Üniversite kendisine ait 3. derece arkeolojik SİT alanında tekno-park yapmak istedi. Bu nedenle 1 No’lu Koruma Kurulu’na müracaat edilerek yaklaşık 200 hektarlık 4434, 4435, 5955, 5951 numaralı parseller 2010 yılında SİT’ten çıkarıldı. Çünkü arazinin bir tarafı 3. derece SİT alanıyken diğer tarafı 1. derece SİT alanıydı. Şimdi bu araziler konut yapımı için TOKİ’ye devredildi.

 

İstanbul tarihine ayna

 

2013 yılı kazılarında ortaya çıkan bilimsel veriler Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Valiliği’ni de heyecanlandırdı. Bakanlık bölgenin ören yeri olması için uzmanlara rapor hazırlattı. İstanbul’un ikinci tarihi yarımadası olarak yeni bir turizm çekim merkezi olması planlandı. Efes, Troya, Bergama gibi ören yeri statüsü kazandırılarak bir yandan turistlerin bu bölgeyi ziyaret etmesi düşünülürken diğer yandan İstanbul’un karanlıkta kalmış dönemlerini açığa çıkarmak amacıyla bilimsel arkeolojik kazıların sürdürülmesi hedeflendi.

 

İÜ apar topar devretti

 

Bakanlık kamulaştırma yapmak için İstanbul Üniversitesi’ne geçen yıl sonunda görüşünü sordu. İstanbul Üniversitesi arazinin elinden çıkacağını anlayınca görüş bildirmek yerine apar topar TOKİ ile anlaşma yoluna gitti. 9 Ocak 2014’te üniversite ile TOKİ arasında protokol imzalandı. Bu protokole göre ‘‘İstanbul Üniversitesi’nin faaliyetlerini yürüttüğü Cerrahpaşa, Çapa ve Avcılar yerleşkelerindeki eğitim-öğretim ve hizmet binaları ile tescilli yapıların olası deprem risklerinin ortadan kaldırılması, modern tesislerde eğitim-öğretim hizmetleri ile diğer hizmetlerini sürdürebilmesinin temini için bu alanlarda eğitim-öğretim, sağlık, araştırma ve çevre düzenlemesinin yapılması ve inşa edilecek bu tesislerin finansmanının da üniversitenin atıl durumda olan Halkalı ve Avcılar’daki taşınmazları üzerinde proje gerçekleştirilmesi suretiyle mahsuplaşılmıştır.’’

 

Yerleşime uygun değil

 

 

Yüzyıllardır göl kıyısı ve havza içinde yerleşen birçok medeniyete ait yapıların, yaklaşık 300 yılda bir depremlerle birçok kere yıkıldığı ve bölgenin bu nedenle terk edildiği arkeolojik kazı çalışmalarında bilimsel olarak ortaya konmuştu. Jeolojik açıdan yerleşmeye uygun olmayan bu alanın TOKİ tarafından yerleşime açılmak istenmesi de başka bir tezat oluşturdu. Diğer yandan TOKİ’nin konut yapmak istediği 4440, 4441 ve 4450 numaralı parseller ise 1. derece arkeolojik SİT alanı içinde kalıyor. 2863 sayılı yasa SİT alanlarında inşaat izni vermiyor. Aynı zamanda bu parsellerde Bathonea bilimsel kazıları devam ediyor. Ancak TOKİ tüm bunlar yokmuşçasına bu parsellerde konut yapmak için İstanbul 1 Nolu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na müracaat etti. Aynı zamanda da Küçükçekmece ve Avcılar Belediyesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yazı gönderip görüşlerini sordu. Üniversite ile yapılan protokolün hatırlatıldığı yazıda şöyle denildi:

 

‘‘İstanbul Üniversitesi mülkiyetinde bulunan Avcılar ilçesi Tahtakale Mahallesi 4434, 4435, 4440, 4441, 4450, 5951 ve 5955 nolu parseller ile Küçükçekmece Halkalı Mahallesi 4651 nolu parselleri kapsayan alanlara yönelik hazırlanacak imar planı çalışmalarına altlık teşkil etmek üzere meri imar planları ile görüşlerinizi, projelerinizi, ileriye dönük planlarımızı idaremize bildirin.”

Gazete Vatan

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA