AVRUPA’NIN MAYIN EŞEKLERİ..


Bu makale 2022-10-27 07:46:51 eklenmiş ve 352 kez görüntülenmiştir.
Dr. Bekir Tank

AVRUPA’NIN MAYIN EŞEKLERİ..

 

Siz de Avrupa’nın mayın eşeklerini tanımak istemez misiniz?

DR. BEKİR TANK

Avrupa’nın mayın eşekleri de kendine özgüdür. Biliyorsunuz, kaçakçılar ve askeriye geçecekleri bir arazide veya yolda mayın olup olmadığını öğrenmek ve varsa patlatmasını sağlamak için, zavallı eşekleri sürerler.

 

Avrupa’da ise, kimi hükümetler, vakıflar, medya organları ve odaklar da yeni politikalar belirlemek, hedeflerine koydukları kişi, grup ve topluluklar üzerinde baskı oluşturmak haklarını kısmak için evvela bu hizmeti vermeye amade olan insanları kullanırlar.

 

Avrupa’daki bu mayın eşeklerinin arasında yerli, yani Avrupa orijinli kimse neredeyse yok gibidir. Etnik aidiyetlerine baktığımızda kimisi Afgan, kimisi Arap, Fars, Kürt ve kimisi de Türk ve diğerleri. Ortama ve şartlara göre bazen gizledikleri ve bazen de öne çıkardıkları sabık kimliklerine baktığımızda, Alevi’sinden Sünni’sine ve Şii’sine, Selefi’sinden Vahabi’sine kadar hepsinden var. İcra ettikleri meslek itibariyle akademisyeninden politikacısına, gazetecisinden sanatçısına, müzisyenine, tüccarına ve daha nicesine kadar hepsinden var. Bütün bu etnik, coğrafi ve mezhebi farklılıklarıyla birlikte hepsinin ortak özellikleri, İslam’a olan aidiyetleri ve önceki hayatlarında Müslüman olduklarıdır. Sonraları kendi özgür iradeleriyle İslam’dan çıkmışlar, ama bunu bir de ispatlama ihtiyacı duymuş olmalılar ki, bunu da İslam ve Müslümanların aleyhinde olmak ve onları karalamak adına ne varsa, yapmaktan geri durmazlar. Bazıları bu saldırıları bireysel olarak yaparken, bazıları da Almanya’daki “Zentral der Ex-Muslime” gibi örgütlü olarak gerçekleştirirler.

 

Müslümanlar ve hakları söz konusu oldu mu, hadlerini aşmakta sınır tanımazlar. Müslümanların giyimlerine dil uzatmalarını da geçtik, İslam’ı bile değiştirmeye çalışıyorlar.

 

Örneğin, bir zamanlar Faruk Şen adında bir Profesör vardı Almanya’da ve Essen’deki Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin başına oturtulmuştu. Görevi, “Euro Islam”, yani Avrupa İslam’ı diye yeni bir din oluşturmaktı. Bu dinin beş şartı vardı ve ilki de laiklik idi. Tabii ki, Şen de tarihteki selefleri gibi başarısız olunca, zelil bir şekilde sahneden çektiler.

 

Avrupa’nın durumunu yukarıdaki gibi özetledikten sonra şimdi de gelelim Avusturya özeline…

 

Almanya’nın Cem Özdemir’leri, Bassam Tibi’leri ve Faruk Şen’leri olur da Avusturya’nınki olmaz mı? Kendisine yeni bir görev mi verildi, yoksa kendisi mi durumdan vazife çıkardı, henüz bilmiyoruz. Ama bildiğimiz ve gördüğümüz, akademisyen Sayın Ednan Aslan’ın sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı bir provokasyon ile Müslümanların kişilik haklarına yeni bir saldırı gerçekleştirdiğidir.

 

Özetle, “Avusturya devlet okullarındaki İslam Dersinin artık başörtüsüz de verilmesini, aksi takdirde bu mevcut uygulamanın, öğretmen olmak için İslam Dini Pedagojisi Bölümünü başı açık olarak okuyan öğrencileri aşağıladığını” iddia ediyor.

 

Gerçi bu, Aslan’ın ilk icraatı değildir. Birçok özel okulun ve kreşin kapatılmasına gerekçe gösterilen “akademik” projesi ile “İslam-Landkarte” projesi de onun imzasını taşıyorlar.

 

Aslan’ın ilk projesini dönemin hükümeti tepe tepe kullanmıştı. Ama hala çalışmakta olduğu Viyana Üniversitesi adına yaptığı “İslam-Landkarte” projesi elinde patladı. Rektör, güya dernekleri ve cemaatleri tanıtmak adına, her birinin nasıl bir dünya görüşüne sahip olduğundan, hangi örgüte ve devlete yakın olduğuna ve hatta adresine kadar birçok yalan ve mahremi içeren bu projeyi üniversite için bir utanç olarak gördü ve sahiplenmedi. Aslan’ın Doğu Perinçek tarzı hazırlanmış o projesi de böylece siciline bir kara leke olarak geçti.

 

Hasılıkelam, kendisini 30 küsur yıldır şahsen de tanıdığımız Aslan’ın toplumun genelinin yararına olabilecek onca güzel işler dururken, bazen birileri adına ve bazen de durumdan vazife çıkararak Müslümanların hakkına tecavüz anlamına gelen bu tür söz ve eylemleri, haliyle bizi de her defasında üzmektedir. Bu nedenle, Aslan’lara dostça tavsiyemiz de birilerinin mayın eşeği olanlardan ve akıbetlerinden ders almaları ve bir de kimden geldiğimiz ve kime gideceğimiz gerçeği üzerine yoğunlaşmalarıdır.

 

 

XXXXXXXXXXXXXXXXX

XXXXXXXXXXXXXXX

DEVLETLULERİN KADER OYUNLARI..

 

Ucuz canlar ülkesinde değişmeyen gerçek: Yaşasın devletlûlar!

 

Bütün yükü, bütün suçu ve bütün günahı kaderin sırtına vururlar. Ne ihmalleri olan işverenler ve ne de yükümlülüklerini yerine getirmeyen devletlûlar… Onlara bir şey olmaz! Dün böyle idi ve bugün böyledir!

 

Canların ucuz mu ucuz olduğu ülkelerden biri de, “Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Türkiye’dir.

 

Tek tesellimiz ise, canların bizdekinden daha ucuz bir iki ülkenin olduğudur!

 

Anayasanın bu maddesine de gönderme yapmamızın nedeni, en fazla canımızı Atatürk milliyetçiliğine ve onun ilkelerine kurban vermiş olduğumuzdandır… Geçen yüz yıl içinde Atatürk milliyetçiliğinden neşet eden inkâr politikaları ve malum temel ilkeler uğruna kaç on bin insanımızı kurban olarak verdiğimizi bilmiyoruz ve hiç bilemeyeceğiz. Askeriyede eğitim zayiatı diye kayıtlara geçirilen canlarımızın sayısını da bilmiyoruz, bilemeyeceğiz! Sayısını bildiğimiz kurbanlar, sadece 80 yıl içinde maden ocaklarına gömdüklerimizdir! Eldeki rakamlara göre, bu sayı üç bindir. Bu süre içinde 100 bin de yaralananımız ve sakat kalanımız var.

 

Neden bazı ölümlerdeki sayıyı bilmezken, bazılarının sayısını biliyoruz? Çünkü devlet, pardon, devletlûlar öyle istediler ve öyle istiyorlar.

 

Ve Sayın Engin Ardıç’ın da dediği gibi, “ne hikmetse madene kurban verdiklerimiz hep işçidir. Mühendis de görmedik patron da.”

 

Hala görmediğimiz iki şey daha var: Ne bu olayları hakkıyla ve layıkıyla tahkik edip suçluları hak ettikleri cezalara çarptıran bir yetkili ve ne de ihmalleri nedeniyle haddizatında suç ortağı olduğunu kabul edip görevinden istifa eden bir devletlû…

 

Siz inanıyor musunuz, Bartın’daki maden olayında dahli olanlara hak ettikleri cezanın verileceğine? Bendenize göre, hâkiminden savcısına ve iktidarından muhalefetine kadar hep birlikte Bartın’ı da 41 masum şehidiyle birlikte unutturacaklardır, tıpkı Zonguldak, Soma ve diğer yerlerdeki madencileri unutturdukları gibi.

 

Devletlû deyip geçmeyiniz. Kendilerini devletle özdeşleştirdiler mi ve kendilerini devlet gibi gördüler mi, la yusel makamına yükselirler. Ki yarım ağız hesap soranlara bile dünyayı dar ederler. Dünkü devletlûlar “Atatürk milliyetçiliği” ve “temel ilkeler” adına on binlerce insanımızı öldürdüler, ama ne hesap verdiler ve ne de hesap soranlar oldu! Çünkü öldürdüklerinin adını “mürteci”, “bölücü” ve “asi” koymaları, aklanmaları ve hatta ödüllendirilmeleri için yeterli idi! Bugünkü devletlûlar da ihmal nedeniyle askeri eğitimlerde, madenlerde ve iş yerlerinde ölenlerden dolayı hesap vermeyeceklerdir. Çünkü ölenlerin adını “kader kurbanı” koyuyorlar.

 

Önceki devletlûlarımız, “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” diyorlardı. Ya şimdikiler? Sahi siz, “senden büyük Allah var” diyenlere bile tahammül edebilen bir devletlû tanıyor musunuz?

 

XXXXXXXXXXXXXXXXXXX

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

 

Kinin dini geçmesi mi veya Müslümanlıktan milliyetçiliğe ve laikliğe sapmak mı?

 

Türkiye toplumu değişim üzerine değişim yaşamaktadır. Aslında bunu Türkiye toplumu ile sınırlamak da yanlıştır. Çünkü değişim, her toplumda olan bir hareketliliktir. Kaldı ki, değişim, insanlarla sınırlı olmayıp, bitkilerden hayvanlara kadar ve hatta içindekileriyle birlikte dünyanın kendisi de sürekli bir değişim yaşamaktadır. Bu değişimde insanı diğer canlılardan ayıran ise, akıl, muhakeme ve irade gibi özellikleridir. Bu özelliklerin tasarrufu da yine her bireyin kendi uhdesindedir.

 

Bu konuya bir giriş yapmamızın nedeni, bazı Müslümanların birilerine olan kinlerini dinlerinin önüne geçirmeleri ve bazı Müslümanların da milliyetçiliğe ve laikliğe sapmakla kalmayıp bu inançlara ve yaşam tarzlarına özüyle hiç bağdaşmayan, deyim yerindeyse, kerameti kendinden menkul anlamlar yüklemeleridir. Ahmet Davutoğlu’nun, Anayasanın “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilk dört maddesi için, “özgürlükçü laiklik” demesi, Mustafa Öztürk’ün laikliği bir nefes borusu olarak görmesi ve “devrim yasalarının tehlikeye girdiği endişesini” taşıması bazı Müslümanların yılın belli günlerinde kitleler halinde Anıtkabir’e doluşmaları bu sapmanın öne çıkan örneklerindendir.

 

Bazı insanların bazı söz ve eylemleri, onların birilerine olan kinlerini, inandıklarını söyledikleri dinin önüne geçirdiklerini göstermektedir. İktidarın gayrimeşru eylemlerini eleştirelim derken Davutoğlu ile Öztürk’ün, laiklik ve devrim yasalarını sahiplenecek kadar savrulmalarını bu şekilde okumak mümkündür.

 

Bir şeye inanmak veya inanmamak, bir şeye nasıl ve ne kadar inanmak, bugün inandığı şeyi yarın inkâr etmek veya inandığını söylediği şeyi kendi çıkarlarına göre çarpıtmak veya anlamlandırmak, yaşamını inandığı şeye göre veya inandığını söylediği şeyin aksine göre şekillendirmek… Katılırız veya katılmayız, ama bunların hepsi olabilir şeylerdir ve hepsi kişinin kendi ihtiyarındadır.

 

Burada Davutoğlu’na ve Öztürk’e getirdiğimiz itiraz, kinlerini inançlarının önüne geçirmeleri ve bu bağlamda anayasanın ilk dört maddesine ve laikliğe bilerek ve kasten yalan-yanlış anlamlar yüklemeleridir.

 

Önce Davutoğlu’nun “özgürlükçü laiklik” dediği Anayasanın ilk dört maddesine bakalım. Bu maddeleri koyanlar da haddizatında bizler gibi birer insan olduklarına göre, o maddelerin ne tanrısal ve ne de kutsal bir boyutu vardır. Ama bakıyoruz ki, aynı kişiler kendilerini tanrı veya tanrı bildiklerinin temsilcileri olarak da görüyor olmalılar ki, koydukları maddelerin “değiştirilemeyeceğini ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini” de buyuruyorlar!

 

Kamuoyu da haklı olarak soruyor Davutoğlu’na; bir insanın veya bir grup insanın böylesine buyurgan, despotça ve kendisini tanrı yerine koyan bir duruşla milyonların iradesini hiçe saymalarının neresi özgürlüktür ve özgürlükçü laikliktir? Bu iddialarınızı inandığınızı söylediğiniz İslam’ın hangi hükmüne oturtuyorsunuz?

 

Diğer sorumuz da laikliği kendisinin nefes borusu olarak gören ve son zamanlarda bir de devrim yasalarının tehlikeye düşmesinden endişe duyan Öztürk’edir: Üzerine bu kadar titrediğiniz devrimlerin ve yasaların hangisi, dilinize pelesenk yaptığınız adaletin, demokrasinin ve insanların hür iradelerinin sonucudur?

 

Birilerine olan kininiz anlaşılır bir şeydir, ama bunu inandığınızı söylediğiniz dinin önüne geçirmenizin sebebi hikmeti nedir?

 

Milliyetçiliğin İslam ile örtüşen hiçbir yönü olmadığı gibi, laikliğin de İslam ile örtüşen hiçbir yanı yoktur. Buna rağmen bu kavramları bağlamından koparıp yanlış anlamlar yüklemek suretiyle kendi sapmanıza meşruiyet kazandırmaya çalışmanız, dilinize düşürmediğiniz dürüstlüğe sığıyor mu?

 

Sekiz milyar insan ile birlikte, onlarla iç içe yaşadığımız bir hakikattir. Ama kendimizi eğer Müslüman olarak tanımlıyorsak, çabalarımız da İslam’ı yaşamak ve yaşatmak yönünde olmak durumundadır. İnancımızı, hal ve hareketlerimizi bize tahakküm edenlere göre değiştirdiğimiz andan itibaren sapmak yönünde bir değişime de başlamış oluruz ki, varacağımız yer zillettir.

 

Hangi din, inanç ve ideolojide olursa olsun, nasıl ki Müslüman olarak hepsinin beş temel hakkına riayet etmek gibi bir yükümlülüğümüz varsa, inancımıza milliyetçilik olsun, laiklik ve devletçilik olsun, herhangi bir sapmayı bulaştırmamak gibi bir yükümlülüğümüz da vardır. Tıpkı birbirimize iyiyi söylemek ve birbirimizi kötülükten sakındırmaya çalışmak gibi bir yükümlülüğümüzün olduğu gibi…

 

 

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA