İstanbul’un ve Viyana’nın renkleri ve siluetleri -1-2-3


Bu makale 2022-08-26 09:06:22 eklenmiş ve 205 kez görüntülenmiştir.
Dr. Bekir Tank

 

İstanbul’un ve Viyana’nın renkleri ve siluetleri -1-2-3

 

İstanbul’un ve Viyana’nın renkleri ve siluetleri -1

 

İki şehri birbiriyle karşılaştırırken, doğal olarak her ikisinin hem imparatorluk ve hem de cumhuriyet dönemlerinin arasında da mekik dokuyacağız. Ve ağırlığı da sosyal hayata ve mimariye vereceğiz. Her iki durumda da öne çıkan değer inanç olduğu için, bu karşılaştırmada haliyle inançların şehri nasıl şekillendirdiğine, bireylerin hal ve hareketlerini ve birbiriyle olan ilişkilerini nasıl etkilediğine de yer verilecektir.

 

Çünkü dünyanın neresinde olursa olsun, bir şehri dolaştığımızda, orada mutlaka inancı temsil eden, inancı çağrıştıran ve inanca çağıran mabetler, semboller ve değişik yapılar buluruz. Bir şehirde birden fazla inanca dair işaretlerin olması, orada tarihte ve-veya o esnada orada birden fazla inancın da olduğunu gösterir. Ama birden fazla inancın görünür olması her zaman o inançların hepsinin kendilerini oldukları gibi ifade edebildikleri anlamına gelmeyebilir. Yani bir inancın mensupları diğer inançların mensuplarına şu veya bu şekilde haksızlık yapıyor olabilirler. Ama evrensel ve dolayısıyla insani olan ölçü şudur: Bir şehirde insanlar birbirine ne kadar saygılı ve birbirini oldukları gibi kabul etmek noktasında hassas ise, orada o derecede var demektir. Birinin diğerine tahakkümü ve taraflar arasındaki tahammülsüzlük gibi olumsuzluklar ise, şehri güvensiz kılar. Bir şehrin medeniliği de bu değerleri içselleştirdiği kadardır.

 

İstanbul’un Osmanlı Dönemine baktığımızda, evrensel değerlerin çoğunu içerdiğini, diğer bir ifade ile İslam medeniyetinin birçok özelliğini taşıdığını söyleyebiliriz. Bu dönemde hâkimiyet Müslümanlarda ve insanların can, din, akıl, mal ve nesilleri devletin güvencesi altındadır. Bazı sultanların zaman zaman İslam’a aykırı icraatları olmakla birlikte, İslam hukuku yürürlüktedir. Bununla birlikte Yahudilerin ve Hristiyanların da kendi içlerinde şeriatlarını uygulama hakları vardır.

 

Buna karşılık Viyana’nın Habsburg Dönemi, İstanbul ile kıyaslanamayacak kadar geridedir. Hâkimiyet Hristiyanlarda, ama Hristiyanların bile Katolik olmayanları bu şehirde tam anlamıyla güvende değildir. Yahudiler ise, Avrupa’nın diğer yerlerinde olduğu gibi, Viyana’da ikamet etmeleri bazen yasak ve bazen de ağır şartlara bağlıdır. Müslümanların Viyana’daki varlıkları ise, tüccarlarla sınırlıdır. Ve ilişkiler de o çerçevededir.

 

Eğer bir araştırma yapılırsa, eminim ki, Osmanlı İstanbul’u sahip olduğu çok kavimli, çok dinli, çok dilli ve çok kültürlü özellikleriyle hepsinden çok öne çıkar. Çünkü insan sahip olduğu fıtri özellikleriyle birlikte hayatın merkezindedir. Ve devlet de insanların bu özellikleriyle birlikte yaşamaları için gerekli şartları oluşturmuş ve güvence altına almıştır.

 

Cumhuriyet İstanbul’u ile Cumhuriyet Viyana’sına gelince…

 

Denebilir ki, yukarıda dile getirdiğimiz çerçevedeki güven anlamında Habsburg Viyana’sında ne var idiyse, bugünün İstanbul’unda da o vardır. Ve Osmanlı İstanbul’unda ne var idiyse, bugünün Viyana’sında da o vardır. Aynı şeyi mimarileri için de söyleyebiliriz.

 

Bir sonraki yazıda da bu şehirlerdeki bu köklü değişimin nedenleri üzerinde duracağız…

 

Xxxxxxxxxxxxxx

 

Xxxxxxxxxxxxxxxx

 

İstanbul’un ve Viyana’nın renkleri ve siluetleri -2

Osmanlı Konstantinopel’i ile Habsburg Viyana’sının bir alamet-i farikaları da meydan okuyan şehirlerden olmalarıdır! Bunun içindir ki, her ikisi de bir şehirden daha fazlasıdır. Birbirine baş rakip ve dahi baş düşman olan bu iki payitahtın bir de temsil ettikleri değerleri ve dünyaya nizam verme mücadeleleri vardır. Neredeyse aralarında savaş hiç eksik olmamıştır. İki kıtayı birbirine bağlayan Boğaz’da tahtını kuran Sultanlar İslam adına Batı’ya sefer üzerine sefer düzenlerken, Hristiyan dünyasının savunmasını Viyana’nın kralları kutsal bir vazife olarak ifa ediyorlardı. Birbirine yakın tarihlerde dünya sahnesine çıkan ve güçlerinin büyük bir bölümünü birbirine karşı kullanan iki imparatorluğun son savaşları ise, birbirilerine karşı değil, birbirileriyle ittifak şeklindedir. Ölümleri de aynı safta ve aynı zamanda oldu.

 

Habsburgların mirası üzerine Avusturya Cumhuriyeti’ni kuranlar, krallık rejimine son verdiler, ama ne hanedanlığın üyelerini düşman bellediler ve ne de eserlerini tahrip etme yoluna gittiler. Laik olmaları nedeniyle Hristiyanlığın hükümlerine ve kilisenin devlet üzerindeki belirleyiciliğine son verirken de kan dökmediler. Vatandaşlarını dini ve etnik aidiyetleri üzerinden ötekileştirip inkâr, imha ve asimilasyon yoluna da gitmediler. Hele hele imparatorluklara yüzlerce yıl beşiklik ve başkentlik yapmış Viyana dururken, yeni bir başkent arayışları hiç olmadı!

 

İnsanı merkeze almaya yoğunlaştılar. Bir yandan şehrin fiziki yapısını ve çehresini insan dostu olarak geliştirirken, diğer yandan krallık döneminin insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayan yasalarını ayıkladılar. Böylece şehre bir değer kattılar. Her ne kadar Cumhuriyetçilerin Viyana’sı, artık meydan okuyan ve dünyaya nizam veren bir şehir değil idiyse dahi, istikametleri daha güvenli ve daha bir güzel bir şehir idi. Viyana’nın bugün dünyanın en yaşanabilir şehri olarak anılıyor olması da bu çabaların eseridir.

 

Ancak İstanbul’un talihi Viyana’nınki gibi yaver gitmedi… Çünkü Osmanlının mirası üzerine Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, saltanatı-hilafeti kaldırmanın yanı sıra kendileri gibi düşünmeyenleri de yeni bir toplum yaratmak adına envaiçeşit baskılara maruz bıraktılar. İstanbul’u bile düşman olarak bellediklerini söylemek ne abartıdır ve ne de haksızlık! Örneğin, kıtalararası imparatorluklara başkentlik yapmış İstanbul’u tereddütsüz bir şekilde başkent olarak kabul edeceklerine, o zamanlar ortalama bir şehir bile olmayan Ankara’yı başkent yapmalarının nedenleri bilinmeye ve üzerinde tartışmaya değerdir. Ayrıca bilinmesi gereken çok önemli bir diğer husus da, cumhuriyetçilerin başta İstanbul olmak üzere bütün Türkiye’de gerçekleştirdikleri zulümlerin Balkanlardaki Müslümanlara ve onların eserlerine karşı gerçekleştirdiklerinden aşağı olmadıklarıdır!

 

Avusturya’nın cumhuriyetçileri Viyana’yı Habsburgların mezhepçi, ötekileştirici ve baskıcı anlayışından kurtarıp tıpkı Osmanlı İstanbul’unun seviyesine doğru çıkarırken, Türkiye’nin cumhuriyetçilerinin ilk işleri, nice imparatorluklara başkentlik yapmış ve hepsinde de meydan okuyan ve dünyaya nizam veren özellikleriyle öne çıkmış İstanbul’a karşı savaş açmak oldu… Ve İstanbul Türkler tarafından fethedildiği 1453 yılından beri, yani 470 yıl sonra yeniden sakinlerinin milli, dini ve mezhebi aidiyetleri nedeniyle zulüm görmelerine şahit oldu. Hem de kendilerini Türk olarak tanımlayan ve eylemlerini de Türklük adına gerçekleştirenler tarafından…

 

Cumhuriyetin İstanbul’una bir göz atanlar, ilk cumhurbaşkanından sonuncusuna kadar İstanbul’un bir çeşit işgal altında olduğunu görürler.

 

Çünkü geçen yüz yıl boyunca değişmeyen tek şey; güvensizleştirilmiş olmasının yanı sıra eserlerinden yapılaşma politikalarına ve turizminden ticaretine kadar tahrip ve talan edildiği ve edilmekte olduğu iken, değişen-el değiştiren tek şey ise, İstanbul’a bu ihaneti yapanlardır! Bu dünya cennetinin sakinlerinden ziyaretçilerine kadar hepsi için cehenneme çevrilmesinde kimlerin ne kadar payının olduğu ise, ayrı bir araştırmanın konusudur… Zaten İstanbul’un benzersiz tabii ve tarihi güzelliklerinin tahrip ve talanının siluetini dahi bozacak kadar ilerlemiş olması da bu durumu yeterince anlatmıyor mu?

 

Sonuç mu? Cumhuriyetin yüzüncü yılına giren Viyana’nın sokakları neredeyse yüz yıl öncesinin İstanbul’undaki renkliliği yakalıyorken, İstanbul, güvensizliğin pençesinde kıvranmakta ve sokaklarında da faşizmin, “vatandaş, Türkçe konuş!” sloganları yankılanmaktadır! Geçen yüz yılın onca acı ve kanla yoğrulmuş tecrübeleri de gösterdi ki, hırsızı koruyan, katili kutsayan ve haini besleyen bu sistem ve insanlık suçlarıyla malul olan darbe artığı bu anayasa durdukça, İstanbul’un tahribi ve talanı da sürecektir. Bir de bir yandan bütün bu kötülüklerin suç ortağı olup, diğer yandan bizleri, atalarımızın Tuna kıyılarında ve Viyana önlerinde nasıl at koşturduklarıyla avutanlar var ki…

 

Anlayacağımız, İstanbulluları Viyana’ya modern köleler olarak mahkûm eden zihniyetten kurtarmalı ve İstanbul’u bu kesintisiz ihanet, tahrip ve talandan kurtarmak için yeniden fethetmeli, ama kimlerle ve nasıl?

 

Xxxxxxxxxxxx

Xxxxxxxxxxxxxxxx

 

İstanbul’un ve Viyana’nın renkleri ve siluetleri -3

 

Bu karşılaştırmaya sizlerden o kadar ufuk açıcı eleştiriler, katkılar ve tavsiyeler geldi ki, bunların ışığında bir kitap bile yazılabilir.

 

Yeri gelmişken belirtelim, her iki şehrin de uzmanı değiliz, sadece uzun yıllar mukimi ve aynı zamanda seveniyiz. Amacımız bu şehirlerin doğal güzelliklerinin yanı sıra kimlerin bu şehirlere hizmet ve kimlerin de ihanet ettiklerine dikkat çekmektir.

 

İki şehri doğal güzellikleri bakımından birbirine kıyaslamak nasıl ki, İstanbul’a bir hakaret ise, son yüz yıl içinde her iki şehrin sahiplerini-sakinlerini-yöneticilerini kendi şehirlerine kattıkları veya onlardan aldıkları bakımından kıyaslamak da Viyana’nın sahiplerine-sakinlerine-yöneticilerine haksızlık olur. Birinci kıyas, Allah vergisidir ve dolayısıyla Viyana’nın da neden İstanbul gibi güzel olmadığını sormaya hakkımız yoktur. İkincisi ise, ihtiyari bir durumdur ve herkes eylemlerinden sorumludur.

 

İstanbul’un yöneticileri, geçelim İstanbul’un güzelliğine güzellik katmayı, olan güzelliğini de yok etmek için ihanet düzeyinde bir tahribatın içindedirler. Malumumuz, “İstanbul’a ihanet ettikleri” itirafı Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’a aittir. Kendilerinin alt yapı bakımından İstanbul’a hizmetleri en az bütün seleflerinin hizmetlerinin toplamı kadar veya daha fazla olduğu halde ve buna rağmen İstanbul’a yaptıklarının içinde ihanet de olduğunu söylüyorsa, başka bir söze hacet yoktur.

 

Kendisini görmeyenleri bile kendisine âşık yapacak kadar güzel olan İstanbul’a yapılan bu ihanet aynı zamanda bir tecavüzdür de. Denebilir ki, İstanbul’un yöneticileri, ihanet ve tecavüzlerinden dolayı akşamları tövbe etseler bile, sabah oldu mu, işlerine ihanetle yine ihanet ve tecavüzle başlıyorlar. Yanlış anlaşılmasın, İstanbul’un sakinleri de bu kötü fiillerde suç ortağıdırlar. Çünkü İstanbul’un güvensiz şehirlerin arasında yer almasındaki payları yöneticilerinki kadardır.

 

Örneğin, sokakta yürüyenlerin ve seyir halinde olan sürücülerin birbirilerine olan saygıları da o şehrin ne kadar güvenilir ve medeni olduğunu gösteren önemli ölçülerdendir. İstanbul’u bu yönüyle de ne Viyana ile ve ne de onca işgal ve savaş yaşamış olan Kabil ile bile kıyaslayamayız.

 

Ve her iki şehrin renklerine ve siluetlerine gelince…

 

Viyana cenahında değişen bir şey yok… Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, krallıktan cumhuriyete geçen Avusturya’nın laikleri, saltanattan cumhuriyete geçen laiklerin camilere yaptıklarını kiliselere yapmadılar. Evet, Hristiyanlığın yerine laikliği ikame ettiler, lakin ne bir kiliseyi ahıra, pavyona ve müzeye çevirdiler ve ne de bir din adamını Viyana’nın herhangi bir meydanında darağacına çektiler…

 

Hatta Viyana’nın merkezindeki büyük kilisenin (Stephansdom) karşısında bulunan “Haas Haus” adındaki bina katedralin görkemine yakışmadığı için yıkıp, oranın dokusuna uygun bir mimari ile yaptılar.

 

Anlayacağımız, Viyana cenahında değişen bir şey yok; yöneticileri emanete riayet duyarlılığıyla Viyana’nın güzelliğini korumaya ve değerine değer katmaya çalışıyorlar. En önemlisi de dünyanın en yaşanabilir şehri yapacak kadar işlerinin ehlidirler.

 

İstanbul cephesinde de değişen bir şey yok, ama ne yazık ki olumsuz anlamda…

 

Kaldı ki, bugünkü İstanbul’un işi çok daha bir zordur. Çünkü eskiden sadece camilere, kıyafetlere ve renklere savaş açan yöneticiler vardı. Şimdi ise, o iflah olmaz ve habis ruhlulara camilerimizi ve diğer değerlerimizi doyum bilmez ihtiraslarına ve gökdelenlere boğduranlar eklendi. Şu kötü talihe bakınız ki, her ikisi de birbirinden besleniyorlar ve İstanbul’a ihanet ve tecavüz konusunda da birbiriyle ittifak halindedirler.

 

Üstüne bir de Karadeniz dalgası İstanbul’a bir karabasan gibi çökmüş ve gâh sağdan, gâh soldan öyle bir vuruyor ki…

 

Sonuçta bazılarımız, nazenin İstanbul’umuzu bu ihanet ve tecavüzden nasıl kurtaracağız diye düşünüyorken, kim bilir, belki mezardakiler de, “ne zaman üzerimizden bir gökdelenle geçecekler” diye korkuyorlardır! Korkmakta haksız da sayılmazlar. Çünkü canlıların bir afet esnasında toplanacağı yerlere dahi çarşı Pazar kuranlar ve gökdelen dikenler, ölülerden mi korkacaklar?

 

İstanbullular da bu hale son mu verecekler, yoksa tecavüzcülerine bir daha ilanıaşk mı yapacaklar, yaşayanlarımız görecektir.

 

Ama biz Viyana’da da olsak, “bize ne İstanbul’dan?” demiyoruz; ihanete, tecavüze ve talana karşı ve dahi hem Karadeniz, hem Boğaz ve hem Marmara’nın dalgalarına inat, İstanbul’un kurtuluşu için dua ediyor ve özlem dolu selamlarımızı da Tuna ile gönderiyoruz!

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA