Erdoğan ve Bahçeli Bu İnsanlık Suçuna Son Verebilirler


Bu makale 2021-03-16 05:01:07 eklenmiş ve 249 kez görüntülenmiştir.
Dr. Bekir Tank

 

Erdoğan ve Bahçeli Bu İnsanlık Suçuna Son Verebilirler

 

Evet, sizler Türk’ün alnına sürülen bu kara lekeyi silebilir, Türk’e ve Türkiye’ye yapılagelen bu kötülüğe, bu utanca ve bu insanlık suçuna son verebilirsiniz.

 

Biliyoruz, İstiklal Marşı’nı Kürtçeye çevirttiğimiz için bizi üniversiteden atanlar, yüzümüze kapılarını kapatan diğer üniversiteler ve bu insanlık suçuna karşı koymak yerine suç ortağı olanlar hakkımızda tuttukları sicile bu yazıyı da işleyeceklerdir. Ama olsun. Biz Hakk’ın daha yüce olduğu inancından hareketle kendilerini “Müslüman” ve dahi kendilerini “insan” olarak gören herkesi de bu sıfatlarının gereği olarak bu insanlık suçuna alet olmamaya ve onu ortadan kaldırmaya çağırıyoruz.

 

Çünkü biz Müslümanların Kitabından tutun da Birleşmiş Milletlerin ve diğer uluslararası insan hakları örgütlerinin yaptıkları bütün sözleşmelere kadar bu fiillerin ve faillerinin adı ve tanımı aynıdır. O da şöyledir: Bir insanı veya bir topluluğu doğuştan sahip olduğu milliyet, renk ve lisan gibi fıtri özelliklerinden dolayı inkâr etmek… Asimilasyon ve imhaya tabi tutmak… Ötekileştirmek… Bazı haklarını gasp etmek… Dilini yasaklamak veya kısıtlamak gibi sözler ve eylemler birer insanlık suçudur!

 

Ülkemiz Türkiye de dünyada bu insanlık suçunu neredeyse 100 yıldır işleyen ender ülkelerden biridir. Utanç verici ve üzücü, ama gerçek… Hele hele milliyetleri, renkleri, dilleri, dinleri ve kültürleri birbirinden farklı onlarca milleti yüzlerce yıl boyunca bir arada ve barış, güven ve refah içinde yaşatan Türkler için daha büyük bir utanç! Burada mahkûm ettiğimiz millet olarak Türkler değil, bu suçu işleyenlerdir! Bu aynı zamanda karşılaştıkları ilk günden bugüne kadar geçen bin yıl boyunca kıvançta ve tasada kader birliği ve inanç birliği yapmış olan Türklere ve Kürtlere de reva görülen ortak tarihlerinin en büyük hakareti ve zulmüdür! Bunun içindir ki, hep birlikte bunun hesabını sormalı ve neden hala bu utançla yaşıyoruz diye haykırmalıyız! Hangi değerlerimizi yitirmişiz ki, bu insanlık suçunu işlemekten geri durmuyoruz diye düşünmeliyiz! Bununla da kalmamalı, Türkiye’nin birliği, bütünlüğü, dirliği ve kaderi söz konusu olduğunda Türkler gibi her şeylerini feda eden Kürtlerin insanlık dışı muamelelere tabi tutuluyor olmalarını mahkûm etmeliyiz!

 

Aksi halde bu insanlık suçunun ortağı olduğumuzu bilmeliyiz.

 

Devletin kurumları bu insanlık suçunu işlemekten geri durmuyor. Daha önce Sağlık Bakanlığı altı farklı dilde afiş hazırladı ve çağrı merkezinde altı farklı dilde hizmet vermeye başladı. Ancak bunların içinde Kürtçe YOK!

 

MEB İngilizce, Almanca, Arapça, Farsa, Rusça, Fransızca ve diğer dillerden on binlerce öğretmenin atamasını yaparken, bugüne kadar Kürtçe için atadıkları öğretmenlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor!

 

Şimdi de İçişleri Bakanlığı altı farklı dilden hizmet verecek olan Kadın Acil Destek (KADES) uygulamasını hayata geçirdi. Ama burada da Kürtçe YOK!

 

Bu demektir ki, Kürt isen devletin acil sağlık hizmetinden yararlanamazsın! Türk, İngiliz, Alman, Arap veya Rus çocuğu değil de Kürt çocuğu isen, dilin ile eğitim yapamazsın, dilini öğrenemezsin! Ve bir Kürt kadını isen, bir saldırıya maruz kaldığında KADES üzerinden imdat çığlığı bile atamazsın!

 

Sadece siyasilerin değil, kendilerini insan olarak ve özellikle kendilerini Müslüman olarak tanımlayanların bu zulme karşı haykırması gerekmez mi?

 

Ama ne yazık ki, siyasilerden sadece bir kişi bu insanlık suçuna ortak olmadığını beyan edebildi. O şahsiyet de AK Parti’nin Ardahan Milletvekili Sayın Orhan Atalay’dır!

 

İnancımızdan ve insanlığımızdan ne kadar da uzaklaştığımızı görebiliyor muyuz? Hâlbuki adı ister Cumhur İttifakı veya Millet İttifakı olsun isterse başka bir kurum ve bir şahıs olsun, bu insanlık suçunu ortadan kaldırmak yönünde çabası olmayan herkesin suç ortağı olduğunu bilmeyenimiz var mı?

 

Bin yıllık bir ortak tarihi olan ve %99’u Müslüman olan bu millet kendileri gibi dillerinin de kardeş olduğuna inanıyor ve artık bu insanlık suçu ile yaşamak istemiyor. Meşru hükümete düşen görev de yetkilerini ve gücünü artık milletin iradesi yönünde kullanması değil mi? Bu da icranın başı olan Başkan Sayın Recep Erdoğan’ın uhdesindedir. Erdoğan, Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı olan MHP’nin Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli ile birlikte bu insanlık suçuna son verebilirler.

 

Kılıçdaroğlu’nu da Erdoğan ve Bahçeli ile birlikte anamayışımızın nedeni, bu inkâr, asimilasyon ve imha politikalarının mimarı ve en vahşi uygulayıcısı olan CHP’nin Genel Başkanı olmasına rağmen bugüne kadar bir özeleştiri yapmamış olmasıdır.

 

Erdoğan ve Bahçeli’nin her fırsatta Müslümanlıklarına da vurgu yapmaları bu anlamda da yükümlülüklerini arttırmaktadır. Çünkü toplumun da %99’u Müslümandır!

 

Fakat görünen manzara Müslümanların pasif veya aktif olarak/farkında olarak veya olmayarak Allah’ın ayetlerine karşı savaştıklarıdır.

 

Hepimiz adına bu utanç verici şartlar altında Erdoğan ve Bahçeli’den bu konuda hala ümit kesmemiş olmamızın nedeni şudur:

 

Zahiren gördüğümüz o ki, her Müslüman gibi Erdoğan ve Bahçeli de Kürtçenin diğer bütün diller gibi Allah’ın ayetlerinden biri olduğunu pekâlâ biliyorlar ve buna iman ediyorlar. İnancımız o ki, onlar da bir dili yasaklamanın ve-veya kısıtlamanın tıpkı Allah’ın bir ayetini yasaklamak veya kısıtlamak anlamına geldiğini pekâlâ biliyorlar ve öyle inanıyorlar. Ve kanaatimiz o ki, onlar da bir devleti abat etmenin ve ilelebet yaşatmanın yolunun Allah’ın ayetlerine karşı savaşmaktan değil, aksine onları yaşatmaktan geçtiğine pekâlâ inanıyorlar. Geriye kalıyor bu inançlarını hayata geçirmek. Ki bu da sadece onların değil, bütün inananların görevidir. Bu durumda yapmamız gereken şey, birbirimize hakkı, sabrı ve iyiyi emretmek ve kötülüklerden alıkoymaya çalışmaktır.

 

Şehitlerimizin kanı ile yoğrulmuş bu cennet vatanda insanca, kardeşçe, hakça yaşamak ve onların bize emaneti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluşunun 100. Yılında mülkün temeli olan adalet ile taçlandırmak arzumuz ise olmazsa olmaz şartlarından biri de bu insanlık suçunu hayatımızdan çıkarmaktır.

 

Duamız ve çağrımız, Erdoğan ve Bahçeli’nin Allah’ın kendilerine bahşettiği bu nimeti hakkıyla ve layıkıyla değerlendirmeleri ve böylece isimlerini hayırla anılacak bir şekilde tarihe geçirmeleridir. Böylece Malazgirt Savaşı’ndan günümüze kadarki şehitlerimizin ruhlarını da şad etmiş oluruz. Öyleyse hepimiz için gün kardeşlik günüdür. Gün kardeşinin hakkını gasıplardan almak günüdür. Veyl olsun kardeşliklerinin gereğini yapmayanlara!

 

 

 

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

 

Papanın Haçlı Ordusunun Zaferlerini Takdisi Müslümanların Yenilgilerinin de Hala Devam Ettiğinin Tescilidir!

 

   Sadece şahit olduğumuz zaferleri bile bu sayfaya sığmayacak kadar fazladır.

 

Bu zaferlerin en önemlisi de İngilizlerin yüz yıl önce işgal ettikleri ve sonraları israil’in işgaline verdikleri Kudüs’ün işgalci israil’in, diğer bir ifade ile Dünya Siyonizminin başkenti ilan edilmesidir! Afganistan’dan Irak, Suriye ve diğer birçok ülkenin işgali ve bu işgallerin devamı, bu ülkelerin baştanbaşa tahribi ve bu süre içinde en az beş milyon Müslümanın şehit edilmesi, bunun üç-dört katının tehcir edilmesi ve sayılarını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz ırz tecavüzleri Haçlı Ordusunun zaferlerinden diğer birkaçıdır. İşte Papa da bu son yılların zaferlerini takdis etmek için Irak’ı ziyaret etti.

 

Bizim karşı olduğumuz, tabii ki Papanın ziyareti değil, onun ziyaretinin içeriğidir. Papa, konuşmalarında içi boş boşaltılmış barış ve kardeşlik mesajlarına bolca yer verdi. Bu mesajların bir de aşağılayıcı bir yönü vardı. Örneğin, güya zulme karşı koymak adına İŞİD’in vahşetlerini eleştirip bunları da zımnen Müslümanlara mal ederken, Irak’ı işgal ettiği günden bugüne kadar milyonlarca Müslümanı katleden, on binlercesine tecavüz eden, ülkeyi baştanbaşa tahrip eden ve petrol başta olmak üzere zenginliklerini gasp eden Haçlı Ordusunu ise sahiplenmekten utanmadı. Oysa İŞİD de onların doğurup büyüttükleri eserlerinden biridir.

 

Cürümleri bununla bitmiyor; Irak’taki Hristiyanların, Yezidilerin ve diğerlerinin durumlarını da çarpıtarak anlatıyorlar dünyaya. Hristiyanlara geri dönme çağrısında bulunan Papa ve hempaları bilmiyorlar mı ki, Hristiyanlar Müslümanların saldırıları nedeniyle değil, Haçlı Ordusunun Irak’ı işgali esnasında olası kazaların kurbanı olmamak için güvenli yerlere; Avrupa’ya ve ABD’ye göç ettiler. Kaldı ki, İŞİD’in Yezidilere, Hristiyanlara saldırıları da efendilerinin kendilerine biçtikleri rolün bir parçasıdır ve dolayısıyla Müslümanları bağlamaz. Zaten İŞİD, üslendiği görev gereği en büyük darbeyi de yine Müslümanlara vurdu. Müslümanların Hristiyanlarla olan ilişkileri dün olduğu gibi bugün de büyük ölçüde İslam’ın bu konudaki hükümlerine uygundur. Keşke Müslümanlar gayrimüslimlerle olan ilişkilerinde İslam’ın hükümlerine uydukları gibi birbirileriyle olan ilişkilerinde de İslam’ın hükümlerine uysalardı.

 

Papa bu ziyaretinde sadece Haçlı Ordusunun zaferlerini takdis etmekle kalmadı, lisanıhâliyle Müslümanların yenilgilerinin hala sürmekte olduğunu da olay yerinde dünyaya ilan etmiş oldu. Nitekim Şer Cephesi de Papa’nın ziyaretini böyle görmektedir. Buna karşılık Müslümanların genelinin ve özellikle din adamları ve yöneticileri gün gibi açık olan bu gerçeği görmemekte ısrar etmektedirler ve dolayısıyla İslam’ın izzetine hiç de yakışmayan zelil, ezik ve silik bir tavır sergilemektedirler. Bu yöneticiler ve din adamları istedikleri kadar gerçekleri gizlemeye çalışsınlar, hakikat budur. Özellikle din adamları bu halleriyle bir zamanların Bizans İmparatorluğu’nun din adamlarını hatırlatıyorlar. Hani, Sultan İkinci Mehmet Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’in surlarını döverken Hristiyan din adamlarının meleklerin cinsiyetini tartışıyor olmaları gibi…

 

Oysa Kudüs yüz yıllık işgalden sonra işgalci israil’in başkenti olarak ilan edilirken… Sadece Mekke ve Medine değil, İslam beldelerinin-ülkelerinin hepsi ya küfrün doğrudan veya dolaylı işgali yahut kuşatması ve ambargosu altında iken… Ve bütün bu olumsuzluklarla birlikte bir de İslam’ın hakkıyla ve layıkıyla hüküm sürdüğü tek bir beldemiz bile yok iken âlimlerimizin, aydınlarımızın ve yöneticilerimizin duruşu böyle mi olmalıydı?

 

Elbette bu gelişmeleri doğru okuyan ve izzetini koruyan âlimlerimiz, aydınlarımız ve yöneticilerimiz de vardır. Ancak hemen hemen her yerde belirleyici olanlar bu zillet halini tahkim edercesine mezhepçiliği, milliyetçiliği ve devletçiliği İslam’ın adaletinin ve izzetinin önüne geçirenlerdir.

 

Müslümanlar olarak önümüzde iki yol var: Ya hayatımızı da iman ettiğimizi söylediğimiz İslam’a göre düzenleyeceğiz veya zilletimizi katlayarak yaşayacağız. Çünkü bu işgalin devamı var. Dikkat edelim, Papanın takdis ettiği Haçlı Ordusu ülkelerimizden çıkmış da veya çıkmaya niyetleri mi var? Veya israil işgal ettiği Filistin’de ve Haçlı güçleri de işgal ettikleri ülkelerde günlük cinayetlerine mi ara verdiler? Öyleyse neyin barışından ve kardeşliğinden söz ediyor Papa?

 

Dolayısıyla gün Müslümanlar olarak ihtiraslarımıza gem vurup hakka teslim olmanın günüdür. Gün mezheplerimizi, milliyetlerimizi ve devletlerimizi din yerine koymaktan vazgeçip Hakk’ı yüceltmemizin günüdür. Gün Allah’ın doğuştan kullarına verdiği dillerle ve milliyetlerle savaşmanın değil, onları fıtratına uygun yaşamanın ve yaşatmanın günüdür. Gün şiddetimizi küfre ve merhametimizi birbirimize göstermenin günüdür. Ve gün izzetimizi kuşanıp selamı yaşamanın ve selamı yeryüzüne yaymanın mücadelesini vermek günüdür!

 

Ancak bunları yaptığımızda hayatın da ölümün de güzel olanı bizim olur.

 

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

 

Yeni Anayasa Nasıl Olmalı ve Kim Yapacak?

 

kurulduğundan beridir darbe anayasalarıyla yönetilen bir ülkedir. Cumhuriyetin ilk çeyrek asrında CHP vardı. Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki ilk anayasayı ve geçen yıllar içinde anayasadaki değişiklikleri yine CHP yaptı. Çok partili dönemin anayasalarını da yeni partiler değil, her zaman CHP ile barışık olan ve CHP’nin koyduğu anayasayı ilkesel olarak sahiplenip tahkim eden darbeciler yapageldiler.

 

Siyasi hayatımıza onlarca parti girdi ve bunlardan kimisi tek başına ve kimisi de koalisyonla iktidar bile oldular, ama darbe anayasalarına dokunamadılar. İktidar oldular, ama milletin iradesini idareye taşıyamadılar. Aksine milletin iradesini Türkiye’ye tahakküm eden gücün hizmetine sunmanın birer aracı oldular. Sayın Mehmet Pamak yıllar önce bu resmi çok güzel tanımlamıştı: Tek CHP’li dönemden çok CHP’li döneme geçiş…

 

Dikkat edilirse, partiler kendilerini nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar, darbecilerin anayasalarını uygulamaktan öte bir şey yapamadılar. Milletin iradesinde ısrar edenlere Menderes, Özal, Erbakan ve Erdoğan’ın şahsında kanlı ve darbeli dersler verdiler. Bu güruhun bundan böyle de milletin iradesine saygı duyacağı yoktur. Zaman zaman söylemekten de çekinmedikleri gibi, onlardan olmayanlar %95 ile bile gelseler iktidar olma şansları yoktur. En fazla yapabilecekleri şey, mini anayasa reformudur.

 

Başkan Sayın Erdoğan’ın yeni bir anayasayı telaffuz ettiği günden beridir diğer partiler de ister istemez dillendiriyorlar. Ancak sözlerinden de anlaşılacağı gibi, hepsi yeni bir anayasa istiyor gibi görünseler bile, bir kısmı gerçekten istemiyor. Bunlar milletin iradesiyle, değerleriyle barışık bir anayasa olacağına, mevcut darbe anayasasına dört elle sarılmaya dünden razıdırlar. Öte yandan her ne kadar Cumhur İttifakı hak ve adalet eksenli ve milletin iradesiyle barışık anayasa istiyor olduğunu iddia etse bile bunun milletin iradesiyle gerçekten ne ölçüde barışık olacağını bilemiyoruz.

 

Örneğin, hedefledikleri anayasada toplumun %99’unun gasp edilen haklarının iadesi de var mı? Daha da somutlaştıralım, anayasanın inkârcı içeriği, toplumu etnik ve dini aidiyet üzerinden ötekileştiren ve gerek gördüğünde birbirine düşüren özelliği tarihin çöplüğüne atılacak mı?

 

Aydınlığa kavuşturulması gereken diğer sorular da şunlardır: Mevcut anayasanın bir kısmı veya ilk dört maddesi tanrısal bir buyruk gibi dokunulamaz olmaya devam mı edecek veya tabu ve kutsal olmaktan çıkarılıp her yönüyle tartışmaya mı açılacak?

 

Ön yargılı olmak istemeyiz, ama CHP’nin anayasanın bir kısmını, özellikle ilk dört maddeyi tanrısal bir buyruk gibi ölümüne savunacağını iddia edebiliriz. HDP’nin bile Cumhur İttifakının elini güçlendirmemek adına bile olsa CHP ile hareket edeceğini söyleyebiliriz. Bilindiği gibi, CHP ile HDP’nin nihai amaçları ve hedefleri kendi ideolojileri doğrultusunda yeni bir toplum oluşturmaktır. İkisinin de ortak paydası laikliktir, diğer bir ifade ile din karşıtlığıdır.

 

CHP’nin bu duruşu dini aidiyet olarak Müslümanları ve etnik aidiyet olarak da Kürtleri potansiyel düşman bellerken, HDP de bir Kürt’ü kendi değerlerinden koparmayı Kürtlerin bütün sorunlarını çözmekten çok daha önemli gördüğü içindir ki, o da tercihini adil bir anayasadan yana değil, tıpkı CHP gibi milletin fıtri haklarını görmezden gelen ve inancını da baskılayan bir anayasada diretecektir.

 

Yukarıda da dediğimiz gibi Cumhur İttifakı’nı oluşturan AK Parti ile MHP’nin de bütün vatandaşları fıtri haklarıyla birlikte eşit gören ve adaleti mülkün esası gören bir anayasayı yapacak kadar hakçı ve adil olduklarını söyleyemiyoruz.

 

Milletin ezici çoğunluğu olarak başından beri bütün anayasaların en büyük mağdurları biz Müslümanlar olmamıza rağmen hak ve adalet eksenli bir anayasayı yapmak konusunda Diyanetimizden İlahiyatlarımıza, cemaatlerimizden dernek ve vakıflarımıza kadar en kısık ses bize ait, en dağınık kesim bizleriz ve birbirimizle olan ilişkilerimiz bile inancımızın emrettiğinin çok gerisindedir.

 

Bütün bu olumsuzluklar da zillet olarak halimize ve hayatımıza yansımaktadır. Bu zilletten kurtuluşumuz da fıkhımızı, hayatımızı, anayasamızı inancımıza göre tanzim edebildiğimiz ölçüde olacaktır. Bunun da yolu bütün imkânlarımızı adil bir anayasayı hayata geçirmek yönünde seferber etmekten geçiyor.

 

DR. BEKİR TANK BÜTÜN YAZILARI GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA