EĞİTİMSİZ VE BİLİMSİZ OLMAZ! KORONA VİRÜS KORKUSU VE YANSIMALARI


Bu makale 2020-04-07 12:34:46 eklenmiş ve 340 kez görüntülenmiştir.
Yasar Geler

 

EĞİTİMSİZ VE BİLİMSİZ OLMAZ!

 

Eğitim ve bilimin önemi son zamanlarda sanırım daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü küresel olumsuz gelişmeler bilimden uzaklaşmamamız gerektiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Demek ki tüm insanlığın sorunu eğitim ve bilimdir. Eğitim olmadan bilim olmaz. Bilime ulaşmanın yolu iyi bir eğitimden geçmektedir. Öncelikle bu terimlerin sözlük anlamlarını açıklayarak başlayalım.

Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla, kasıtlı olarak istendik yönde davranış değişikliği meydana getirme sürecidir.

Bilim ise, evrenin, evrendeki olguların ve olayların bir bölümünü ele alıp birtakım yöntem ve deney yolları kullanarak ve gerçeğe, gerçekliğe dayanarak birtakım yasalara ulaşan bilgi yolu, düzenli ve tutarlı bilgidir.

O halde şimdi eğitimin önemini vurgulamakla başlayalım. Madem kelime anlamıyla olumlu davranış değişikliği gerçekleşiyor, o halde olumlu değişimlerin nesine direnilir. Neden ‘’cahil ya da okumamış insan en iyi insandır’’ gibi saçmalıkları duyabiliyoruz. Madem olumlu davranış değişikliği içeriyor, olumsuzluklarımızı da anlamamızı kolaylaştırmıyor mu? Elbette ki, olumlu düşünen bir insanın olumsuzlukların ne denli zararlı olduğunu anlamamış olması düşünülemez. Demek ki eğitimsizlikten gelen zararın telafisi bile olmaz. Olumsuzlukları düşünebilen insanların yeterli eğitim almadıklarından kimse kuşku duymasın. Bu eğitim almak süreçleri, sadece mesleki olarak düşünülmemelidir. Yani meslek sahibi olmak ya da herhangi bir üniversiteyi bitirmiş olmak demek, tek başına eğitimli olmak demek değildir. Üniversiteler, insanlara sadece meslek kazandırır ki o da eğitimle ilgili değil, öğretimle ilgili bir durumdur. Yani akademik başarı demektir. Akademik başarı insanları meslek sahibi eder. Bununla birlikte iyi de bir eğitim almışsa o zaman ahlaklı, adaletli, hakka ve hukuka uyan insan yetişmiş olur. Bu iki gücü bir arada tutabilen insan toplumsal insandır. Egoları, benleri olmaz. Toplumu dışlamaz. Toplumsal olaylara ve olgulara duyarsız kalamaz.

Hele dünyamızı saran bir sağlık sorunu illetiyle baş edebilmek için tüm dünya insanları seferber olmuşken, bilimin ne kadar önemli olduğunu anlamak hiç te zor olmaz. Düne kadar bilime karşı çıkanlar, bilim dışı başka yollarla yaşamlarımızı yönlendirmeye çalışanların bile şu sıralar bilimsel kanalların önemini açıklamakta sakınca görmemişlerdir. O halde eğitimi ve bilimi bir kenara bırakmak, eğitim ve bilim dışında düşünmek gibi bir yanılgı içerisine girmemek gerekir. Eğitim ve bilim insanlık için vaz geçilmez olgulardır.

Ayrıca eğitim ve öğretimi birlikte düşünmek te gerekir. Zaten sanki eğitim öğretimin bir parçası, eğitim olmadan öğretimin de olmayacağı gibi bir birini tanımlayan kavramlar iç içe geçmiş gibidir. Aslında şöyle de düşünebiliriz: Eğitemediğiniz bir kişiyi öğretemezsiniz de! Yani önce davranış değişikliği sağlayarak, öğretime hazır hale getirmek, sonra da öğretmek gerekir. Öğrenmeye başlayan bir insanın da bilimsel tüm olgulara açık olacağını bilmek te yarar vardır. Gerçi -istisnalar kaideyi bozmaz- mantığıyla baktığınızda eğitemediğimiz birçok insanın öğretildiğini ve akademik olarak bir yerlere geldiğine de şahit olmuyor değiliz.

Ama

İlla da eğitim,

İlla da öğretim,

İlla da ilim

İlla da bilim,

İlla da mantık,

İlla da akılcılık gerekli!

Çağdaş bilimsel eğitimden kopmadan,

Bilimsel kurum ve kurallardan uzaklaşmadan,

Kendi öz bilim insanlarımızın farkına vararak,

Bilim insanlarımızın uyarılarını dikkate alarak,

Onlara her zaman ihtiyaç duyabileceğimizi anlayarak,

Yaşamın artık eğitim, bilim ve teknolojiyle gerçekleşebildiğini düşünerek,

Her şeyin iyi bir eğitim ve öğretimle ortaya çıkacağını bilerek yaşamak gerektiği bilincinde olarak,

Yarın bir gün koşullar değiştiğinde yaşadıklarımızdan almamız gereken dersleri almış olarak yaşamımızı sürdürerek,

Asıl olanın gerçeklerden sapmadan, ilim, bilim ve teknolojiye uygun bir yaşam biçimi oluşturmamızdır. Sadece ihtiyaç duyduğumuzda değil, her zaman bilimin ışığında hareket etmek insanlığın vazgeçilmezidir.

Yaşar GELER

ygeler

 

 

KORONA VİRÜS KORKUSU VE YANSIMALARI

     Son zamanların konusu, malum devam eden Kovid-19 ve bu lanet virüsün insanlar üzerindeki etkileridir. Bu etkilerin en önemli yanı insanların sağlıklarının bozulmasıyla beraber tedaviye ihtiyaç duymaları ve daha önemlisi de yaşamlarının sonlanmasıdır. Yani ölüm vakalarıdır. İşte ağırlıklı olarak devlet yetkililerinden aldığımız bilgilerle virüsün seyrini takip edebiliyoruz. Bazen de bu kurumsal bilgiler dışında gerçek ve gerçek dışı bir takım yetkisiz ve etkisiz kişi ve kurumların da bilgileri ortalıkta dolaşıyor. Hal böyle olunca, insanların verdikleri reaksiyonlar da değişik biçimlerde ortaya çıkmaktadır.

     Şimdi bir yandan sağlık kurumları bu illetle uğraşırken, diğer yandan da bu illete nasıl çare üretileceği için ayrıca başka bir sağlık ilaç bilimcilerinin çalışmaları sürüyor. Buraya kadar her şey normal gidiyor. Gidiyor gitmesine de bu mücadelede eksik giden başka kanal daha olduğu kanaatindeyim. Belki bu derde deva bulunduktan sonra benim bu kanaatime de yöneleceklerdir. Bunu zaman gösterecek diyelim ve kanaatim üzerine konuşalım istiyorum.

     Benim kanaatime göre; toplumun asıl sorununu kimse göremiyor. Bu sorun korku ve kaygı sorunudur.

Acaba ölecek miyim?

Acaba ben de yakalanacak mıyım?

Acaba ne zaman bana da bulaşacak?

Ben gidersem geride kalanlar ne olacak? 

Benden sonra yaşam nasıl devam eder?

Çoluk çocuğuma da bulaşır mı?

Eşime, çocuğuma dokunmalı mıyım?

Dokunursam sıkıntı olur mu, hastalık bulaşır mı?

Onlara bulaşırsa onlar bu illetle nasıl mücadele ederler?

Benim ekonomim bozuldu, ne yiyeceğim, ne içeceğim?

Korona virüs bulaşmamış bile olsa açlıktan ölür müyüz?

Çoluk çocuğuma nasıl bakacağım?      

Hastalık bitse de yaşam kim bilir ne zaman normale döner?

Vs. vs. vs. Bu soruların ardı arkası yok. Anladığım kadarıyla toplumun asıl sorunu korku ve depresyon sorunu gibi duruyor. Öncelikle korkunun ne olduğunu ve kelime anlamının ne olduğunu açıklayalım: Korku, bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü gibi ruhsal değişimlerdir. Korkunun nörolojik açıdan iyi olduğunu savunan sağlık bilimcileri de yok değil. Onlara göre de; korku, her şeyden önce sağlıklı ve insanın hayatta kalabilmesine yardımcı olan bir duygu halidir. Korku, öncelikle hem kendi kendimiz, hem de çevremizdeki insanlar için sağduyulu ve itinalı olma yetisini kazandırır insanlara. Buraya kadar olan kısmıyla, olumlu yönlerinin olduğu açıklanmakla beraber, bir başka yönüyle tanımından hareketle yola çıktığımızda da tamamen tersi bir durumun karşımızda olduğunu görürüz. Korkuyla insanın vücut direnci düşer, tansiyonu yükselir, fiziksel etkileşimler ve değişimler gösterir, sağlık düşünemez, olumsuz duygular içerisine girer, üzüntü ve kaygı duymaya başlar, kısacası ruhsal dengesi bozulur. Kişide bunlar gelişince de kendisini bambaşka bir dünya içerisinde görmeye başlar. Belki de ileride hiç telafisi olmayacak eylemler göstermeye başlar.

     Şimdi düşünelim; her gün TV, sosyal medya, gazeteler vb. yerlerden çeşitli olumsuz sağlık haberleri alıyorsunuz. Yakın çevrenden tanıdığın onlarca insan bilindik bir virüsten dolayı yaşamını kaybediyor. Sen evine hapsolmuşsun. Belki de çaresizce sıranın kendine geleceği günü bekliyorsun. Ya da ne yapabileceğin konusunda yeterliliğe sahip olmadığın için müthiş endişe ediyorsun. Korku belasına kendince savunma mekanizmaları geliştirmeye çalışıyorsun. Ama yine de çaresizsin. Aile içerisindeki dünyayla ilişkin kesilmiş durumdasın. Her ne kadar telefon vb. iletişim araçları olsa da bu ekstra durumdan dolayı kaygıların tavan yapıyor. İşte tam da burada eksik olan ya da eksik bıraktığımız bir şeylerin olduğunu düşünüyorum. Sağlık bilimcilerinin anlatımlarını dinledikçe ve sonuçlarını gördükçe korkular ve kaygılar ne kadar artıyorsa, insanların asıl tedavi edilmesi gerektiği konu da ortaya çıkıyor demektir. Yani sözün özü şu ki; herkes izole olmuşken, evde de olsa korku paranoyasıyla yaşıyorsa, demek ki bu insanların başka bir tedaviye daha ihtiyaçları vardır. Bu tedavi de bence psikolojik bir tedavidir.

     İnsanları bir yandan eve kapatırken ve onlara sürekli korkunun hâkim olduğu haberleri ve paylaşımları yaparken diğer yandan da o insanların hiç değilse psikologlar, nörologlar, terapistlerle bir şekilde uzaktan tedavi edilebilmeleri sağlanmalıdır diye düşünüyorum. Yani insanların, özellikle de hani sınır koyduğumuz o altmış yaş ve üstü insanlar ve şimdi de sıfır yirmi yaş aralığı çocuklar ve gençlerin bu şekilde bir psikolojik desteğe ihtiyaçları olduğu kanaatindeyim. Sağlık bilimcilerinin biraz da bu konuya kafa yormaları ve devlet yetkililerinin de bu konuda TV lerde ve diğer alanlarda buna benzer kamu spotu yayınları yapmalarının ve bu alanda programlar yapmalarının yararlı olacağını düşünüyorum.

     Bu korku psikolojisinin evlerde, ailelerde ve özellikle de çocuklarda ileride düzeltilmesi mümkün olmayacak etkilerini de göreceğimizi düşünüyorum. Eve kapanma süreciyle birlikte aile içi çatışmaların yaşandığının haberleri sosyal medyada çeşitli şekillerde videolar, yazılar ve görsellerle bir şekilde dışa vuruluyor. Bunu toplumun tüm fertleri kolayca görebiliyor ve etkileniyorlar. Peki, aile içi çatışmalardan en çok kim etkilenir? Tabi ki çocuklar! Çatışmaları bir yana bırakın, aile fertlerinden anne, baba, dede, nine, abi, abla, kardeş ya da çok yakın birisini kaybetme riskini bilinçaltına atan grup ta yine çocuklardır. Yani en fazla duygu bozukluğu yaşayacak olan grupta yine çocuklar vardır. O halde özellikle çocuklardan başlanmak kaydıyla, sonrasında tüm yetişkinleri de kapsayacak bir şekilde toplumsal terapilere başlanılmalı ve acil psikolojik destek sağlanmalıdır. Yoksa yarın çok geç olabilir. Ruh sağlığı bozuk bir toplum, geleceği yönetemez.

     Belki de korona virüsten ölmeyecek ama korku paranoyasıyla ruhsal bozukluğa uğrayacaktır. Ruhsal çöküntü insanların en büyük düşmanıdır. İnsanlarımızı ruh sağlıklarını iyice kaybetmeden, uzaktan eğitim gibi uzaktan psikolojik tedaviye alabiliriz. Aslında bu konularda fikir geliştirecek ya da öneri sunacak kadar her hangi bir sağlık bilimcisi ya da sağlık görevlisi değilim tabi ki. Ama çeşitli iletişim kanallarıyla almış olduğum bilgiler, tepkiler ve yakın çevremden görüp yaşadığım olaylar ve iletişim araçlarından yapılan yayınlar sonrasında mantığımla hareket ederek bu şekilde düşünebildim. Düşünceler ve fikirler paylaşıldıkça çoğalır, mantığıyla hareket ederek te toplumla paylaşma gereği duydum. Umarım sağlıklı düşüncelerdir ve bu düşünceler değer bulur. En kısa zamanda sağlıklı günler görmek dileğiyle; evde kalmaya ve sağlıklı kalmaya özen gösterelim.

Yaşar GELER

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA