Suriye mi, Türkiye mi? İnsan olmak, taraf olmaktır!


Bu makale 2020-03-10 07:40:00 eklenmiş ve 331 kez görüntülenmiştir.

Suriye mi, Türkiye mi? İnsan olmak, taraf olmaktır!

 

İnsanın değişmeyen bir özelliğinin altını çizerek söze gireyim: İnsan, taraf olan ve tarafını da kendi iradesiyle seçen bir varlıktır. İlk insan Âdem’den bugüne kadar bu böyle idi ve bugünden kıyamete kadar da böyle olacaktır. İnanmaktan inkâr etmeye, taptığımız ilahı birlemekten O’na ortak koşmaya, yemekten içmeye, giymekten gezmeye, sevmekten sevmemeye ve kısaca her eylemimizle tarafımızı belirtmiş oluyoruz. Çünkü insanız.

 

Taraf olmak çoğu zaman beraberinde karşı olmayı da getirir. Bu yazıda insanın dini, fikri ve siyasi taraf olması üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bildiğiniz gibi, kişi din-ilah bağlamında neye-kime inanıyor ve tapıyorsa, tarafı da odur. Onun kimliğini, varsa kimliğini de iradesiyle yaptığı seçimler ve seçtiği taraflar oluşturur. Her seçimin ve her tarafın bir bedeli var, ama insanlar en kanlı bedelleri yaptıkları dini, fikri ve siyasi seçimler ve taraf tutmalar nedeniyle ödeyegelmişlerdir. İnsanın diğer bir özelliği de, bazen veya çoğu kez kendi iradesini ölümüne inandığı değerleri, ölümüne savunduğu düşünceleri ve ölümüne sevdiği şeyleri istismar etmek yönünde kullanmasıdır. Bazen aynı inançta olduklarını söyleyenlerin birbirlerini boğazlamaları ve aynı davaya inandıklarını söyleyenlerin bazen birbirilerini tasfiyeye kalkışmaları da bundandır. Nasıl ki, bir dinin haddizatında mükemmel olması, ona inananların da her zaman mükemmel oldukları ve her işlerini dine uygun yapacakları anlamına gelmez, bir anayasanın mükemmel olması da insanların ona uyacakları ve onu uygulayacakları anlamına gelmez. Çünkü insan nasıl ki, her an ve her yerde iyi bir şeyi yapma veya en azından yapmayı aklından geçirme iradesine sahip ise, aynı durum onun aksi yönde davranması için de geçerlidir. Zaten biz insanların hayatımız boyunca yaptığımız budur. İnsanın diğer bir özelliği de, iyiyi veya kötüyü yapmada birbiriyle yardımlaşmak veya birbirini bunları yapmaktan alıkoymaya çalışmaktır. Bütün insanlar, hangi din ve düşünceden olurlarsa olsunlar, herkes için aynıdır. Bu genel değerlendirmeden sonra konuyu kendimizle, yani Müslümanlarla sınırlayarak devam edelim.

 

Bugünün dünyasında, resmi rakamlara göre %99’u Müslüman olan ülkelerin bile rejimlerinin ne ölçüde İslami oldukları, dahası, bunların arasında İslam ile şu veya bu düzeyde savaşanların olması diğer bir gerçekliğimizdir. Bunun dışında birey, isterse grup, cemaat ve parti olarak da halimizi görüyoruz. Son yıllarda birbiriyle ciddi sorunlar yaşayan Suriye ile Türkiye’ye bakalım. Osmanlı’nın parçalanmasından sonra emperyalistlerin sınırlarını çizdikleri bu iki ülkedeki Müslümanların varlığı %80-99 arasındadır. Buna rağmen Suriye’de kanun-anayasa-rejim Baasçılık iken, Türkiye’de Atatürkçülüktür.

 

Atatürkçülüğü biliyorsunuz. BAAS (Diriliş): Arap Sosyalist Baas Partisi’dir. Sloganı; “Birlik-Özgürlük-Sosyalizm”dir. Ortak paydaları Laiklik-Milliyetçilik olan Baasçılık ve Atatürkçülüğün öncelikleri toplumsal barış, kalkınma ve refah olmayıp, milletin iradesinin hilafına mutlak bir tahakkümdür! Anayasaları da sivil değildir. Ama hakkını teslim etmek gerekir, Türkiye son yıllarda kendi anayasasını kıyısından köşesinden biraz sivilleştirdi. Ama milletin iradesinin de üstünde olan maddeleriyle birlikte darbe anayasası geçerliliğini koruyor. Türkiye’deki diğer bir olumlu gelişme de, dün PKK ile mücadele adına köy yakan, masum insanları evlerinden alıp meçhule götüren ve toplumun kendi dinini yaşamasına tahammülü olmayan ordunun bugün Türkiye halkının değerleri ile mütenasip, mazlumların eli, sesi ve gücü olma yönündeki mücadelesidir.

 

Türkiye’nin Rusya ve ABD’ninki kadar silahları yok, ama onlar Türkiye’ye karşı füzeleriyle değil, ancak milliyetçilik silahıyla etkili olabilirler. Buna karşı Türkiye’nin kullanacağı silahı ne Kemalizm’dir, ne laikliktir ve ne de emperyalistlerden tevarüs ettiği milliyetçilik! O silah adalettir ve din kardeşliğidir. Ki tarih adalet ve din kardeşliği ile kazandığımız nice zaferlere şahittir.

 

Kendi evimizde onurumuzla yaşamak istiyorsak eğer, coğrafyamızı işgal eden emperyalistleri yerli uşaklarıyla birlikte söküp atmaktan başka bir seçeneğimiz yoktur!

 

 

Livaneli, siz ne Kürt Murat’ı seversiniz, ne de kilamını! Çünkü… 1

 

Bu iddiamı son paragraflarda delilleriyle birlikte ispatlayacağım. Sayın Zülfü Livaneli de Kürt Murat’ın şahsında Kürt’ü, Kürtçeyi ve Kürt’ün kilamını gerçekten sevdiğini veya en azından saygı duyduğunu ispatlasın, onun elinden öpeceğime kamuoyunun önünde söz veriyorum.

 

Fakat bu meselenin merkezinde 90 küsur yıldır hüküm süren bir inkârcı rejimin yanı sıra bir de bir yanda bu rejimin hala kan ağlayan mağdurları ile diğer yanda yine bu rejimin hala kana doymayan bekçileri olduğu için, uzun yazacağız.

 

Olayı biliyorsunuz… Sevgili kardeşimiz Van’lı Murat Akbaş’ın kilamını dinleyen Livaneli, sesin cazibesine kendisini kaptırıyor ve bir anlığına Atatürkçülüğünü unutup sosyal medya üzerinden, “… Keşke bulabilsek de Diyarbakır başta olmak üzere konserlerime konuk sanatçı olarak davet etsem” diye yazıyor. Böylece farkına varmadan altından belki de hiç kalkamayacağı bir yükün altına giriyor. Müzisyen Mahsun Kırmızıgül de hemen durumdan vazife çıkarıyor ve “Zülfü abinin, bu muhteşem sesin sahibini aradığını ve kendisinin de bu güzel sese aranjörlük yapacağını” yazıyor. Bir zamanlar birçok Beyaz Türk’ün işret sofrasına meze olan Türküleri ve genelde Kürtleri aşağılayan filmleriyle gündem olan Kırmızıgül’ün hafızalarda kalan karesi, ırkçı sanatçıların Ahmet Kaya’yı çatal-bıçakla linç ettikleri o gecede o saldırganlarla birlikte avazının çıktığı kadar Onuncu Yıl Marşını çığırmasıdır!

 

Livaneli, Murat’a niçin sahip çıktığını ve neden onu sahneye çıkarmak istediğini şu cümle ile açıklamıştır: "Türkiye’nin en çağdaş ucuyla en geleneksel ucunu birleştirmek çok hoş bir şey olur." Beh beh beh! Görüyor musunuz Livaneli’nin şu alicenaplığını? Türkiye’nin en çağdaş ucu Atatürkçü Livaneli şaha kalkmış ve Türkiye’nin en geleneksel ucu olan Kürt Murat’ı sahneye çıkarma lütfunda bulunuyor! Müsaade ederlerse, yeri gelmişken Atatürkçülerin sıkça sordukları şu soruyu yöneltmek istiyorum Livaneli’ye: “Atatürk başını kaldırsa veya şimdi yaşıyor olsaydı, sizin bu kilam aşkınıza ne derdi acaba?”

 

Atatürkçüler oldum olası böyledirler; kendilerini en çağdaş, en özgürlükçü, en demokrat, en barışçı, en çevreci ve en ilerici insanlar olarak görürler. Türkiye’ye bir karabasan gibi çöken ve Türkiye Milletinin semalarını karartan bu güruhun en nefret ettiği ve hiç karşılaşmak istemediği şey de yüzüne ayna tutulmasıdır. İşte buna hiç mi hiç tahammülleri yoktur. Bunun en son örneği, Livaneli’nin Sayın Ayşe Hür ile aralarında geçen tartışmadır. Livaneli’nin Kürt Murat’ı ve kilamını sevmekte gerçekten samimi olup olmadığını anlamak maksadıyla, Livaneli’ye Atatürk’ün Kürt politikasını hatırlatmış! Oldukça masumane ve oldukça yerinde bir hatırlatma… Biz Livaneli’den o yüzünden hiç eksik etmediği tebessümüne uygun bir cevap beklerken, güneşi görünce dengesini yitiren memeliler gibi sendeleyen ve saldıran bir Livaneli gördük karşımızda…

 

Hâlbuki böyle celalleneceğine, örneğin, şunları söyleyebilirdi: “Tamam, Kürtlerin inkârı, Kütçe yasağı, Kürtçe yerleşim yerlerinin adlarının değiştirilmesi, ülkenin Başbakanının deyimiyle Dersim Katliamı ve bu katliam sürerken dağlara kaçanların bile fare zehriyle öldürülmeleri… Evet, bunların hepsi her ne kadar Atatürk hayatta iken olduysa dahi, Atatürk’ün bu olayların hiçbirinde dahli yoktu. Bütün bu insanlık dışı eylemleri Atatürk’ün çevresindekiler yaptılar. Amaçları ve niyetleri de Atatürk’ü Türk Milletinin gözünden düşürmek idi.” Hatta şunu da ekleyebilirdi: “Aslında biz bu ülkenin en çağdaşları Atatürk’ün adını kötülemek için koydukları inkâr, asimilasyon ve imha yasalarını da kökünden söküp atmak istiyoruz, ama başımızdaki diktatör Erdoğan buna müsaade etmiyor.”

 

 

 

Hiç şüphesi olmasın Livaneli’nin, bu sözlerine bile örneğin, Rahmi Turan’lar, Uğur Dündar’lar, Müjdat Gezen’ler, Ahmet Hakan’lar inanırlar. Ama insanlıklarını korumaya çalışanların ve hele hele Kürtlerin de kendisine inanmalarını istiyorsa, evvela Kürt Murat’ı ve kilamını gerçekten sevdiğini ispatlaması gerekir.

 

Fakat takdir edersiniz ki, Livaneli, bu bedel, siz Atatürkçülerin onlarca yıldır uygulayageldikleri inkâr politikalarını –kefenini de giyerek- bir nebzecik yumuşatan Erdoğan’a diktatör demek kadar kolay olmadığı gibi, Gezi Parkı olmadı, bari Kaz Dağları olsun diye okyanus ötesine selam çakmak gibi de değildir.

 

Fakat isterseniz, size naçizane birkaç önerimi arz edebilirim. Hem önünüzde çıkacağınız konser turu da varken, lütfen değerlendiriniz. İşte önerilerim:

 

Bir: Diyarbekir konserinizde, tıpkı Cumartesi Anneleri gibi, PKK-HDP’nin kaçırdığı çocuklarının yollarını gözleyen anneleri ziyaret etmeseniz bile, PKK’ya ellerindeki binlerce Murat’ı serbest bırakma çağrısı yaparsanız…

 

İki: Murat’ın da şehri olan Van’da 33 masum Kürt’ü kurşuna dizen Atatürkçü Mustafa Muğlalı’yı bu ırkçı eyleminden dolayı mahkûm etme erdemi gösterirseniz…

 

Üç: Bingöl’de iken 33 askeri katleden PKK’yı lanetler ve bir kez daha ellerinde rehin tuttukları Murat’larımızı bırakmalarını ve dahi Mehmetçiğe kurşun sıkmamaları çağrısında bulunursanız…

 

 

Livaneli, siz ne Kürt Murat’ı seversiniz, ne de kilamını! Çünkü… 2

 

Dört: Bir Dersim konserinizde, 1937 Dersim Katliamında öldürülen masum insanlar için saygı duruşunda bulunur ve bu olayın faillerinin, daha doğru bir ifade ile katillerin ortaya çıkarılması için TBMM’ye çağrıda bulunursanız…

 

Yine Dersim’de iken, Van’lı Kürt Murat’tan dahi küçük olan Resik Hüseyin’in önce yaşını büyüten ve sonra da darağacında sallayanları mahkûm ederseniz…

 

Yine Dersim’de iken, canlarını kurtarmak için dağlara sığınanları bile zehirleyenleri lanetlerseniz…

 

Ve yine Dersim’de iken, oğlunun aksine yaşı küçültülerek idam edilen Seyyit Rıza’nın darağacında haykırdığı, “Evladı Kerbelayız. Bi hatayız. Ayıptır, zulümdür, günahtır, cinayettir!” sözlerini dinleyicilerinizle birlikte haykırırsanız…

 

İşte o zaman sizin gerçekten Kürt Murat’ı da, kilamını da sevdiğinize inanacağız!

 

Livaneli, benim de üniversite yıllarından beri dinlediğim nadir sanatçılardan biridir.

 

Sanatçı kimliğinin yanı sıra toplumun sorunlarıyla ilgilenmesini de önemserim. Her ne kadar siyasetten hazzetmediğini söylese de, bir ayağı sanatta olsa dahi diğer ayağı da siyasetin tam ortasındadır. Kürt Sorununa ve Kürt Gerçekliğine de bigâne değildir. Örneğin, bir yazısında, Lord Alderdice’nin Türkiye’nin yetkililerine söylediği, “Kürtlerin onuruna hitap edin!” sözünü aktarıyor ve şöyle devam ediyor: “Karşılıklı saygı, sevgi. Kimsenin onuruyla, diliyle, kültürüyle oynamamak, kimseyi aşağılamamak… Eğer Türkiye bunu yapabilecek devlet adamları yetiştirmiş olsaydı, inanın ki 50 bin canımızı yitirmezdik. Ama “Sen yoksun, dilin de yok, ananla kart kurt diye konuşuyorsun!” derseniz, “Ben varım!” diyenleri de Diyarbakır Cezaevi’ne koyup işkence ederseniz, sonunda çıldırtırsınız insanları. Bütün bunları Atatürkçülük maskesi altında yapmaksa başlı başına bir facia. Siz hiç Mustafa Kemal’in “Kürt yoktur, dili kart kurt dilidir!” dediğini duydunuz mu?”

 

Hayır, Livaneli, kimsenin Atatürkçülük maskesi taktığı yok. Çünkü Kürtler söz konusu olduğunda, Atatürkçülük tam da budur! kimsenin Atatürkçülük maskesi taktığı yok, Atatürkçülük tam da budur zaten! Atatürk’ü ve Atatürkçüleri inkâr politikalarının dışında tutmak ve kendisinin bizzat dillendirdiği zulümleri yapanları da “Atatürkçülük maskesi takanlar” diye kendilerinden değilmiş gibi göstermek tam da Livaneli’ce bir işgüzarlıktır. Oysa Atatürkçülüğün bir yüzü Kürt’ü inkâr etmek, dilini yasaklamak, adını değiştirmek, aşağılamak, darağacına asmak, zindanlara tıkamak, işkence yapmak ve faili meçhullere kurban etmektir.

 

Livaneli diyor ki, “Eğer Türkiye bunu yapabilecek devlet adamları yetiştirmiş olsaydı, inanın ki 50 bin canımızı yitirmezdik.” Timsahın gözyaşları dedikleri bu olsa gerekir. Evet, insanın aklı nisyanla maluldür, ama hafızasında tuttuğu şeyler de olur. Dolayısıyla Livaneli’ye sormazlar mı, “bu sorunu çözme iradesini beyan eden Özal’ın, Erbakan’ın ve Erdoğan’ın başına neler getirdiğinizi? Sormazlar mı, Erdoğan Dersim Olayı için “katliamdır” derken, sizlerin bu hakikati duymamak için kulaklarınıza neyi tıkadığınızı ve “devletin inkâr, asimilasyon ve imha politikalarına son veriyoruz” derken, nerede durduğunuzu? Çünkü sizler seleflerinizin eseri olan inkâr politikalarını tahakkümcü varlığınızın güvencesi olarak gördüğünüz içindir ki, bugün bile 40 yıldır Kürt’ün de Türk’ün de başına musallat ettiğiniz PKK’nın siyasal kanadı ilesiniz ve Atatürk’ün Askerleri ile Apo’nun Askerleri olarak İzmir’de Onuncu Yıl Marşını ve Diyarbekir’de Enternasyonal Marşını okursunuz. Başından beri Atatürkçülerin Kürtleri iğfal yöntemlerinden biri de sosyalizmdir. Kürtlerle ilişkilerinde, Atatürkçülüğün inkârcılığını laiklikle örterler.

 

Livaneli eğer kilamlara ilgisinde samimiyse, örneğin, Kaz Dağları’nda ağaç kesenleri Birleşmiş Milletler’e şikâyet ettiği gibi, inkâr politikalarının son bulması için de bir adım atabilir. Kürtlerin halini BM’ye şikâyet etmesine gerek yok, inkâr politikalarının mimarı olan CHP başta olmak üzere bu zulümlerin devamında diretenlere bir çağrı yapması bile kabuldür. Ama yapamaz, çünkü inkâr, Atatürkçülüğün amentüsünden bir cüzdür.

 

Son olarak Livaneli’ye çağrımız ve sorumuz şudur: Var mısınız, rejimin 90 küsur yıldır uygulayageldiği inkâr politikalarının Türk-Kürt kadim kardeşliğinde açtığı fetret dönemini sona erdirmek amacıyla bu sorunu enine boyuna, “ama”sız ve “eğer”siz tartışmaya hepimizin en azından “senin dinin sana ve benim dinim bana” diyebilecek kadar özgür olduğumuz bir Türkiye’yi birlikte inşa etmeye?

 

Dikkatinizi çekeyim, Batı’nın kibrinin ve Doğu’nun cehlinin neresinde olduğunuz da bu soruya vereceğiniz cevabın içindedir.

 

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA