“İnsan din için değil, din insan içindir!” Müslüman, Kudüs’ü sen mi daha çok seviyorsun, yoksa Netanyahu mu?


Bu makale 2020-02-09 19:49:13 eklenmiş ve 423 kez görüntülenmiştir.
Dr. Bekir Tank

“İnsan din için değil, din insan içindir!”

 

Başlığa taşıdığım söz, “İndirildiği Dönemin Işığında Kur'an Tefsiri/Tevhit Mesajı” adlı muhteşem eseri Sayın Muhammed Coşkun ile birlikte yazan Sayın Prof. Dr. Hasan Elik’e aittir. Ki sanırım bu söz belki sizin de bir ezberinizi bozdu bile.

 

Elik, eski Adalet Bakanlarından Sayın İsmail Müftüoğlu’nun kurup 15 yıldan beridir devam ettirdiği İstanbul Platformu’nun son konuğu idi. Bendenizin de yeni üyesi-müdavimi olduğum bu platformun mutat aylık toplantıları var. Her toplantının bir de konuşmacısı oluyor. Kayda alınan bu konuşmalar kitap olarak da basılacaktır.

 

Yeri gelmişken sizlerin de memnun kalacağınız ve öğrenince dört gözle bekleyeceğinizden emin olduğum bir haber vereyim: bilge şahsiyet Müftüoğlu’nun kaleme aldığı hatıraları editörü tarafından son bir kez daha kontrol edilmektedir. Bu da demektir ki, bu hatırat önümüzdeki birkaç ay içinde raflardaki yerini alacaktır.

 

Malumunuz, hatıralar kendi döneminin tanıkları ve haddizatında birer tarihtirler. Bir de o şahsiyetlerin yaşadıkları olayları birilerinin kınamasından korkmadan ve toplumun da bilme hakkının bulunduğu dereceye kadar yazmaktan sakınmadıklarını düşününüz. Bu bağlamda ülkemizin önemli mevkilerinde bulunmuş şahsiyetlerin yaşadıkları olayları doğru bir şekilde bilmeye o kadar muhtacız ki… Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından günümüze kadar hala birçok gerçeği bilmek hakkından mahrum bırakıldığımızı ve birçok hakikatin ya çarpıtıldığını veya üstünün örtüldüğünü biliyoruz. Bunun içindir ki, özellikle mümin şahsiyetlerin şahitliklerinde doğruları öğrenmemiz çok önemli ve bir o kadar da behemehal gidermemiz gereken büyük bir ihtiyaçtır. Neden özellikle mümin sıfatını kullandığım sorusunun ve daha nice soruların cevaplarını Müftüoğlu’nun müjdesini verdiğim hatıratında bulacağımızı umuyorum. Allah’tan bu eserin hayırlı olmasını diliyor ve Müftüoğlu’nu ihtiram ile tebrik ediyorum.

 

Elik ve Coşkun’un hazırladıkları tefsir tek cilt olup, 1487 sayfadır. Başlığından da anlaşıldığı üzere, eseri Kur’an’ın indiği 23 yılı esas alarak hazırlamışlardır. Bildiğimiz gibi, birçok ayetin iniş nedeni vardır; kimi ayetler-sureler bazı olaylara ve-veya kişilere binaen indirilmişlerdir. Tefsir yazılırken, Kur’an’ın indirildiği dönemin esas alınması çok önemlidir. Gelen her ayeti bizzat Hz. Muhammed aleyhisselamın dilinden duyan sahabenin bile bunlardan bazılarını anlamakta zorluk çekmiş olması vaki iken, onlardan 1440 küsur yıl sonra yaşayan bizlerin ayetleri o dönemden ve nüzul sebeplerinden bağımsız olarak doğru anlamamız haydi haydi zordur. Ancak bu zorluk aşılamayacak kadar da değildir. Yeter ki, kişi bilmek istesin ve öğrenmek istesin. Çünkü Kur’an insanın anlayabileceği ve yaşayabileceği kolaylıkta indirilmiştir. Buna mâni olan sadece iki hal var; çocukluk ve zihinsel engellilik! Zaten onlar da bu özelliklerinden dolayı mükellef değiller.

 

Tabii ki, Elik ve Coşkun mümkün olduğunca diğer tefsirlerden de yararlanmışlardır. Herkesin aynı ölçüde Kur’an’ı anlaması mümkün değil, ama herkes gösterdiği çaba ve sergilediği ciddiyet oranında Kur’an’ı, özellikle hüküm ayetlerini anlayabilir. Zaten Kur’an da bu özelliktedir.

 

Meal, özellikle dili Arapça olmayan Müslümanların Kur’an’ı anlamak için başvurmaları gereken –çoğunun da zaten başvurduğu ilk kaynak olmasına rağmen, meal konusunda bazı Müslümanların birbirilerine çeşitli ithamlarda bulunmaları; kimisinin “bize sadece meal yeter” ve kimisinin “sakın meal okumayınız” diye birbirilerine haksızlık yapıyor olmaları, maalesef acı bir gerçekliğimizdir. Bize düşen, kendimizi bu kısır döngülere kaptırmamak ve mümkün olduğunca o kardeşlerimizi de bu tür gereksiz tartışmalardan kurtarmaya çalışmaktır. Biz eğer bütün samimiyetimizle Kur’an’a yaklaşır ve ona tabi olursak, anlamadığımız ve anlamakta zorlandığımız konuları da anlamamız için bizi Peygamberimiz ve “yaşayan Kur’an” olan Hz. Muhammed’e ve daha da ötesi “zikir ehline” ve kısaca âlimlere yönlendirdiğini de göreceğiz. Bir de, “Kur’an’ı aslından veya mealinden okursam, yanlış anlayabilirim. Yanlış anlamaktansa, okumamam daha evladır” türünden vesveselere itibar etmemeliyiz. Kur’an’a bu duyarlılık ve bilinç ile yaklaşırsak, ne şeytan ve ne de onun izinden gidenler hayatımızı Kur’an’ın aydınlığında yaşamamıza engel olamayacaklardır!

 

Elik ve Coşkun mümkün olduğunca diğer tefsirlerden de yararlanmışlardır. Kaldı ki, anlamadığımız yerleri de ancak okuyarak anlayabiliriz. Okumak, okumak ve yine okumak!

 

Ben de Elik’i dinledikten sonra ilk işim bu tefsiri almak oldu. Aile efradı ile de anlaştık. Kararımız ve kararlılığımız, bu tefsiri bir yıl içinde birlikte okumaktır. İnşallah başarırız.

 

Aslında niyetim, Elik’in konuşmasında aldığım notları sizlerle paylaşmaktı. Ama en iyisi sizleri “İndirildiği dönemin ışığında Kur’an Tefsiri/Tevhit Mesajı” ile baş başa bırakmak…

 

Müslüman, Kudüs’ü sen mi daha çok seviyorsun, yoksa Netanyahu mu?

 

Allah’ı şahit tutarak, nefsimizi Kudüs sevgisi hakkında bir sınava var mıyız? Ben, sen, o ve biz… Yani biz Müslümanlar! Yani “Kudüs ilk kıblemizdir” diyen bizler… Yani “Kudüs kırmızıçizgimizdir” diye demeçler veren bizler… Yani “Kudüs bizimdir, bizim olacak” diye bağıran bizler… Ve yani dillerinde Kudüs marşları, şiirleri, ilahileri, ağıtları ve türküleri olan bizler…

İşte kıblemiz dediğimiz Kudüs yüz yıldır Siyonistlerin elinde… İşte kırmızıçizgimiz dediğimiz Kudüs, Siyonistlerin kanımızla kırmızıya boyadıkları ve günlük, hatta anlık olarak kanımızı döktükleri bir vahşet alanı… İşte her ağzımızı açtığımızda bizim olduğunu söylediğimiz Kudüs, Siyonistlerin pençesinde ve kendilerince de başkent ilan edilmiş…

 

Cesaretimiz var mı, hakikat aynasından yüzümüze bakmaya? Hazır mıyız, üç beş dakikalık tefekküre? Var mıyız kalbimizden geçenleri, dilimizden dökülenleri ve elimizden çıkanları iman ettiğimizi söylediğimiz Kur’an’ın ölçüsüne vurmaya? Var mıyız, Kudüs sevgimizi Netanyahu’nun Kudüs sevgisi ile kıyaslamaya?

 

Her şeyin kendine göre bir bedeli ve bir değeri vardır. Bir şeyi sevip sevmediğinizin ispatı, onun için yaptıklarınızla, onun yolunda verdiklerinizle ve onun için feda ettiklerinizle doğru orantılıdır. Gerisi yalandır!

 

İşte ispatı: Netanyahu, Kudüs’ü sevdiğini söylüyor ve elinde tutmanın bedeli ne ise, gece gündüz demeden o bedeli ödüyor. Netanyahu için Kudüs sevgisi onu elinde tutmak ve Kudüs üzerinde hak iddia edenlere ise tecavüzden tehcire, zindandan ölüme ve yakmaktan yıkmaya kadar ne gerekiyorsa, yapmaktır. Mazlumların çığlıkları mı, Müslümanların boş bağırışları mı ve Birleşmiş Milletlerin kararları mı? Hepsi ve daha fazlası Netanyahu için vız gelir, tırıs gider. Çünkü milyonlarca Müslüman ağzında Amerika sigarasıyla Netanyahu’nun yaktığı evlerden göğe yükselen dumanları izliyor ve o evlerden yükselen çığlıkları duyuyor. Bir de önlerindeki Cola bardağından bir yudum aldıktan sonra israil’e bir lanet okuyorlarsa, cennetteki köşkleri hazır.

 

Şimdi tekrar gelelim kendimize… Bu halin değişmesini, yani Kudüs’ün tekrar bizim olmasını gerçekten istiyor muyuz? Öyleyse Kudüs sevgimizin Netanyahu’nunkinden çok daha fazla olduğunu ispatlamamız gerekir. Yapacağımız şey ve gideceğimiz yol belli; harekete geçmek ve her işimizde hakkı ve adaleti gözetmek!

 

İlk işlerimizden birinin ambargo olmasına ne dersiniz?

 

Sakın, hafife almayınız ambargoyu. Ambargo, düşmana karşı yürütülen savaşın en etkili silahlarındandır. Ambargo düşmana çektirerek, yataklara düşürerek ve en kötüsü de kendisine diz çöktürerek öldürür. Unuttunuz mu, Mekke müşriklerinin mümin ve müminelere karşı uyguladıkları ambargoyu? Müşriklerden hiçbiri Müslümanlara ne bir şey satıyorlardı ve ne de Müslümanlardan bir şey satın alıyorlardı. Ama o öyle bir iman idi ki, değil uyguladıkları ambargo, işkenceleri ve hatta öldürmeleri bile Müslümanları yıldırmıyordu.

 

Sakın ola ki, kendimizi Mekke dönemindeki Müslümanlarla kıyaslamayalım. Çünkü biz onların yüz karasıyız. Bizimkisi tamamen bir zillet! Hatta varsa eğer, zilletin de ötesi. Bu öyle bir zillet ki, yaşadığımız şeyin zillet olduğunu dahi düşünemiyor, kavrayamıyor ve anlayamıyoruz. Aslında anlamasına anlıyoruz, ama gerekeni yapamayacak kadar aciziz ve zeliliz! Düşünebiliyor muyuz şu halimizi? Ülkelerimizi işgal edenler onlar… Ülkelerimizde adım başı üs bulunduranlar onlar… Petrol, maden ve diğer zenginliklerimizi gasp edenler onlar… Liderlerimizi teslim alanlar onlar… İlk kıblemiz olan Kudüs’ümüzü yüz yıldır kirli ellerinde tutanlar onlar. Ve bütün bunlara karşılık ümmet olarak yaptığımız şey, aşağılık bir teslimiyet! Elbette ki, aramızda Kur’an’daki sıfatları haiz müminler ve mümineler var, ama ümmet olarak halimiz kelimenin tek anlamıyla zillet!

 

Hal ve hakikat bu iken, Kudüs sevgimizin Netanyahu’nunkinden daha fazla olduğunu iddia etmemiz Kudüs’e hakaret olmaz mı? Netanyahu’nun Kudüs’ü kendi pençesinde tutmak için işlediği hukuksuzluğun bir çeyreği kadar bile olsun, biz hakkı ve adaleti gözetiyor muyuz?  Mesela bize ait olan neyi feda ediyoruz, sevdiğimiz ve sevgilimiz Kudüs’ü Siyonistlerden kurtarmak için? Hayır, bazılarınızın sandığı veya düşündüğü gibi, şimdiki ilk işimiz elimize silah almak değildir. Evvela yitirdiğimiz onurumuzu kuşanmalı ve akabinde de küçücük ve ufacık fedakârlıklarla devam etmeliyiz. Örneğin, ilgili ayet geldiğinde, Müslümanların şarap fıçılarını Mekke’nin sokaklarına döktükleri gibi, biz de var mıyız, cebimizdeki Amerika sigaralarını hemen çöpe atmaya? Var mıyız bugünden itibaren masalarımızın süsü ve davetlerimizin vazgeçilmezi olan Amerika-Batı-Siyonist menşeli meşrubatlara ambargo uygulamaya? Kudüs’ü sevdiğini söyleyen esnaf, bu ürünlerin alışını-satışını kesmeye var mısınız? Ne oldu kardeşler? Neden bazılarımızı bir titreme tuttu? Neden bazılarımızı soğuk bir ter bastı? Sigarasızlık krizi mi tuttu? Veya susuzluktan ağzınız mı kurudu? Yahut rızık korkusu mu sardı sizi?

 

Anılan sigara ve meşrubatı hayatımız boyunca dahi hiç kullanmasak, zerre kadar bir zararımız olmayacak, ama hem sağlığımız, hem maddi kârımız ve hem de düşmanımıza karşı sergileyeceğimiz duruş gibi bize onca yararını bildiğimiz halde, bunlardan vazgeçmiyorsak, bilelim ki, Kudüs sevgimiz de yalandır, yalandır ve yalandır! Kudüs’ü seviyorsak, söylem ve eylemlerimiz de bu sevgiyi güçlendirecek yönde olmalıdır. Diğer bir ifade ile Kudüs’ü geri alma çabamız onu elinde tutanlarınkinden daha fazla olmalı ki, sevdiğimize kavuşabilelim. Çünkü sevgi bedel ister ve ölümüne çaba ister! Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubi ve Fatih Sultan Mehmet buna birer örnektir. Eğer Hz. Ömer’in ve Selahaddin’in Kudüs’ü almak yönündeki iman, azim ve çabaları Kudüs’ü elinde tutanlarınkinden ve aynı şekilde Fatih’in İstanbul’u almak yönündeki iman, azim ve çabası onu elinde tutanlarınkinden daha fazla olmasaydı, muvaffak olamazlardı.

 

Hülasa ilk kıblemiz Kudüs yüz yıldır Siyonistlerin pençesinde ve kan ağlıyor. Kudüs’ü Siyonistlerden daha çok mu seviyoruz? Kudüs birkaç adım ötede, ama Amerika’nın sigaraları, meşrubatları vesaireleri burada! Bunları ayaklarının altına alıp yola koyulursan, bu demektir ki, sevdiğin Kudüs’ü namahremin elinden almana Amerika’nın yanı başımızdaki üsleri ve ne de onların yerli uşakları engel olamayacaktır. Kudüs’ü alıp sana versinler diye Ömer’ler, Selahaddin’ler veya Mehdiler beklemen nafile. Eğer gerçekten seviyorsan Kudüs’ü, Ömer de sen ol, Selahaddin de sen ol ve Mehdi de sen ol! İşte Siyonistlerin ellerinde rehin tuttukları sevgilin Kudüs ve işte onsuz yaşamayacağını iddia eden sen!

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA