Barzani’yi Recmederken, Aslında Şeytanları Güçlendirdiğinizin Farkında mısınız?


Bu makale 2017-10-24 20:58:26 eklenmiş ve 546 kez görüntülenmiştir.

Barzani’yi Recmederken, Aslında Şeytanları Güçlendirdiğinizin Farkında mısınız?

 

Öncelikle referandum hakkındaki düşüncelerimizi hemen belirtelim ki, etekleri taş dolu ve ellerinde taşla hazır bekleyen tetikçi muharrirler, tetikçi münevverler ve tetikçi siyasetçiler ve dahi onların itham ve iftiralarına fetva yetiştiren din adamları bizi de taşlamadan önce bir nebzecik olsun düşünsünler.

 

Biz, Barzani’nin bağımsızlık referandumu kararı hakkındaki düşüncelerimizi çok önceleri, “referandum, emperyalistlerin Kürtlere tuzağıdır” başlıklı bir yazı ile yazdık. Ve dilimizin döndüğünce, bunun Barzani’yi de aşan bir mesele olduğunu, onun çaresiz bırakıldığını ve zaten çoktandır kuşatıldığını söylemeye çalıştık. Burada Barzani’yi hatasız göstermek veya aklamak gibi bir çabamız yok. Ama bu durumu bilirsek, konu ile ilgili değerlendirmelerimiz kadar, asıl kimi, kimleri hedef tahtasına koymamız gerektiği konusunda da daha sağlıklı düşünebiliriz.

 

Bizim görebildiğimiz tuzağı Barzani’nin görmemiş olması düşünülemeyeceğine göre, diyoruz ki, ya Barzani’ye sunulan seçenekler onu buna mecbur etti, yani hepsi kötü olan seçeneklerden kendince daha az kötü olanını seçti veya bu tuzağı görmesine rağmen kendisine yapılan vaatlerin cazibesine kapıldı. Tabii ki, bu veya diğer nedenler Barzani’nin hatasını mazur görmeye yetmez. Çünkü nice savaşları, isyanları ve hele hele ihanetleri görmüş ve yaşamış olan Barzani’nin yaşadıklarından ders çıkarmış olması beklenirdi.

 

Bize göre de, temel insani haklara tecavüzün olduğu ve temel insani hakların gasp edildiği zamanlarda ve yerlerde zulme karşı direnmek herkesin meşru ve hatta mecburi hakkıdır. Bu meşruiyet bazı durumlarda, yani düşmanın şerrinden korunmak için silahlı boyut da kazanabilir. Lakin mücadelede silahı en öne almak, mutlaka ve sadece öz güç ile doğrudan ilişkili ve sınırlı olmalıdır. Eğer girdiğiniz yol ölüm-kalım derecesinde önemliyse, esas almanız gereken şey, yani hareket noktanız, sadece ve sadece sizin öz gücünüzdür. Eğer sadece öz gücünüzle düşmana karşı galip geleceğinize inanmadığınız halde dışarıdan bazı devletlerin veya içeriden bazı güçlerin size olan desteklerine ve vaatlerine göre davranırsanız, başkasının ipi ile kuyuya inmiş olursunuz ki, o kuyu her an size mezar yapılabilir. Ki, sadece tarihte değil, günümüzde de ve en fazla da Irak’ta bunun örnekleri var.

 

Bize göre, bütün bunları bizden çok daya iyi gördüğüne ve okuduğuna inandığımız Barzani, kimsenin vaatlerine veya baskılarına aldırmamalı ve gerekiyorsa, bunları evvela halkıyla paylaşmalı ve akabinde dünya kamuoyuna duyurmalıydı. Dünya kamuoyu ne derece ilgi duyardı, ayrı bir konu. Fakat bunlarla kalmamalı ve sorununu Türkiye ile paylaşmalıydı. Gerçi Cumhuriyet rejiminden bu yana Türkiye’nin karar vericilerinin; hükümetlerinin ve muhalefetlerinin kibirleri, tepeden bakışları, buyurgan sözleri ve tıpkı Cumhuriyet rejimi gibi, her halleriyle Kürtleri hazmedemediklerini göstermeleri gibi tavırlar doğal olarak Barzani için de sineye çekilebilir bir şey değil. Konunun daha iyi anlaşılması için bir zamanlar Yeni Şafak’ta çalışan gazeteci Ali Akel’in Barzani’nin ağzından duyduğu bir sitemini aktaralım. Kendisine şöyle demiş: “Biz Türkiye’nin dostuyuz. Türkiye’ye her zaman dostluk elimizi uzatmışız. Ama her defasında uzattığımız el havada kalmıştır.”

 

İçindeki Kürt’üne dahi tahammülü olmayan bir rejimin dışarıdaki Kürt’ün elini tutmaması tabii ki şaşırtıcı değil.

 

Fakat bize göre, Barzani, Türkiye’nin katıksız dışlayıcılığına rağmen sorununu Türkiye ile paylaşmalı ve Türkiye’nin tavrına göre adım atmalıydı. Çünkü Türkiye’de her ne kadar hükümetlerin ve muhalefetin Kürtlere bakışı ana hatlarıyla inkârcı rejimle örtüşse bile, bu rejimin hala tam anlamıyla içine nüfuz edemediği Türk Milleti Kürtlerle olan kardeşliğini ve dostluğunu bazı eksiklikleriyle birlikte korumaktadır. Ki, bu büyük bir nimettir.

 

Ne edelim ki, olan oldu ve bağımsızlık referandumu gerçekleştirildi ve sandıktan ezici çoğunlukta evet çıktı. Türkiye’nin ve diğer ülkelerin bize görünen tepkilerini izliyoruz. Ve görünen o ki, eğer Türkler, Farslar, Araplar ve Kürtler aklıselim ile hareket etmezlerse, bu tuzağı kuranlar bir taş ile 4 kuşu vurmuş olacaklar.

 

Irkçılık ve cehaletin mi, yoksa aklıselimin mi galip geleceğini, yaşayanlarımız görecektir.

 

Üzülerek belirtelim ki, bu süreçte belki de en kötü sınavı Türkiye vermektedir. Çünkü gazete köşelerini ve televizyon ekranlarını işgal eden nevzuhur Ortadoğu uzmanlarının başta Kürtler olmak üzere bölge hakkındaki tahlilleri, tespitleri ve önerileri maalesef ağır bir hamaset kokmakta ve birçoğu gerçeklerle örtüşmemektedir. Öte yandan ne iktidarın ve de muhalefetin gerekli manevraları yapacak bir donanımdan yoksun olduğu da bir gerçektir.

 

Yine üzülerek ifade edelim ki, Kürtlerle kardeş olduklarını iddia edenlerin söylemleri ve eylemleri Kürtleri kullanmak amacıyla onlara yaklaşanların söylem, vaat ve eylemlerinden daha itici ve hatta aşağılayıcıdır. Azıcık onuru olan her Kürt, bir yandan kardeşlik, dostluk ve ümmetten söz eden ve diğer yandan her türlü hakareti yapmaktan geri durmayanların ikiyüzlülüklerini görebilmektedir.

 

Eminiz ki, aydınlardan siyasilere, akademisyenlere ve gazetecilere kadar, geçelim Ortadoğu’yu, her sözü geçtiğinde lanetledikleri PKK’yı bile tahlil edebilecek kişilerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Onlar bile bildiklerinin bir kısmını kamuoyundan gizleyecek kadar saygısızlar.

 

Ve gelelim Barzani Ailesinin Yahudi olup olmadığı meselesine. Ölçüsü İslam olan bir Müslüman, söz konusu edilen kişinin milliyetine, annesine, babasına ve çocuklarına değil, sadece ve sadece kendisine bakar. Ne yazık ki, bazı Müslümanlar bu konuda Kur’an’ı değil, başka şeyleri ölçü olarak alıyorlar.

 

Molla Mustafa Barzani’nin ve oğlu Mesut Barzani’nin İsrail ile ilişkileri eleştirilebilir. Ama onlara Yahudi demek, apaçık bir yalan ve iftiradır. Kimi Müslümanların da Barzani Ailesinin İsrail ile olan ilişkileri üzerinden bu tür iftiralara ortak olmaları ümmete bir şey kazandırmaz, aksine çok şey kaybettirir. Barzani olur veya başkası, varsa hataları veya ihanetleri, hesabı sorulmamı. Ama dediğimiz gibi, yalan ve iftiralar üzerinden değil.

 

Bölgedeki devletlerden ve gruplardan hangisi İsrail ile insanlık onurunu zedeleyici bir iş ve anlaşma yaparsa yapsın, buna karşı durmak insani bir erdemdir. Yeri gelmişken, Barzani’leri İsrail ile olan ilişkilerinden dolayı ihanetle suçlayanlara birkaç soru soralım:

 

Bir tarafta ihtiyari bir şekilde İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biri olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve diğer tarafta bölgesel bir yönetim olması hasebiyle içeriden ve dışarıdan gelecek baskı ve şantajlara müsait ve icabında bu baskı ve şantajları savamayacak kadar güçsüz olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi. İsrail’in etki alanına giren IKBY’ni veya Barzani’yi ihanetle suçlayanlar acaba Türkiye’nin İsrail’i tanımasını, İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini ve Türkiye’nin Mavi Marmara nedeniyle İsrail ile yaptığı anlaşmasını nasıl buluyorlar acaba?

 

Sözün özü, dememiz o ki, “bir kavme olan kininiz sizi onlara karşı adaletsizliğe götürmesin.” Seleflerinizin yaptığı gibi, sizler de Kürtlere yeni bedeller ödetebilirsiniz. Hatta bunda seleflerinizi sollaya da bilirsiniz. Diyelim ki, Barzani’yi ona bu tuzağı kuranlardan evvel bertaraf ettiniz ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi de feshedildi. Zaten bu tuzağı kuranların da nihai amacı buraları da hem Kürtlerin değerlerine düşman ve hem de kendilerine sadık olan PKK, GORAN ve YNK gibi güçlere teslim etmek değil mi?

 

Barzani’yi ve Barzani üzerinden Kürtleri recmetmekle aslında şeytanlarınızı daha da güçlendirdiğinizi bilmelisiniz. Fakat görünen o ki, hala Türkiye’ye neleri kaybettirdiğinizin ve neleri kazandırdığınızın farkında değilsiniz.

 

Eğer önyargısız ve soğukkanlı bir şekilde bakarsanız, göreceğiniz şudur: Bu meselede yalnız olmayan ABD, her gün görmediklerimizin dışında da bölgeye silah yığıyor. Barzani’nin diğer liderlerden farklı olarak “milli” olması, emperyalistlerin ilk fırsatta tasfiye etmeleri için yeterli bir nedendir. Emperyalistler, Kürtlerden devşirdikleri örgütleri ve kişileri ihtiyaç duydukları her türlü silahla donatacaklar. Ve bu arada ortamı da hem ölmelerine, hem öldürmelerine ve hem de yıkmalarına müsait hale getirmek için fitne ve fesattan geri durmayacaklardır.

 

Belki PKK bile bundan böyle daha fazla kayıp vermemek için Türkiye’deki güçlerini dışarıya çeker. Ve saldırılarını oradan sürdürür. Yüzlerce kilometrelik sınırı metrelerce yükseklikte duvarlarla örmek bile, saldırıları önlemeye yetmez. Öyle ki, her gün ve hem de birçok farklı noktalardan Türkiye’deki hedeflere roketli veya füzeli saldırılar bile yapabilirler.

 

Türkiye bu durumda, Kandil’dekinden farklı olarak bazı yerleri güvenlik amaçlı işgal etse bile, üstesinden gelmesi kolay olmayacaktır. Çünkü karşısında terör örgütleri değil, emperyalist güçler var.

 

 

Kim ne derse desin, bu “medeniyet denen tek dişi kalmış canavarın” asıl hedefi bütün Müslümanlardır ve bütün eksik yanlarına rağmen Müslümanları toparlama potansiyeli en yüksek olan Türkiye’dir. Dolayısıyla bu topyekûn saldırılara karşı ancak Müslümanca bir duruşla karşı konulabilir. Bunun olmazsa olmaz ilk şartı ise, Müslümanların merhametlerini birbirilerine ve şiddetlerini de düşmana yoğunlaştırmalarıdır. Aksi bu zilletten kurtulmamız mümkün değil.

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA