DÖRT AKIL TÜREVLERİ


Bu makale 2014-12-16 18:47:48 eklenmiş ve 1114 kez görüntülenmiştir.

DÖRT AKIL TÜREVLERİ

Dilek Ejder

 Tarağın altında saklı değil aklın türevleri...

Kur’an’ı Kerim’de, akıllı olmak, anlamak, idrak etmek, eşyanın künhüne vakıf olmak manasında “akl” ve türevleri kullanılmıştır. Akıl kelimesi isim ve de tek olarak kullanılmamıştır.

Bu kelimenin yerine;

1- Tıpkı 4 kapı 40 makam gibi; yani Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat gibi…

2- Tıpkı dört geçiş evresi gibi; yani 25 yaş çocukluk ve gençlik, 50 yaş gençlik ve olgunluk, 75 yaş olgunluk ve ihtiyarlık. 100 yaş ihtiyarlık ve yine çocukluğa dönüş gibi…

3- Tıpkı 4 mevsim gibi; yani İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış gibi…

4- Tıpkı 4 element gibi; yani Toprak, Hava, Su Ateş gibi ve bütününe bakıldığında çocukluktan olgunluğa erdiren, topraktan yüze çıkaran, Şeriatten Hakikate kadar götüren 4 basamak kullanılmıştır.

Allah Tealâ aklı esas alarak 4 ayrı kelime kullanmıştır; insanlar ya kalplerindeki duygularıyla,

ya gönüllerindeki duygularıyla ya da vicdanlarının duygularıyla akıllarını kullanırlar.

Aklını kalbiyle yani Kalb Kulûb, aklını gönlüyle yani Fuad Efide, aklını vicdanıyla yani Lüb Elbâb birlikte kullanan engin akıl yani Nûhâ sahibidir.

Ancak ergin akılla 4’lerin sırrını çözüp 4 kapıdan geçerken, 4 mevsime de dirayetli olmak ve 4 geçiş evrelerinde aklı esas alarak Nuha sahibi olmak ve Nüha sahibi olarak Hakikat kapısına ulaşmak mümkündür.

Birinci kapının evresi çocuk, bu çocuğun yaşı 25, mevsimi İlkbahar, elementi Ateş, kapısı Şeriat, aklı Kalb Kulüb, yani akıl ve kalpdir.

İkinci kapının evresi gençlik, bu gençliğin yaşı 25’den çıkış 50’ye doğru geçiş, mevsimi Yaz, elementi Hava, kapısı Tarikat, aklı Lüb Elbab yani akıl ve vicdandır.

Üçüncü kapının evresi olgunluk, bu olgunluğun yaşı 50’den çıkış 75’e doğru yol alış, mevsimi Sonbahar, elementi Toprak, kapısı Marifet, aklı Fuad Efide yani akıl ve gönüldür.

Dördüncü kapının evresi yaşlılık, yaşı 75’den çıkış 100’e doğru yol alış, mevsimi Kış, elementi Su, kapısı Hakikat, aklı Nüha yani engin akıldır.

Ve bu 4’ler tüm parçaları bir araya getirerek bütünleyen, bütünün sırrının zuhurudur.

Mesele, dörtlerin birbirleriyle olan bağlarını görüp, sırlarını çözmektir.

4’lerin sırrına vakıf olup, kapısına varmak, Seyr-i Süluk sahibi olmaktır.

Seyr-i süluk sahibi olmak sırdır.

Sır ise kendinden sadır olan kerametleri saklamaktır...

Buram buram mistizim kokan, yer yer "Sus" yer yer Çığlık olan bir başka yazımda yine beraber olana kadar dörtlerin çemberinde olmak dileğiyle.

 

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

BİLKİ YOLDA SEN YOLCUDA

 

05 Aralık 2014, 09:57Bu makale 213 kez okundu

BİLKİ YOLDA SEN YOLCUDADilek Ejder

Ömür yolculuğumda öyle bir kitap okumalıydım ki ben, bu kitap beni sadece içine almakla kalmayıp, yakmalı kül eylemeliydi bu beni…

Sonra; küllerimi toprağa düşürmeli, toprak beni yeniden tohum eylemeli ve benden bir başka ben cana getirmeliydi.

Ben topraktan yeni baştan doğmalıydım yani. Yeni baştan ve sil baştan...

Yeniden doğmalıydım yani, yeniden. Sahi var mıydı böyle bir kitap?

Birçok kitapla küs ayrıldık; ne onlar anlatabildi kendini, ne de ben bitirebildim onları. Dedim ya; içimde “Arabul beni “diyen bir fısıltı gibiydi, uğruna aşkın narına düştüğüm sözler ve yaprak yaprak çevirmek istediğim sayfalar!

İyide bu sözler nerdeydi, hangi kaf dağının sayfalarındaydı ve bu arabul pusulası kimin kalemindeydi? Bilmiyordum ama elbet bir gün bana geleceklerdi ve ben sabrımın son demine kadar bekleyecektim, can fısıltısıyla ruhumu ve tenimi yakacak bu kavilleri... Ben ki 5 yaşında başlamışım iç fısıltılarımı duymaya ve bu  fısıltıları kendimden büyük ablalara yazdırmakla başlamışım işe. Sonra kendim yazmayı öğrenmekle ele almışım kalemimi. O gün bu gündür yazıyorum ve ben 5 yaşından beri beklemişim, beni kül edip, küllerimden yeni bir ben yaratacak kalemi... Uzun uzun yıllar beklemişim hem de! Nihayet!

Bir gün gönlümün kapısı tıklandı; “Kim o?” dedim.

“Ses” vermedi kapıdaki; ve o an “Ses” “Söz”e düşünce anladım; gelen gönlümün sultanı Mevlana’ydı. Mevlana tüm sözleri ve tüm aşkıyla yürek ülkeme gelmişti. Hoş zati yürek ülkemin gizli padişahıydı da, ne var ki o ülkemde dipsiz bir kuyuda Şems’inin peşine düşüvermişti…

Ondandı bu gizli arayış, ondandı bu kor yanış!

Okudum yürek ülkemin Mevlana’sını; buldum aradığım kitabı.

Ölmeden önce öldüm, yandım da küllerimle toprağa düştüm.

Toprak gizledi beni, sardı sarmaladı da, ben yeniden cana düştüm.

Uyandım kendimi buldum da, nicedir yollara düştüm...

Bu yollarda, her arayış biraz azalttı beni ve çokça çoğalttı; bir yandan attım nar tanelerimi, bir yandan bütüne parça aradım.

Öyle ya;

Ah be beyhude geçen zaman, sen mi tehiydin, yoksa yazgının meramına mı düşmemiştin daha?  Bilmem gayrı!

Zaten ruhani bir duruşum var benim, iyice mecnuni bir hala büründüm.

Ne etten kemiktim, ne kemikten et.

Ne candım, ne ten, ne vardım ne yok; bir balon köpüğüydüm ki, avuçlarımın arasında bir taraftan puf olup yok oluyorken, diğer yandan bir başka baloncuklar oluşturuveren...

Ne gözlerim gördüklerini yüreğime indiriyor, ne yüreğim duyduklarını gözlerimde resmediyordu.

Ne ben kendimdeydim, nede bir başkasında, bir ruhani gezgindim candan bezgin. Ruhum avare avare dolandı o sokaklarda...

Yollarda arardım, sokaklarda, kaldırım taşlarının sadece izinde değil, dilinde aradım, lisanında...

Ruhum bir garip firar da;

“Gel” dedim ruhuma; “Gel gayrı, gel de giyin şu bedenimi!

Gel ki tamım ol, parçada bırakma beni!”

“Gel” dedim; “Gel, gel benim nazlım edalım,

Gel ki tut elimi, gel ki yarımda bırakma beni.

Gel gel, benim kuhlarımın zümrüdü ankası, gel gayrı!”

Ben kime söylüyorum ki?

Ten bendeyse de, can çoktan gitmiş tenden, duymaz ki bu beni!

Kim bilir o hangi meyin sesinde saklı şimdi?

“Gel ey ruhum, gel ki semaya gidelim, gel ki sen can ol, ben canan!”

Zar zor ruhum geldi cana, bedenimi giyindi de, geldim döndüm ben bana.

Ey nazlı can;

O ki, bu aşk sana da düşmüş, o vakit sende nazlı canımsın...

O ki, deryada damla cana düşmüş, o vakit sende varımsın, tam narımsın...

O derya ki, bu topraklar da, ondandı ki damlası her taneye düşmüş...

Herkeste bir damla nuru can, feryadı “Sus”lara düşmüş...

O “Sus”lar ki her dilde, çığlığı ise alemi berzaha düşmüş...

Bu yollarda, her arayış biraz azalttı beni ve çokça çoğalttı;

Bir yandan attım nar tanelerimi, bir yandan bütüne parça aradım.

Öyle ya;

Sen sanır mısın ki dünya tektir, birdir; o halde dön de bir nara bak;

Dıştan birdir de, içten bindir...

Dünyada öyledir, dıştan bir görünse de, içindekilerle her biri, bir bindir.

Sen yeter ki damlada okyanusu gör; zerrede ki kapıyı arala ve gir içeri;

Gör ki her insan bir okyanus, bir dünyadır...

Dünyadır, dünyadır da;

Nasıl ki yediğin, narın kabuğu değil de, içindeki tanedir;

Dünyada öyledir, yenilen kabuğu değil de, içindeki tanedir.

O halde, sen tamı da gör, taneyi de

0 vakit ben haldelerin yollarına düştüm;

Nerde bir tane gördüysem tamı aradım...

Nerde bir tam gördüysem dönüp taneyi aradım...

Aradım da, ondandır ki seyyah olup yolara düştüm; sancıdım kanadım...

Yollara düştüm de, her bulduğumun içinde evvela kendimi aradım...

Ben beni uzaktan ararken kendi içimde buldum da narıma harmanlandım.

Ey yol, benim yolum kendi içimdeydi;

Ben aradığımı da kendimi de bende buldum, kendimde aradım...

Ey can; sende aradığını kendinde ara;

Bil ki, yolda senin içinde yolcuda, bil ki yolda sen, yolcuda...

Bil ki, sen de senin içinde, o hep uzaklarda aradığında...

 Haftaya “Konya’dayım” yazımla buluşmak üzre hoşça kalın dostça kalın ama asla ve asla sevgisiz ve bensiz kalmayın...

Sevgilerimle

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

AŞK

 

14 Ekim 2014, 08:58Bu makale 280 kez okundu

AŞKDilek Ejder

Aşk, öyle bir baldır ki, bulana kadar zehir eyler, cenk eyler, düşürür takati, bulunca da petek petek bal eyler.

Aklın aşkın yoluna düştü mü, aşkın yolu daha bir evvel düşer senin yoluna.

Öyle ya, kendini tanıma yolculuğu, kendi keşfine çıkmaktır, kendine doğru gitmek ise aşka doğru gitmektir. Kendine.

Aşk ne el yordamıyla bulunacak bir şeydir, ne de göz yordamıyla;

O yüreğinde iki yol haritasında, mana yordamıyla bulanacak, Hakikat güzergâhındadır.

O harita ise Mülk ve Melekut Aleminin odalarında gizli saklıdır.

Aşk ruhtur; cismani aşkın ayrılık acısı, tıpkı ölünün elli ikisinde et ve kemiğinin birbirinden ayrılışı gibidir.

İşte bundandır ki aşk ayrılığı, ölüm ayrılığı gibidir;

Aşk ayrılığı ruhun ruhtan ayrılışıdır.

Ölüm ayrılığı ise ruhun bedenden ayrılığıdır.

Düşün hele ruh bedenden kolay ayrılırda, ruhun ruhtan ayrılışı ayrı bir ıstıraptır…

Zira ruhun bedenden ayrılış yolculuğunda Hakikate varış vardır.

Oysa ruhun ruhtan ayrılışın yolculuğunda ise ayrılık vardır, ayrılığın içinde ise kocaman bir boşluk ve o boşluğun içinde acı ıstırap ve hep bir yanış vardır.

Acıkan bir çocuğun mamasında bile acıkmak ve doymaktır dünyevi aşk.

Oysa ilahi aşk öyle mi ki, hiç doymamak ve hep acıkmaktır. Cismani aşk ise bir arı gibidir, önce kanatlanıp istediği çiçeğe konar, daha konar konmaz hemen başını kaldırıp bu sefer de hangi çiçeğe konacağına bakar.

İlahi aşk öyle mi ki, o ebedi senindir, sen de onun.

“Aşk”ın tadı tuz gibidir, ruh’u ise su gibi;

Hiçbir şey “Tuz”suz ve “Su”suz olmaz.

“Tuz”un varlığı, “Su”yun yokluğu kadar yakar canı.

Tuzdur, tüm yemeklerin tadını birbirinden ayıran ve onlara kendi özlerini veren.

Tuz katılmadı mı aşa, binlercesi pişse de hepsinin tadı birbirinden farklı olmaz, ne tadı olur, ne de tuzu. Yani aşkı!

 

Yemek yapmayı bilmeyen çırak, ölçüsüz tuz attı mıydı aşa, ne yenir, ne de yedirilir.

Su’suz aşa tuz katmak bu işte, hem acemi işi, işte ondandır ki çırak ustadan öğrenmeli işi.

Cismani aşkın içinde nurani aşk yoksa nefs vardır.

Nefsin içinde sadece dokunmak, öpmek koklamak!

Aşkın öyle kalkan kanatları vardır ki, o kapıdır, surdur.

Aşk dizlerinin dibinde oturup ellerini avuçlarına alıp göz göze bakıp özü konuşmaktır. İçini.

Aşk öteki yüzdür. İçtir.

Aşk dışın bakışını ta içe çevirmektir. Astardır.

Aşk dıştır, için bakışını ta dışa çevirmektir. Yüzdür.

Aşk yakından bakarken uzağı görmek, uzaktan bakarken yakını görmektir.

Aşk en çok da uzaktan bakmaktır.

Aşkın kuralında önce yürek cevap vermiyorsa, beden de karşılık vermezdir.

Aşk neftsen öncedir. Önce aşk.

Aşk ne gecede ne gündüzde o seven kalbin yürek ülkesindeki güneşin tam merkezinde hep vardır.

Doğanın ve insanın tabiatında, önce aşk!

Aşk bedene değil, muhabbete açlıktır.

Aşk gözlerinin içindeki manaya bakmak, konuşarak değil bakışarak konuşmak, maddeden çıkıp manaya bakmaktır.

Aşk dokunarak değil, muhabbetle doymak, Marifetle aşk şerbetine varmaktır.

Aşk-ı buluş, bir duruş, bir varış değil, hep bir yolculuktur.

Aşk yolculuğu bir durak değil, hep bir gidiş, hep bir varıştır.

Aşk doğmaktır, Önce aşk.

Aşk ölmektir, Sonra aşk.

Yine Aşk. Sevgilerimle.

 

 

oncevatan.com

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA