AKP'nin son bayramı
Nihat Genç yazdı
Odatv bu bayram günlerinde nöbetçi yazar olarak beni seçti.
Bayram günü sizi meşgul tutmak ve eğlendirmekten ben sorumluyum.
Duanızı almak için de yazıma hayırlı bir başlık koydum.
Dünyanın ve memleketin önemli olaylarına değinirken sizlerin Atatürk İlke ve İnkılaplarından ayrılmamanıza çaba sarf edeceğim.
Yetkiyi elime almışken öncelikle şu ‘ulusalcılığı’ yürürlükten kaldırmak istiyorum.
Ulusalcılık gerici liberallerin bizleri faşist ırkçı içe kapanık, farklılıklara tahammül etmeyen, yabancı düşmanı, ve bilümum şeytanlaştırmak için kullandığı bir ‘damgaydı’.
Siyaset felsefesi ve literatüründe ‘ulusalcılık’ diye kavram yoktur. Bu kavramın anlamı şudur, bir taraf federasyoncudur, onun karşıtı olarak kullanır, ikinci olarak, küreselleşme karşıtı olarak kullanılır.
Neoliberalizm aydınlar nezdinde yoğun bakımda terminal safhaya vardığı için artık ‘ulusalcılık’ı kullanan gerici aydın da kalmamıştır.
Ancak içimizde hala bu kavramı kullanan cahiller bulunmaktadır. Siyaset felsefesinin çıkartacağı sonuç şu olmalıdır, belli kavramlar belli dönemlerin ihtiyacı olarak kullanılır ve o siyasetin ölmesiyle o kavram da yürürlükten kalkar.
İdareyi ele almışken, öncelikle kendimi övmeye devam edeceğim, ancak, önce niçin şişinip böbürlendiğim süreci tane tane anlatmalıyım.
FETÖ operasyonları süresince öngörülerim doğru çıktı, 15 Temmuz’dan bir yıl kadar önce, FETÖ bir vaazında ‘kılıç’tan bahsediyor, yani, askere iş düştüğünü ima eden konuşmalar yapıyor, ekranda FETÖ niçin ‘kılıç’tan bahsediyor diye sorulunca, şöyle cevap verdim: ‘O kılıcı bu halk FETÖ’nün .ötüne sokar’.
Operasyonlar yeni başlamış, İlhan Selçuklar Doğu Perinçekler sırayla içeri tıkılıyor, bundan on yıl önce, alınacaklar içinde benim de adım geçiyor, SKY ekranında, ‘ağbi seni de alacaklarmış!’ denilince milyonların önünde şu çok bilinen fıkrayla cevap verdim.
‘Bir FETÖ'cü Amerika’da kilise papazıyla tartışıyor, papaza, ıstavrozu İsa’nın çakıldığı yerlerden çıkartıyorsunuz, (aklınca alay ederek), İsa başka yerinden çakılsaydı, ıstavrozu nasıl çıkartacaksınız?’.
‘Papaz, şöyle cevap verir, sizin o mesih Türkiye’ye bir dönsün bakalım, ıstavrozu neresinden çıkartacak?’.
Gün döndü devran döndü, şimdi gerici liberal yazarların her biri mahkemelerde malum yerlerinden ıstavroz çıkartmaya başladılar.
Yaradan ok çıkartmayı Malkaçoğlu filmlerinden öğrendik, Cüneyt Arkın acılar içinde gözlerini yumar ve ok hızla çekilir. Hayır, böyle olmuyor. Bu mahkemelerde yaradan kılıcı çıkartma doğunun porno pozisyon kitabı kama sutra’ya dönüşüyor.
Mesela Nazlı Ilıcak kılıcı çıkartmak için bana Akın İpek ismini Abdullah Gül adını verdi, dedi. Zınn kılıç Abdullah Bey'e giriverdi.
Bakalım Abdullah Gül nasıl çıkartacak, burada duralım, Abdullah Gül Bey, alnı secdeye değen, hanımın başı örtülü, operasyonlar başlarken, ‘çok güzel şeyler olacak’ diyen, sonra Güneydoğu’da ihanet açılımı olurken yine aynı ‘çok güzel şeyler olacak’ diyen, sonra, 15 Temmuz’dan birkaç gün önce, yine ‘çok güzel şeyler olacak’, diyen, hayatımıza ‘çok güzel şeyler’ olacak mottosuyla giren bir devlet büyüğümüz.
Çok güzel şeyler oldu Cumhurbaşkanlığı sürecince, tarihte hiçbir Cumhurbaşkanına bu kahramanlıklar nasip olmamıştır, Türk Ordusu, emniyet ve hukuk kurumları, başkanından katibine kadar tasfiye edildi ve yerine yüz binlerce ajan yerleştirildi. Ve Güneydoğu’da hendekle iç savaş yaşanıp on binlerce çocuk öldürüldü ve FETÖ’yle Ankara’da bir iç savaş yaşandı ve meclis bombalandı, bu kadar başarı dolu bir CIV’i Allah her kuluna nasip etmez.
Gerçekte, olan tek güzel şey, hepsi ‘rezil’ oldu.
Mehmet Altan’ın mahkeme ifadeleri ise sosyoloji dersi niteliğindeydi, FETÖ'cülük suçlamasına şöyle cevap verdi: ‘Biz aile olarak üç kuşak aynı evde oturuyoruz..’.
Şunu mu demek istiyor, bizler yerleşik şehirli bir aileyiz FETÖ gibi köylü şeriatçılarla işimiz olmaz…
Tabii üç kuşak aynı evde oturmanın bedeli ağır oldu, o evde oturacağım diye babası medya ve zengin patronlara zangoçluk yaptı, evlatları büyüdü, onlar da bilümum sümüklü mesihe zangoçluk yaparak evde oturmayı hak ettiler.
Nazlı Ilıcak’ın da ifadelerinde oturduğu evle ilgili şeyler var, ‘ben kimseye muhtaç olmadım’ iddiasında, ki, bu ifade, Nazlı Ilıcak’ı bir roman kahramanına dönüştürüyor, çünkü Nazlı Ilıcak uzun yıllar zengin kocasının gölgesinde yaşadı, ancak, aile iflas etti, yalısı elden gitti geldi, büyük korkular yaşadı, sokakta kaldı, bu borçlardan kurtulması mümkün değildi, ınının ınnn.
İşte ne olduysa yalıyı elde tutabilmek için hayat onu da meşum birilerine yanaştırdı. Yalı elden gider sokakta kalırım korkusuyla Türkiye’nin iftiharla yetiştirdiği çok kültürlü amirallerine hayvan pornosu suçlamalarına ortak oldu, yetmedi, Kozmik odanın kapılarını festival eşliğinde açtırıp Türk ordusunun en mahrem belgelerinin Atina gazetelerinde manşete çekilmesine sessiz kaldı, yetmedi, Hrant’ın öldürülmesi, yetmedi, ıslak belgeler, yetmedi, Odatv suçlamaları, yetmedi, yedi uzun sene ve her gece, o ekranda, o yalıda yaşamını sürdürebilmek uğruna şimdi her biri hapse tıkılmış FETÖ savcılarının eline verdiği bilgilerle kitaplar yazdı, yayınlar yaptı, the son.
Yazımın burasında Ahmet Altan’a geçelim, Ahmet Altan operasyon-proje gazetesi Taraf’a genel yayın yönetmeni olmadan önce, şişirilmiş bir yazardı, romanları, sırt fiyatı bir liraya indirildiği halde, o bir liraya dahi satılmayan bir yazar.
Bir liraya dahi satılmayan yazarın intikamı büyük oldu, çok geçmeden, Hrant’ın arkadaşlarının elinden Hrant’ı öldüren çetenin projesi gazetenin genel yayın yönetmeni olarak ‘Kahraman Gazeteci’ ünvanı aldı.
O kadar kahramandı ki bir yazısında FETÖ için: ‘seni sırattan sırtımda ben taşıyacağım’ diyordu, bu cümledeki sevince bakın, bir de hayal edin, aynı lafı, Beşiktaş Belediye Başkanı Hazinedar da yapmıştı, FETÖ’yle birlikte sırattan geçeceklermiş, aslında yazımı silip Sırat Köprüsü’nden Dökülenler diye yeniden mi yazsam.
Bu üç şehirli yerleşik ve yalı sahibi İstanbullu yazarların büyük trajedilerle dolu hayatları eşsiz bir roman, kendi karınlarını kendi becerileriyle doyuramayan insanlara ders bir trajedi.
Aslında hiç birinin ajan hain olduğuna inanmıyorum, Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşler hikayesi, tipik bir eski İstanbul’un Sülün Osman hikayesi.
Sülün Osman Anadolu’dan gelen saf taşralılara Galata Kulesi’ni satıyordu, bu satış işi sonra büyük ölçeklere taşındı, Kabe, Din, Allah, arzu edene Mesih’lik, sipariş üzerine Saray Diktatörlüğü.
Ancak bu sefer Anadolu’dan gelen hiç de ‘saf’ değildi, dünyayı ele geçirmek için sümüklü manyak bir Mehdi, tarihlerin en büyük iddiasını etrafına inandırmaya çalışıyordu, bu harika fikre ilk önce de İngilizler ve Amerikalılar inandı, malum tarihte İngilizler’e ilk mağlubiyeti yaşatan Sudan’ın o ünlü mehdisi, mehdi konusunda tecrübeliler yani.
Adım gibi eminim Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşler Kainat İmamı’na bizler gibi .ötüyle gülüyordur, ama, ekmek parası işte.
Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşler, Kainat İmamı’yla iyi geçinerek üç kuşak evlerinde ve yalılarında oturmayı bir süre daha başardılar, taşradan gelen FETÖ'cüler’in, yerleşik şehirli güngörmüş demokrat dostları gibi görünüp, FETÖ'cüler’in şehirde devlette orduda medyaya gizli gizli dal budak salmalarına yardımcı oldular.
Huzur içinde yalılarında çok uzun bir ömür sürdüler, kahraman gazetece oldular, özgürlük şampiyonu oldular, evrensel hukuk değerlerini hiç kimseye gaptırmadılar, açlık çekmediler, su kelebekleri gibi hafif yazılar yazdılar, bütün gecelerini Fetöcü dostlarıyla ekranlarda geçirdiler, ancak..
Ajan hain değildiler ve ama, doğrusu, para kazanmayı da hiç bilmiyorlardı, din, peygamber, Allah dolandırıcılarının ellerine fena düştüler.
Bildikleri, özgürlük, demokrasi, evrensel hukuk gibi milyon kez her satırlarında kullandıkları mucize kelimelerle din Allah dolandırıcılarının sayfalarını ekranlarını süsleyip manyak mesihi kamufle ettiler, meşrulaştırmaya çalıştılar, keyifleri gıcırdı.
Gezi’nin polise söylenen sloganlarından biri neydi, simit sat onurlu yaşa.
Lafı buraya kadar kendimle böbürlenmek için getirdim, yazar olacağım diyerek ailemden ve imkanlarından genç yaşta çok uzak kaldım, bir kitap yazdım olmadı, iki, olmadı, üç olmadı, yüz binlere ulaşan dergilerde yazdım, yine olmadı, karnımı doyurmam mümkün değil, beş-altı kitabın ve büyük bir derginin yazarıyım, yine karnımı en basit haliyle, bugünkü parayla ayda bir memur maaşı kadar dahi kazanamıyorum, bu arada büyük medyadan rüyamda göremeyeceğim para teklifleriyle geldiler, yazıma karışırlar sansür ederler diye anlaşamadım.
Ne mi yaptım, kimseye muhtaç olmamak uğruna, oturdum Kızılay’da bulvarda yıllarca işportacılık yaptım, mızıka sattım, sigara sattım, hızlı daktilo yazma becerimle sayfası birkaç liradan doktora tezleri dizgiciliği yaptım.
Bu acı trajediden gençler nasıl bir ders çıkartmalı, başkalarının paralarıyla ‘özgürlük’ olmuyor, başkalarının ekranında ‘özgürlük’ olmuyor, kendinizi özgür kılacak kadar işiniz beceriniz yoksa, sonunuz ya zindan ya da rezalet olur.
Kendi karınlarını kendi doyuramayan uyanık İstanbullu insanların ajan avantür macera mesih Allah din ordu kumpas entrika istihbarat iç savaş dolu RENKLİ ve HÜZÜNLÜ HAYATLARINI izlediniz.
Nihat Genç
Odatv.com
YAZARIN BÜTÜN YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ...
Nihat Genç
Odatv.com