YENİ SİYASETİN ABC’Sİ...


Bu makale 2013-10-14 17:00:32 eklenmiş ve 3509 kez görüntülenmiştir.

YENİ SİYASETİN ABC’Sİ
Politikanın aksallıları ne zaman yuvarlak bir masanın etrafında oturup ülke meseleleri hakkında iki lafın belini kırmaya çalışsalar, içlerinden birisi, salatanın üzerine dökülen zeytinyağı misali günün sözüyle mevzuyu bağlar: “Sıra bir gün Türkiye’ye de gelecek!” Neyin sırası? Kapitalist gücün, politik sisteme ve yaşam tazına eşgüdümsel müdahalesi… Aslında kapitalist müdahalenin ilk olarak Türkiye’de başladığını kimse fark etmemiştir. Üçkardeş maymunun bihaber birlikteliğinde kimsenin ruhu duymamış gibi.
 
Bahsi geçen müdahale ikinci müdahaledir. Birincisi Osmanlı’da İttihat ve Terakki Hareketinin desteklenip modern homojen ulus devletinin inşası oldu. Sonra bu hareket Kemalist Baas partisine evirildi. Batı’da ülkelerin arazi şartlarına göre tasarlanan rejimler Ortadoğu’nun birçok ülkesinde ithal edildi. Afganistan, Mısır, İran, Irak, Suriye, Libya vd. İsimleri farklı olsa da hepsi modern homojen ulus devletlerdi. Temelde İslami olmayan bir rejimi öngörüyorlardı. Çünkü İslam, homojen ulusun modernist yaşam biçiminin uzağındaydı. Sonra soğuk savaş döneminde din yeniden bir politik argümana dönüştü. Bu yüzden kapitalizmin düşmanlarına karşı birleşmenin formülü din oldu. Bu savaşın içinde dini motifli hareketlerin talepleri inanç özgürlüğü söylemiyle süslendi. Ama Ortadoğu’da kontrolsüzce yayılan İslami hareketler ‘medeniyetler çatışması’ riskini doğurduğu için, yeni bir İslam itikadına ihtiyaç hâsıl oldu. Kapitalizme uyum sağlayacak, iktidara mutlak itaati öngörecek bir İslam’a: Ilımlı İslam. Bu İslam itikadı, üretimdeki karın toplumla paylaşımını minimize etmek için sadakayı, kapitalizmin zorunlu olarak doğurduğu yoksulluğa karşı başkaldırıyı önlemek için itaatkârlığı erdem olarak aşıladı.
 
İkinci müdahalenin pilot uygulaması 1950’lerin başında Türkiye’de uygulanmaya başlandı. Kemalist iktidar 45’te çok partili rejime zorlandı. Demokrat Parti’inin iktidarıyla Kemalist Baas partisinin bir daha güçlü bir şekilde iktidara gelemeyeceği tarihi sürece girildi. O zamandan beri iktidara tek başına gelen her parti bir öncekinden daha muhafazakâr bir çizgiye sahip oldu. Türkiye yaşam biçimi olarak 50’lerden itibaren laiklikten uzaklaşan bir doğrultuda ilerledi. İkinci müdahalenin bu pilot uygulaması sancılı bir şekilde olsa da Türkiye’de başarıya ulaşmıştı. Artık yavaş yavaş ilerleyen süreci hızla ilerletmek gerekiyordu. 1970’li yılların sonu İran’da Şah rejiminin devrilmesi ve Türkiye’de 12 Eylül darbesi bu müdahalenin hızlandırma faaliyetlerindendi. 12 Eylül herkesin bildiğinin aksine toplumda dindarlaşmanın dozunu artırmaya yönelik bir uygulamaydı. Gülen hareketi bu darbenin en yakın destekçilerindendi. Zaten Gülen cemaati 12 Eylül’den sonra güç kazanmaya başladı. 28 Şubatla tasfiye edilen Milli Görüş, kapitalizmin öngördüğü bir İslam anlayışına sahip olmadığı için ilerleyemedi. Akabinde Ortadoğu’da Baas iktidarların teker teker yıkılma süreci başladı. Irak, Mısır, Libya ve şimdi Suriye… 
 
Rejimlerin bu şekilde değiştiği bir coğrafyada artık eski usul söylemlerle politika yapılamayacağını birilerinin anlaması gerekir. Bugün Türkiye’de muhalefet sorunun yaşanmasının en büyük nedeni gündelik, sürekliliği olmayan konular üzerinden muhalefet söyleminin üretilmesidir. Benzin zamına, köprü yapımına itiraz etmenin dışında söylem üretemeyen muhalefettin Ortadoğu politikasında rol sahibi bir iktidarı zayıflatması ne kadar mümkün olabilir ki? Şimdi kendimce yeni politik biçimin ABC’si olduğunu düşündüğüm birkaç önermeyi sunacağım.
 
A- Bugünkü iktidar partisinin başarısı, başarılı bir hükümet uyguladığından dolayı değildir. Muhalefete karşı başarılı bir muhalefet yürütmesinden ileri gelmektedir. Bu yolla muhalefet çoğu kez suçlu duruma bile düşebiliyor. Yapılan hatalardan muhalefet sorumluymuş gibi bir algı ortaya çıkmakta. İktidar hem siyasi muhalefete hem de sokak muhalefetine karşı hemen toplumsal baskıyı devreye sokabiliyor. Sahip olduğu muhafazakâr söylem kitleler tarafından çok çabuk algılanıp tatbik edilebiliyor. Buna karşın muhalefet partileri, kamuoyu oluşturmada ya çok gecikiyorlar ya da çok zayıf kalmaktadırlar. Suriye konusunda CHP, kamuyu oluşturabilme konumuna sahip olmasına rağmen Ortadoğu’ya dair alternatif bir politikası olmadığı için fırsatı kaçırmış durumdadır. Öte yandan iktidara karşı mevcut durumda en güçlü muhalefeti yürüten BDP’nin politik söylem geliştirme sorunu olmamasına rağmen, atıl davranması nedeniyle bu alandaki boşluğu doldurması için hükümete fırsat doğmuştur.
 
B- Türkiye’de aktüel olarak siyaset krizi yaşanmaktadır. Bunun en önemli nedeni BDP dışındaki tüm partilerin yukarıda bahsi geçen ve aynı merkezlerde yönlendirilen birinci ve ikinci müdahalenin ürünleri olmalarıdır. CHP ve MHP birinci müdahalenin, AKP ise ikinci müdahalenin ürünüdür. MHP’nin tarih olarak ikinci müdahale zamanında ortaya çıkmasının özel bir nedeni var. Soğuk savaş ürünüdür MHP; CHP’nin ulaşamadığı taşrayı örgütlemek için kurulmuş tali bir partidir. Özünde Kemalizm’in tüm tezlerine sıkı sıkıya bağlıdır. BDP ise seküler bir yaşam biçimini daha makul görmesine rağmen, Kemalizm’le herhangi bir ideolojik akrabalığı yoktur. BDP’deki sekülerizm Marksist felsefe ve daha sonraları Öcalan’ın ortaya koyduğu demokratik modernite anlayışından ileri gelmektedir. Bu durumda tüm partiler aynı eksen üzerinde var oldukları için birbirlerine karşı sınırlı eleştiriler yapabilmektedirler. Partilerin, politik eksenlerinden kaynaklanan dogmalar yeni bir söyleme izin vermiyor. Hükümetin uyguladığı neo-liberal ekonomik uygulamalara karşı sahip oldukları ideolojik çerçeveden çıkmaları gerekir. Ancak böyle bir durum ihtimal dahi olamaz. Çünkü hepsi aynı ekonomik modeli savunuyor.
 
C- Gezi olaylarında anlaşılması gereken, artık toplum, kendi muhalefetini kendisi yapacak duruma gelmiştir. Bu durum yeni siyaset biçiminin en önemli sonucudur. Kitleler belli bir ideolojik mücadeleyi yürütmektense kendi reel talepleri doğrultusunda hareket etmeyi tercih ediyor. Bu nedenle, tavırlarının bir sürekliliği yoktur. Alanlar her zaman aynı taleplere sahne olmayabilir. Baskıcı iktidarların zayıflattığı muhalefetler halkın taleplerini dile getirmekte yetersiz kalınca halk kendi taleplerini dillendirmek için alanlara dökülebilir. Ancak bunu kendini ifade etmek için duyduğu ihtiyaçtan dolayı yapmaktadır. Yani kendi talepleri karşılanmasa dahi tepkisini çok uzun süre sürdüremez. Sonuç almaya yönelik bir amaç gütmez. Toplum her zaman içinde çıkan radikal sesleri bastırma eğilimindedir. Bu da iktidarın işini kolaylaştırır ve haklılığını daha da pekiştirir. Toplumdaki bu otokontrol sistemi, bilinç dışı bir korkudan ileri gelir. Türkiye’de yıllardır süren iç savaş ve darbelerin yol açtığı politik istikrarsızlık bu gizil korkunun başlıca nedenidir. Toplum kendi içerisinde -talepler haklı da olsa- huzurunu bozacak ve devlete karşı geliştirilen her eyleme karşı içgüdüsel olarak tepki duymaktadır. Dolayısıyla bu korkuyu yenecek ve halkın taleplerini dillendirebileceğine toplumu ikna edebilecek bir siyaset başarılı olabilir.   
  
Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA