Kukla, özgürlüğün ne demek olduğunu bilmez. Birilerine ya da bir şeylere bağımlı olduklarını idrak bile edemezler. Özgürlük ve bağımlılık, ancak bir cümlede yan yana durabilir. Gerçekte böyle bir durum söz konusu değildir. Özgür olan bağımlı olup olmadığıyla ilgilenmez. Bağımlı olan ise özgürlüğün ne olduğunu kavrayamadığı için inkâr yoluna gider. Ve kendine özgür olduğuyla ilgili en büyük yalanı söyler.
Kuklalar bir nevi esirdirler. Bu esaretin farkına bile varamadan yaşadıklarını sanırlar. Onları yönlendiren, kontrolü elinde tutan görünmeyen bir el vardır. Bu elin tuttuğu iplerin hâkimiyetinde didinir dururlar. Bu askıların ucunda sallananlar ve bu askıları koparmak gayreti hissetmeyenler, askıyı elinde tutan otorite sahibinin yarattığı samimiyetsiz koruyuculuğun etkisiyle güvenli bir yaşam sürerler. Etraflarında ne kadar çok kukla varsa o denli rahatlarlar. Çünkü herkesin kukla olduğu bir grupta hastalıklı bu durum göze çarpmaz. Herkes gibisindir. Göze batmazsın. Fark edilmezsin. Hataların anında telâfi edilir ki yeniden yanlış yap diye. Yanlışların anında kapatılır ki ders alıp doğruyu bulama diye. Kukla olan insan kendi gücünün farkında olmaz, kendi sesini dinleyemez, görmek istediğini değil görünmesi istenileni görür. Sorumluluk sende değildir. Kuklayı yöneten senin yerine kararlar verir. Sen de uygularsın. Kendin yapmış sanırsın. Sana öğretilen, ezberletilen bir hayatı sürdürüp bir gruba ait olmanın rahatlığını yaşarken, onaylanmama riskini de önlemiş olursun.
Kukla, kendisini sınırlayan güce karşı koymaya başlayınca özgürlüğe de ilk adımını atmış olur. Düşünmeye, sormaya, cevaplar aramaya başladığında kukla değil de insan olmak gerektiğini kavrar. Yaşamak için askılardan tek tek sıyrılmak gerektiğinin önemini anlar.
Kuklalıkla hayat yaşanmaz. Yaşanılan sadece yaşadığımızı sanışlarımızdır. Oysa kendi oyunumuzu oynama özgürlüğümüzü, başkalarının esareti altındayken gerçekleştiremeyiz.