SEÇİMLER VE ULUSALCILIK ÜZERİNE...


Bu makale 2014-08-25 09:24:07 eklenmiş ve 348 kez görüntülenmiştir.

SEÇİMLER VE ULUSALCILIK ÜZERİNE...

 

 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden yüzümüzün akıyla çıktık! Kendi aklında hep Başkanlık olan Recep Tayyip Erdoğan‟a 77 Milyon nüfusa 21 Milyon oyla, seçime katılanların % 51. 7 oranıyla, Cumhurbaşkanlığını uygun gördük… Daha Başbakanlığın başında iken kendini başkanlığa ve "tek adam"lığa hazırlayan, bir yandan hukuktan söz ederken, bir yandan da karşı yargı kararlarını göre göre, “gücünüz yetiyorsa engel olun” meydan okumalarıyla Atatürk Orman Çiftliği‟ndeki binlerce asırlık ağacı kestirip sarayını yaptıran Erdoğan, bugünden aşağı yukarı belli gibi görülüyorsa da, nasıl bir Cumhurbaşkanı olacak, bunu da zaman gösterecek. Seçimlerden sonra, yenilen kanatta, “ulusalcılık” üzerine bir tartışma aldı başını gidiyor. Kaynağında, ülkenin aydın kesimlerinin yerleşik olduğu, belli bir eğitim düzeyine ulaşmış tüm kentlerinde ve büyük kentlerin eğitimli semtlerinde artık AKP‟ye fazla oy çıkmıyor. AKP, bu yörelerde yerleşik, işleri tıkırında olan ihaleci, yandaş şirketlerde voliyi vuranlardan ve politika sayesinde hak etmediği koltuklara gelmiş memur kesim dışında pek kimseden oy alamıyor. Yoksul, eğitimsiz, dini ve duygusal iletilerle kolay yönlendirilebilen kitleler oy veriyor iktidar politikalarına… Son kozlarını oynuyor belki de AKP… Bayburt‟tan, Erzurum‟dan, Rize‟den, Urfa‟dan, Siirt‟ten, Sultanbeyli‟den, Bağcılar‟dan, Pursaklar‟dan, İzmir, Tekirdağ, Çankaya, Kadıköy, Beşiktaş yönetiliyor… Gelelim muhalif CHP‟ye. “Çatı Adayı” Ekmelettin Bey‟i kafalarına göre bulmayan bir kesim baştan beri sayım suyum yok deyip duruyor. Cumhurbaşkanı adayından çok yorgun bir emekliye, bilim adamından çok belleği karışmış bir din adamına benzeyen, dürüstlüğü, Şarkiyatçı Batı esintileriyle yetişmişliği ve ülkeye yabancılığı tartışılmaz Ekmelettin İhsanoğlu‟nu sıkı Atatürkçü ve ulusalcı bulmamışlar! Seçimlerde kimi oy vermeyin dedi, kimi parti adayından uzak kaldı… Seçim bitiminde de eleştirilerine sürdürünce Kılıçdaroğlu isyan etti. “Sizi parlamentoya ben taşıdım; pişmanım,” dedi.

 

 

Kılıçdaroğlu‟nu SSK Genel Müdürlüğü döneminden tanırım. Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan “SSK Himmet İstemiyor!” başlıklı yazı dizimi okumuş, bana telefon etmişti. Yıl 1991; SSK eczanelerinin hastane dışına çıkarılmasını zorunlu görüyor, prim toplamadan üçüncü basamak sağlık hizmetlerine, prim ödeyenlerden hizmet verenlere kadar her kesimin ve meslek örgütlerinin işin içinde olacağı katılımcı, demokratik bir SSK işleyişi öneriyordum. Kılıçdaroğlu genel müdürüm olarak hekimini, beni aradı; uzun uzun görüştük. Aklına yatmıyordu birçok şey. Anlatmaya çalıştım. Çok somuttu yapılacak olanlar… Türk Eczacılar Birliği ile görüşülüp eczacı odaları ile birlikte davranılırsa, sigortalı hastalar de reçetelerini serbest eczanelerden karşılayabilecek, hastanelerde büyük çileye yol açan ilaç kuyruklarına son verilebilecekti. Benim önerdiklerimden, demokratiklik ve katılımcılık gerektirmeyen birçok uygulamayı (sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesi ve kamu çalışanlarının belli ilkeler doğrultusunda özel sağlık hizmetlerinden de yararlanabilmesini en başta önermiştim) onbir yıl sonra, AKP iktidar olur olmaz hayata geçirdi ve bu alanda yaptıklarıyla geniş kitlelerin sevgisini kazanmayı bildi. Kılıçdaroğlu ile bir kez de o zaman Mersin CHP İl Başkanı olan, Kırıkkale Ortaokulu‟ndan sınıf arkadaşım Bora Yorulmaz aracılığıyla, Çalışma Bakanı Aydın Güven Gürkan‟ın odasında karşılaştık. Türkiye‟nin önemli ayıplarından olan “Meslek Hastalığı Bildirimi” konusundaki eksikliği gidebilmek için İSGÜM aracılığıyla kolayca uygulanabilecek bir tasarı önermiştim. Bu önerim bakanın da kafasına yatmıştı. Tam tartışmaya açılacak iken, Aydın Güven Gürkan bakanlıktan ayrıldı. CHP Genel Başkanı olduktan sonra Kılıçdaroğlu kendi düşünce yapısı ve bakış açısının gerektirdiği bir doğrultuda canla başla bir şeyler yapmaya çalışıyor. “Yarin yanağından gayri” her şeyin paylaşılacağı “eşit – kardeş ve hür” insanların yaşayacağı bir topluma olan gönül bağım nedeniyle onunla sonuna kadar anlaşabilmemiz mümkün değil…

 

 

Ayrıca ABD-Batı emperyalizmine karşı tavır almayan ve Latin Amerika örneğinde olduğu gibi kendi yerel kültüründen hareket etmeyen bir devrimci düşünce-davranış biçimine girilmedikçe, muhalefetin başarılı olacağına da inanmıyorum. “Ulusalcılık” meselesine gelince… Bu kavram, 20. Yüzyıl sonu ve 21. Yüzyıl başında ABD ve diğer emperyalist gizli servisleri, kültür elçilikleri aracılığıyla “tü kaka” bir kavram olarak tanıtıldı, öyle pompalandı. ABD‟nin Orta Doğu ve Körfez politikaları işgal, darbe, bombalama, dini kılıkta terör çağını açarken, Türkiye‟de de Batı‟dan esen bir rüzgârla, “Ulusalcılık karşıtlığı” adeta demokratik olabilmenin ön koşulu durumuna getirildi. Orhan Pamuk‟un AKP iktidarı ile yaşıt Kar romanıyla simgeleşen bu ”moda-aydın” davranışına aklı başında sandığım birçok edebiyatçı da çalakalem koşuşturdu. Cumhuriyet kurucu düşüncesi ve “ulusçuluk” olgusu otopsi masasına yatırıldı. Batılı Şarkiyatçılar Erik Jan Zürcher ve Ettienne Copeaux‟dan el ve esin aldıkları anlaşılacak olan birçok edebiyatçımız, en çok “darbecilik”, “tepeden inmecilik” mavalları ile Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında uygulanan politikalara yalınkılıç saldırıya geçti. Kullandıkları malzeme, süreç içinde AKP ve yandaşlarının da kültürel koçbaşı durumuna geldi. Bugün AKP ve HDP yöneticileri için de “ulusalcılık” bir tür küfür gibi kullanılmaktadır. Kürt uluslaşma hareketi, dünyanın en doğal, karşı konulmaması gereken eylemidir, ama tarihi koşullar gereği emperyalizmi davul zurnayla karşılayarak değil, onunla dişe diş, ölümüne mücadele ederek kendi toprağında bağımsız bir ulus olma kavgasını vermiş Türk uluslaşma süreci "faşistlik", "tepeden inmecilik" olmuştur. 2006 yılı başında içimi acıtan bu mesnetsiz ve Cumhuriyet kuruluş dönemi nesnel koşullarını göz ardı eden saldırılara karşı, hiç olmazsa genç kuşakları uyarabilmek için, yoğun bir çabaya giriştim. Yüzlerce kaynaktan da yararlanarak, “Türkiye Cumhuriyeti Uluslaşma Süreci”ni toplumbilim, sınıfsal yapı ve edebiyat alanlarında ayrı ayrı çözmeye çalışarak “Anadolu Rönesansı Esas Duruşta” adlı yapıtı kaleme aldım. Bu yapıtın ikinci baskısını Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği “Anadolu Rönesansı” olarak yaptı. Kapitalizme uzak yakın bulaşmış her ülkenin ve tüm Batılı devletlerin de başından geçen “uluslaşma süreci”nin bize özgü koşullarını nesnel veriler ışığında göstermeyeçalıştım…

 

Kültürde “reddiye” ve “gelenekçi tavır” savlarını Tanpınar çözümlemesi ile edebiyat alanına taşıdım. Orhan Pamuk‟tan Asım Karaömerlioğlu‟na, Murat Belge‟den Tapa Parla‟ya birçok aydının büyük tutarsızlıklar ve kendi iç çelişkileri ile katıldıkları bu kervanın Türkiye‟yi Orta Doğu ve Orta Çağ karanlığına sürüklemek isteyen bir Batı oyunu olduğunu ortaya koymaya çabaladım. Kendi çıktığı kabuğa tükürmeye çalışan şaşkın ördek yavrusu gibiydi aydınlarımız. Öfkeliydim… Kullandığım tepkisel biçem nedeniyle beni “ulusalcı”, hatta “milliyetçi” kanada kaymış olmakla suçlayanlar oldu. Bir sosyalistin de belli ölçüde “Ulusalcı” olabileceğini, o ulusalcılığın bir anti-emperyalist pınardan beslendiğini bilmiyor göründüler… 1919‟da kurulan Dr. Şefik Hüsnü‟nün genel sekreteri olduğu III. Enternasyonal çizgisindeki Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ileri gelenlerinden Ziynetullah Nuşirevan‟ın 10 Mayıs 1919 Cumartesi tarihli İdrak dergisinde yayınlanmış “Milliyetperver Bir Adam Sosyalist Olabilir mi?” başlıklı yazısı, günümüzdeki düşünce karmaşasına doksan yıl geriden ışık tutmaya çalışır sanki. Yazısının başlığını şöyle yanıtlıyor Nuşirevan: “Hulâsa sosyalizm halka doğru yürümeye, halkın lisanını, irfânını, hürriyet ve vicdanını ve menâfi‟ni müdafaa ve himayeye çalışan halkçı ve mu‟tedil milliyetperverliğe düşman olmadığı gibi; halkçı milliyetperverlik de bir meslek-i iktisadî ve insanî olan sosyalizme muârız olmamak lazımdır. Bunun için hiç korkmadan diyebiliriz ki: „Milliyetçi bir adam pek a‟la sosyalist olabilir. Hem de beynelmileliyetçi sosyalist olabilir.‟” (Ziynetullah Nuşirevan, Teori dergisi, Ocak 2004, sayı 204) Bütün bunlar bir yana, kendisini “Ulusalcı” olarak tanımlayan ve bazı partilerde, derneklerde örgütlenmiş bir kesimin bakış açısı ve davranışları da oldum olası beni hasta etmiştir. Bu kesim, sanki Mustafa Kemal‟den ölüm döşeğinde Türkiye Cumhuriyeti‟nin ve Atatürkçülüğün tapusunu da alıp noter onayı ile ceplerine koymuştur! Bunlar, “10. Yıl Marşı”ndan bir adım öteye geçememiştir. Bunlara göre Türk köylüsü “uyuşuktur”, “pistir”, “karanlıklarda uyutulmuştur”…

 

 

Köy Enstitüleri üzerine konuşurken de aynı kendini beğenmiş, “aydınlatmacı” pozlara bürünürler. İsmail Hakkı Tonguç‟un neden Anadolu köylüsünü ve halk kültürünü Köy Enstitüleri‟nde baş tacı ettiğini, neden Âşık Veysel‟i, Ali İzzet‟i, Müdami‟yi enstitü enstitü gezdirdiğini anlayamamışlardır; hiçbir zaman da anlayamayacaklardır. Birçok ortak etkinlikte ADD ve benzeri bazı örgüt temsilcilerinin konuşmalarından sonra, o yanlış bakış açısını düzeltebilmek, Anadolu kültürünü ve köylüsünü Tonguç‟un hangi gözle gördüğünü anlatabilmek görevi de bize düştü… Şimdi, CHP içindeki “ulusalcı” kanat ta, Anadolu‟da ve kent varoşlarında hiçbir etkinlikte bulunmadan, bir emekçinin sofrasında oturmadan, bir köylünün tarlasından geçmeden politik ahkâm kesmeyi birincil görev biliyor. Kıllıçdaroğlu da haklı olarak kızıyor elbette… Seçimler bitti ama, bizim kavram karmaşası ve halka tepeden bakan, halktan kopuk “halkçı” politika anlayışı sürecek sanırım…

15 Ağustos 2014, Alper AKÇAM

 

XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

 

IŞİD, PETROLÜN KARA KANIDIR!

 

Batı kapitalizmi ve emperyalizmi, Doğu mazlumlarını yüzlerce yıldır din silahı ile vuruyor Doğu derebeyleri yüz yıllardır din silahı ile Batı‟nın egemenleri ile iĢbirliği yapıp kendi halklarına zulüm ediyor, kendi zenginliklerinin Batı kapitalizmi tarafından yağmalanmasına göz yumuyor, gözü doymaz bir hırsla payına düĢeni kasasına dolduruyor. IġĠD katliamlarının perde arkası Orta Doğu‟daki petrol ve gaz savaĢlarıdır. Orta Doğu‟da akan kanın asıl sorumlusu da Batı emperyalizmi ile onlarla iĢbirlikçiliği, ortaklık yapan Doğulu derebeylerdir. Bugün, ABD, kendi kurdurduğu Irak iktidarına ve Kürt yerel yönetimine IġĠD silahı ile vurarak hakkımdır dediği petrol payını koparıyor! ABD BaĢkanı Barak Obama, R.T.E‟nin telefonlarına çıkmıyor ama, bir ucu Ġsrail ve MOSSAD (Ġsrail Haberalma Örgütü) olan bir üçgende iĢler ortaklaĢa yönetiliyor. Arada bir ortalık karıĢıyor, bumeranglar yön değiĢtiriyor, çıkar kavgaları, kayıkçı dövüĢleri ve gizli servis paralı kalemĢorları ile halkların kafası Ģallak mallak ediliyor. Recep Tayyip Erdoğan ve AKP‟yi altı ayda iktidar yapan güç, ABD servisleri ve onun kültür elçisi Fethullah Gülen Cemaati‟dir. Bakmayın Ģu an bu güçlerin kanlı bıçaklıymıĢ gibi göründükleri ortama…

 

El Kaide‟den El Nusra‟ya, Taliban‟dan IġĠD‟e, Orta Doğu‟yu kana bulayan, Batı‟daki kendini ayrıcalıklı sayan geliĢmiĢ ülke insanlarına Doğu‟yu kan içici egzotikler ülkesi olarak tanıtan örgütleri kuran ve bugünlere getiren güçlerin arka planında CĠA ve MOSSAD oturur. Milyonlarca yoksul insanın devrimci eylemi, kanı üzerine kurulmuĢ Sovyetler‟in uyuĢuk ve çıkarcı bürokratlarını devirirken kullanılan YeĢil KuĢak, bugün Orta Doğu ve Yakın Asya‟da emperyalizmin gönlünce at binip oynadığı bir arka bahçe oluĢturdu. IġĠD, ABD‟nin petrol payını azaltmaya çalıĢabilecek Irak iktidarı ve Kürt yerel yönetimlerine karĢı Batılı gizli servislerce el altından örgütlendi, desteklendi. Bu arada HAMAS ve MOSSAD devreye sokularak Gazze kanatıldı. Orada da Ġsrail doğalgazıdır paylaĢılamayan... Filistin yönetimi ve kimi örgütler, kendi topraklarından geçecek doğal gazdan pay istemektedir.

 

 

BAKMAYIN DİN-İMAN-DEMOKRASİ-VATAN-MİLLET NUTUKLARINA… ABD UÇAKLARININ BARDAĞI TAŞIRMAYA BAŞLAMIŞ IŞİD’İN BAZI NOKTALARINA HAVA SALDIRISI DÜZENLEDİĞİNE! BU GÖZÜ DÖNMÜŞ EMPERYALİZMİN VE ONA UŞAKLIK EDEN YEREL DEREBEYİ POLİTİKACILARININ TÜM KAVGASI, MENFAAT İÇİNDİR. Bağdat'taki merkezi yönetim ile Kürt Bölgesel Yönetimi arasında yapılan görüĢmede, Kürt petrolü satıĢından elde edilen gelirin %87 si merkezi yönetime %13 ü Kürt Bölgesel Yönetimine pay edilecekti. Paralar Ziraat Bankasında açılacak bir hesapta toplanacak ve oradan dağıtılacaktı. Dağıtım ve paylaĢımda Türkiye de yer alacaktı. Hesaplar bu Ģekilde yapılmıĢtı. Ancak, evdeki hesap çarĢıya uymadı. ABD, kibarca Türkiye' ye böyle bir ticaretin olması durumunda paraların Amerikan bankasında toplanması gerektiğini ve dağıtım ve paylaĢımda ABD‟nin belirleyici olması istediğini fısıldadı.

2

 

AnlaĢma sağlanamayınca ve baĢka çıkar çatıĢmaları devreye girince, önce Cemaat – AKP çatıĢması, arkasından IġĠD karmaĢası yaĢandı. Kürt Bölgesel Yönetimi‟nin de Irak Merkezi Hükümeti ve ABD‟den bağımsız hareket etme istençleri, IġĠD ile Kürt peĢmergeleri karĢı karĢıya getiren diğer bir etken oldu. Yeryüzünde ilk antika medeniyetin doğup büyüdüğü, ilk asalak tefeci bezirgân sınıf ayrıĢmasının yaĢandığı Mezopotamya, Dicle – Fırat, Nil, Sarı Irmak çevreleri derebeylikler batağında bocalarken, Batı‟da serbest rekabetçi kapitalizmin geniĢ yeniden üretimi, halklar, boylar ve kavimler arasında "millet" buluĢmasını doğurmuĢ, bir çeĢit harç görevi görmüĢtü. Var mı bugün Batı ülkelerinde mezhepler, inançlar, tarikatlar, cemaatlar çatıĢması? O çağı çoktan kapattı onlar ve hâlâ o batakta bocalanan Doğu‟ya kıçıyla gülüyor adamlar. Bataklığı iĢlerine geldiği gibi de kullanıyor. Yusuf Akçura‟nın, Ziya Gökalp‟in, Mustafa Kemal‟in herhangi bir gönül bağı olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti‟nin geleceğini emanet etmek istedikleri, 1789 Fransız Devrimi‟nde iĢçi sınıfı ve yoksul köylülüğü de yanına alarak Orta Çağ‟ın DĠN – DEREBEYĠ – KRAL iktidarını deviren, EġĠTLĠK – KARDEġLĠK – HÜRRĠYET bayrağını göndere çeken burjuva sınıfıydı. Nereden bileceklerdi, meclis çatısını kırk kere onartarak devlet ihalelerinde kayırılarak beslenen Finans Kapital‟in çok geçemeden kovdukları o emperyalizmle, iĢbirliği yapacağını, Cumhuriyet‟i arkadan hançerleyeceğini?

 

Emperyalizm çağına ulaĢmıĢ olan kapitalizm, bir zamanlar can düĢmanı olduğu DĠN – DEREBEYLĠK – KRALLIK ORTA ÇAĞI anlayıĢı ile aynı yatağa çekinmeksizin girmekte, insanlığın ve doğanın geleceği yok edilmektedir. Ġnsana benzemeyen yeni kuĢaklar üretilmektedir! Burjuvazi artık o tarih kitaplarından, aydınlanma kuramlarından tanıdıkları Huguenot‟lar değildi... Oysa ki, o tarih sayfalarında, toprak beylerine kira ödemek zorunda kalmıĢ burjuva sınıfı da köylülükle ortak bir savaĢıma girmekten kaçınmamıĢtı. Burjuva Devrimi sırasında burjuvazi ile köylü zümreleri birlikte hareket etmiĢti. Reform ile Rönesans hareketlerine köprü görevi yapmıĢ Protestanlık kalkıĢması, asker kaynağını, büyük ölçüde derebeylik ve kast sistemi dıĢında yaĢayan, henüz kan düzenine yakın bir toplumsal iliĢki sürmekte olan köylü kitlelerinden edinmiĢti. Fransız Devrimi‟ne öncülük etmiĢ manifaktur burjuvazisinin temsilcileri Huguenotlar‟ın asker kaynağı Fransız “commune”leri, yani özgür köylülerden kurulmuĢ “regiment”lerdir (Türkçe‟de „alay‟). Bu karmaĢık sınıf yapısı Anadolu ekonomisinin kapalı gücü, Horasan gelenekli köylülüğün ilerici, devrimci niteliği Köy Enstitüleri ile birkaç adım da olsa Cumhuriyet‟in harcına katılmıĢ; ancak Cumhuriyet‟in devrimci Tonguç Babasının yapmak istediği kısa zamanda anlaĢılmıĢ, Köy Enstitüleri kapatılarak yok edilmiĢti.

 

Kapitalizmin serbest rekabetçi altın çağını yaĢayamamıĢ Doğu ülkeleri, ancak din, dil ve kültür ayrılıkları üzerinden kimlik belirleyebildiği, derebeyi sultaları altında kaldığı için bugünkü kedinin oynadığı fare görünümünde kalmıĢ oldu. Bakınız Ģu Orta Doğu‟nun yamalı bohçasına: Sünniler, Aleviler, ġafiler, Süryaniler, Zazalar, Kurmanciler, ġiiler, Malikiler, Hanbeliler, Ezidiler, Nasayriler…Olan tüm bu farklı inanç grupları ve kültürler içinde yaĢayan günahsız insanlara, parçalanan çocuklara oluyor… KurtuluĢ SavaĢı‟nda emperyalist orduları diĢiyle tırnağıyla yurdundan alan Türkiye de,

3

 

geberen kapitalizm çağında din silahı ile arkadan vurularak yeniden Orta Çağa, Orta Doğu batağına çekiliyor. Gösteri toplumunun televizyon ve tüm iletiĢim olanaklarının sonuna kadar halkı kandırmak için kullanıldığı, küçük çıkarlarla kitlelerin derebeyi iktidar arabalarına bağlandığı bir çağda, hâlâ muhalif olmayı baĢaran, onurunu koruyan insanları da alınlarından öpmek gerek. Ne kadar zor bu gerçekleri bilinçte yaygınlaĢtırarak bir kardeĢlik, paylaĢım ve sevgi direnci kurmak?… 09 Ağustos 2014, Alper AKÇAM

 

 

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA