TÜRKİYE DEMOKRASİSİ AYDININA GÜVENMİYOR!

DEMOKRASİ “AÇILIM”A YÜRÜDÜKÇE, İKTİDAR YETKİSİ ARTIYOR!
Bu makale 21 Nisan 2013, Pazar 14:32:56 eklenmiş ve 808 kez görüntülenmiştir.

TÜRKİYE DEMOKRASİSİ AYDININA GÜVENMİYOR!
 
DEMOKRASİ “AÇILIM”A YÜRÜDÜKÇE, İKTİDAR YETKİSİ ARTIYOR!
 
Bu ülkede, köyünde, kasabasında yaşayan, eğitim ve aydınlanma durumu bilinemez yurttaşlarımız, kendi muhtarlarını, belediye başkanlarını ve parlamentodaki temsilcilerini doğrudan kendi oylarıyla seçiyorlar…
 
Parti başkanı kıçını iyice koklayıp nasıl bir politika güdeceğini iyi bilememiş olduğundan belki de, seçili bir milletvekili de, bir bakıyorsun, değiştiriveriyor rozetini; aldığı on binlerce oyun sahibi şaşkın bakakalıyor… Vatandaşın uğruna kavga ettiği, kafa kırdığı partilerde oynak bir hava çalıp duruyor.
 
Diyelim, otuz bin üniversite öğrencisinin öğrenim gördüğü, binlerce öğretim görevlisi, yüksek lisans, doktora öğrencisinin bulunduğu üniversitenin rektörünü ise, Cumhurbaşkanı atıyor… Ülkede bilimin ve milyonlarca yüksek öğrenimlinin eğitim ve yaşam koşullarını belirleyen YÖK yapısında, ülkede iletişimle, eğitimle, kültür durumuyla doğrudan ilgili RTÜK üyelerinin seçiminde, yetmiş milyona adalet dağıtmakla görevli yargı örgütünün en başındaki HSYK ve yüksek yargı organlarının oluşumunda da iktidar yetkileri belirleyici oluyor. Bakanları, milletvekillerini belirleyen siyasal partilerde ise, birçok şey genel başkanının iki dudağının arasında. Bu da yetmedi, başkanlık sistemine geçmeye hazırlanıyoruz!
 
Demek ki, Türkiye demokrasisi ve iktidarlar, aydın insana güvenmiyor!
Demokrasimiz, açılıma doğru yürüdükçe, iktidar yetkileri çoğalıyor!
 
Ortalıktaysa, tozdan dumandan göz gözü görmez olmuş. Ülke tarihiyle ilgili söz söyleyen her demokrasi havarisi, “darbeci”, “tepeden inmeci” gibi, Batılı Şarkiyatçılardan (Erik Jan Zürcher, Etienne Copeaux, AB yetkilileri vb) esin aldıkları kavramları kullanmadan söze başlayamıyor.
Bir de tarihe bakıyoruz ki, işin rengi bambaşka... 
 
Tek Parti döneminin Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in 1946 yılında çıkardığı üniversite yasası ile kurulmuş Ankara Üniversitesi’nde rektör seçimi, öğretim görevlilerinin doğrudan oyuyla yapılıyor. Seçimi, hükümetin el altından desteklediği emekli paşa Abdülkadir Noyan değil de, Şevket Aziz Kansu kazanıyor. İsmet İnönü’nün Hasan Ali Yücel’i kontrol edebilmek amacıyla olmalı, Yüksek Öğrenim Genel Müdürlüğü’nde tuttuğu, Köy Enstitüsü düşmanı Reşat Şemsettin Sirer ve Atatürk’ün sağlığında Türkiye dışında yaşamak zorunda kalmış Zeki Velidi Togan gibi adların kışkırttığı Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin “Milliyetçi” gençleri üzerlerine düşen görevi yapmakta gecikmiyorlar. 
28 Aralık 1947 günkü gazetelere “gençliğin kükreyişi” manşetleriyle geçen yürüyüşler, olaylar patlak vermiştir. Ertesi gün üniversite binasının camlarının kırılmış, Rektör Şevket Aziz Kansu’nun odasının basılarak elinden zorla istifa dilekçesi alınmıştır. Türkiye radyolarının spikeri, olup biteni bir maç heyecanı içinde bütün ülkeye duyurmaktadır. 
 
Olayların çıkacağı herkesin bilgisi içerisindedir. Düzenleyiciler de sahnede yer almaktan kaçınmamışlardır. Rektör’ün odası basıldığı an, Tıp Fakültesi Dekanı Abdülkadir Noyan ve Dil-Tarih Dekanı Karal da odada bulunmaktadır! Çok geçmeden Ankara Valisi de sahnedeki yerine geçecek, gençlerin başında yürüyecektir. Ortalığı kırıp geçiren “milliyetçi” gençler Rektör’ün “kahrolsun komünizm” diye bağırmasını istemişlerdir…
 
Rektörlüğün cam ve çerçeveleri indirildikten, Rektör epeyce tartaklandıktan ve gençlerin arasında “her nasılsa” bulunan bir sivil polis silahını çekip Rektör’ü ölümden kurtardıktan sonra, gençler Etnografya Müzesi’ne doğru yürüyüşe geçecekler, orada Trabzon Milletvekili Hamdi Orhan ve CHP’nin ileri gelen adlarından Kemal Satır tarafından sigara ikram edilecek, gazaları kutlanacaktır! (Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar)… 
 
Günümüzde yaşananlarla o günün tablosu karşılaştırıldığında, demokrasi adına çok da büyük bir farklılık çıkmıyor ortaya!
 
Alanları doldurup politikacıları alkışlayanların sayısı artmış yalnızca… 
Kırsal alanda tarım ve hayvancılık batağa saplanmış; köylü bırakıp tarlasını kentlere göç etmiş… Demirden kömüre her şey kamyonun üstüne bindirilmiş. On altı milyon nüfuslu megakent İstanbul’da aynı gün meydana gelmiş iki tır kazası nedeniyle tüm şehir trafiği kilitlenivermiş. 
 
Büyük kentlerin tümünde, görülen her park, her yeşil alan mutlaka AVM ile doldurulmalı, mutlaka her sokak otomobiller tarafından işgal edilmelidir!
İnsanlar bir avuç gökyüzüne, bir solukluk özgür rüzgâra bile hasret kalmalıdır!
Kentini kâr için kilitleyen, dağını, kırını, deresini, yine kâr için yerli yabancı parababalarına peşkeş çekme uğraşında, kamuya ait fabrikaları, kurumları satarak vatandaşı işsizliğe mahkûm eden politikalar alkış tufanıyla karşılanıyor. 
Yaşşa, Var ol! Türkiye seninle gurur duyuyor!
Türkiye demokrasisine selam, alkışa, goygoya devam! 
 
alperakcam@gmail.com
 
Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA