Kürtlerin sorunlarını ne çözer? Ulus devlet mi, referandum mu yoksa…


Bu makale 2017-06-16 08:15:17 eklenmiş ve 468 kez görüntülenmiştir.

Kürtlerin sorunlarını ne çözer? Ulus devlet mi, referandum mu yoksa…

 

Ulus devletler anayasalarında açıkça belirtmeseler dahi, özlerinde örtük bir ırkçılık barındırırlar. Bu örtük ırkçılık da gerekli görüldüğü zamanlarda bütün vahşetiyle ortaya çıkar ve hedefine koyduğu insanları önce asimilasyondan ve sonraları da katliamlardan, sürgünlerden, cinayetlerden ve hürriyetlerini kısıtlamaktan geçirir. Her ulus devlet az veya çok ırkçıdır, inkârcıdır, asimilasyoncudur ve imha edicidir. Bunun istisnasını bilmiyorum.

 

Bu nedenle prensipte kendisini ulus devlet olarak tanımlayan devlete karşıyım, bu Kürdistan da olsa. Yanlış anlaşılmasın, sorun bir devletin adının Türk Devleti, Kürt Devleti, Alman Devleti, Arap Devleti vs. olması değil, sorun, adı ne olursa olsun, ulusçuluğu esas almasıdır. Çünkü ulusçuluk insanın fıtratına karşı olan bir zihniyettir.

 

Artık bu konuları daha yoğun bir şekilde ve yeniden sorgulamamız gerekmektedir. Çünkü ulusçuluk gemi azıya almış gidiyor.

Barzani’nin geçen günkü demecinin yankılarını ve kullanılan üslubu biliyorsunuz.

 

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani 25 Eylül’de referandum yapacaklarını duyurur duyurmaz Türkiye cenahından tehditlerin bini bir para. Kimileri, Barzani’nin büyük yanlış yapmakta olduğunu söylerken, kimileri de bu yanlış adımın derhal geri alınmasını ve Irak’ın bütünlüğüne halel getirecek girişimlere izin vermeyeceklerini açıkladılar. Bahçeli de her zamanki gibi bir üst perdeden haykırdı ve Kürtleri yakacakları anlamına gelen sözler sarf etti.

 

Evvela belirteyim ki, bu satırların yazarına göre Kürtlerin öncelikli sorunu bağımsız bir devletlerinin olmayışı değil, yaşadıkları devletlerde adaletin olmayışıdır. Eğer adalet olsa idi, temel insani haklarını yaşamada ve yaşatmada herhangi bir sorunla karşılaşmayacaklardı ve denize düşenin yılana sarılması misali, can havliyle sağa sola da koşuşturmayacaklardı. Yazının akışı içerisinde ulus devleti neden çözüm olarak görmediğime dair düşüncelerimi ve gerekçelerimi daha açık bir şekilde paylaşacağım.

 

İnanıyoruz ki, Barzani emperyalistlerden çok, Arapların, Türklerin ve Farsların dostudur. Fakat bu dostluğunun karşılığını hiçbir zaman almadığını, alamadığını söylemek yalan değil, yanlış değil. Bu gerçekten hareketle diyoruz ve soruyoruz ki, neden Barzani’yi bu noktaya getiren etkenler üzerinde düşünmüyorsunuz? Neden Barzani’nin bu noktaya gelmesinde sizin adil, hakça ve insanca olmayan söylem ve eylemlerinizin etkisinin de olduğunu görmemekte diretiyorsunuz?

 

Gelelim Kürtlerin iyi veya kötü herhangi bir hareket sergilemeleri esnasında durumdan vazife çıkaranların akıl ve izandan ve dahi insanlıktan uzak olan sözlerine ve eylemlerine…

Burada sözü evirip çevirmeyeceğim ve mümkün olduğunca yalın bir dil kullanacağım. Çünkü ikiyüzlülüğe, sahte kardeşlik teranelerine ve timsah gözyaşlarına tahammülüm yok artık!

 

Büyük bir esefle ve dahi kendilerine çok acıyarak belirtelim ki, ne zaman Kürtler söz konusu olursa, neredeyse hiçbir yetkilinin ağzından insanlığa, adalete ve kardeşliğe dair veya bu anlama gelebilecek sözler çıkmadı, çıkmıyor. Zaman zaman kardeşlikten söz edenleri olsa bile, bu kardeşliklerinde hak yok, adalet yok ve insanlık yok!

 

Hele hele bunların kendilerini vatanperver ve Kürtleri zımnen potansiyel bölücü olarak görmeleri yok mu! İşte bu şeref, haysiyet ve onur cellatlığı hiçbir Kürt’ün kabul edebileceği bir sıfat değil! Rejimin 90 küsur yıldır uygulayageldiği inkâr, asimilasyon ve imha politikalarına ve onca zulümlere rağmen Kürtler hala kardeşlikte, dostlukta ve sadakatte ısrar etmiyorlar mı? Hangi vicdan, izan ve hakla Kürtlere potansiyel bölücü gözüyle bakabilirsiniz? Yok, eğer öyle bakmıyorsanız, hala çeşitli zulümlerin ve Kürtçe üzerindeki baskı ve sınırlamaları sürdürmenin anlamı nedir?

 

Bir devlet düşünün ki, kendisinden binlerce kilometre uzakta olan Korece dilini eğitim müfredatına koyuyor, ama milyonlarca vatandaşının dili olan Kürtçe söz konusu olduğunda, müfredat koyuyor, ama öğretmemek için her türlü hokkabazlığa da başvuruyor.

 

Toplumsal barışa katkıda bulunmada öncü rol alması gereken üniversiteleri düşünün ki, Kürtler ve Kürtçe söz konusu olduğunda, bilimi, ahlakı ve kısaca bütün insani değerleri ırkçılıklarına kurban edebiliyorlar.

 

Kendilerini pare pare parçalayan İngilizlerin dili olan İngilizce eğitimini –seçmeli veya zorunlu olarak- vermeyen bir tane üniversite bile yok iken, bir Üniversiteye seçmeli Kürtçe talebinde bulunmak dahi suç addedilebiliyor. Bir iki üniversitenin Kürtçe eğitimleri de sadra şifa olmaktan öte, maalesef göz boyamaktan öteye gitmiyor. Aksini söylemek mümkün mü?

 

Belki istisnaları da var, ama Kürtler ve Kürtçe söz konusu olduğunda, üniversitelerimiz o kadar tahammülsüz ve maalesef o kadar ırkçılar ki, bir hocaları öğrencilerine, “İstiklal Marşı’nı veya Gençliğe Hitabe’yi Kürtçeye çeviriniz” şeklinde bir ödev verdi diye kendisini “öğrencileri din dil ve ırk ayrımı üzerinden tahrik etmek” ile suçlayıp hakkında disiplin soruşturması açabiliyorlar ve aynı zamanda vermekte olduğu dersleri de elinden alabiliyorlar! O kadar bağnazlar ki, “neden şimdiye kadar İstiklal Marşı’nı değil sadece Kürtçeye, bütün dünya dillerine çevirmedik” diye kendilerine soracaklarına, kardeş dedikleri bir dile çevrilmesini dahi cezalandırabiliyorlar. Bu anlayışın egemen olduğu üniversitelerde bilim, hak, adalet ve ülke barışına katkı çıkar mı?

 

Anlayacağınız Kürtlüğe ve Kürtçeye dair bir girişimde bulunmak, “dünya dönüyor” diyen Galile’nin akıbetine uğramak kadar tehlikeli bir şeydir. Çünkü bazıları bu kavramları duyduklarında, engizisyon mahkemelerindeki yargıçlar gibi gözleri kararabiliyor.

 

Fakat bizler sabırlıyız. Çünkü bize bu zulümleri reva gören bu kardeşlerimizin er ya da geç bu inkârdan ve bu hak gaspından vaz geçip Kürtleri oldukları gibi tanıyacaklarına dair ümidimizi yitirmedik!

 

Ey Türkler, ey kardeşlerimiz! Bilesiniz ki, bizler ne vatan hainiyiz ve ne de bölücü! Vatanperverlikte de sizinle yarışabileceğimizden şüpheniz olmasın.

Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, bendenizin vatanperverliği Sayın Erdoğan’ın, Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun ve hatta Sayın Atatürk’ün dahi vatanperverliğinden daha fazladır. Kürtlerin ezici çoğunluğu için de kefil olabilirim ki, en az benim kadar vatanperverdirler. Ay yıldızlı bayrağın rengini bizim de kanımızdan almış olması bunun için yeterli delil değil mi?

 

Rejimin gasp ettiği haklardan bir kısmını iade ederken dahi, özür dilemek yerine bir lütuf edası içerisinde olmanız kardeşlikle, insanlıkla ve Müslümanlıkla bağdaşıyor mu?

 

Burada sözlerim özellikle Müslümanlaradır… Çünkü bu zulümleri Kürtlere reva görenler ve onlara rıza gösterenler –istisnaları olsa bile- kendilerini Müslüman addetmektedirler ve bizler de onların Müslümanlıklarına şehadet ediyoruz. Bu durumda bunlar Müslümanların zalim olanları grubuna giriyorlar. Müslümanlardan zalim olanlar tarihte de vardı, bugün de var. Bugünkü sayıları ise her zamankinden daha fazla olduğu içindir ki, hep birlikte bir zillet hali yaşamaktayız.

 

Bir Müslüman olarak elbette ki üzülüyor ve acıyorsunuz. Çünkü zulmeden de Müslüman ve zulme uğrayan da… Bir tarafta Allah’ın doğuştan kendilerine verdiği milliyet ve lisan gibi özellikleri yaşamak isteyen Kürtler ve diğer taraftan onların bu fıtri haklarını gasp edenler. Evet, her ikisi de Müslüman! Hepsi iç içe. Aynı camilerde ve aynı saflarda namaza dururlar. Biri imam olduğunda diğeri cemaat olarak ona tabi olur. Sağına veya soluna selam verdiklerinde, önlerine ve arkalarına baktıklarında, sokakta, işyerinde, apartmanda ve kısaca hayatın her yerinde iç içeler. Türk, Kürt veya diğeri fark etmez, hangisine sorarsanız, Allah’ın son kitabı Kur’an’a ve son peygamberi Hz. Muhammed (sav)e iman şeksiz ve şüphesiz iman ettiklerini söylerler.

 

Örneğin, kendilerine, “siz Allah’ın, ‘Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdar olandır’ ve ‘… dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir…’ ayetlerine de iman edip etmediklerini sorduğunuzda da cevapları olumludur. Lakin kendilerine, “o zaman neden Allah’ın kullarına verdiği hakları gasp ediyorsunuz? Sizin bu yaptığınız Allah’ın ayetlerine karşı savaş açmak anlamına gelmiyor mu?” gibi sorular yönelttiğinizde ise, gafletlerinin farkına varmak ve size makul cevaplar vermek yerine, en hafifinden sizleri Kürtçülük yapmakla suçlarlar.

 

Bu vesile ile buradan bütün Müslümanlara ve özellikle dindaşımız Türklere kardeşçe yalvarıyor ve yakarıyorum; iman ettiğiniz din ile ve dinin ayetleri ile amel edin ve hele hele kul hakkı ile Allah’ın huzuruna çıkmayın. Belki siz de bu zorba, bu gasıp ve bu zalim rejimin Kürtlere yaptıklarından mustaripsiniz. Ama çoğunuz zahiren bu rejimin yanında saf tutmuşsunuz. Neden kendiniz için istediğinizi biz Müslüman kardeşleriniz için de istemiyorsunuz? Örneğin, Bulgaristan, Almanya, Avusturya ve dünyanın dört bir yanındaki Türklerin kendi dillerini yaşamaları, yaşatmaları ve hatta mümkünse eğitim dili olarak kullanılması için canla başla çalışıyorsunuz. Bu gerçekten takdire şayan bir çaba. Çünkü Allah’ın bir ayetini böylelikle ihya etmiş oluyorsunuz. Peki, neden “kardeşim” dediğiniz biz Kürtlere gelince, o güzel dinden, o güzel kardeşlikten ve o insanlıktan bir eser kalmıyor sizde? Neden Allah’ın bizim için takdir ettiği adımızı ve dilimizi bize çok görüyorsunuz? Görüyorsunuz, biz de Kürt olarak varlığımızı sürdürmek ve Kürtçemizi konuşmak istiyoruz dediğimizde, malum rejimler uçaklarıyla, tanklarıyla, toplalarıyla, tüfekleriyle ve okullarıyla saldırıyorlar ve bizi imha etmeye, asimile etmeye çalışıyorlar. Sizin çoğunuz rejimin bu zulümlerine de ses çıkarmıyor? Ses çıkarmayışınız nedendir acaba? Oysa değil bir Müslümanın, en azılı bir kâfirin dahi milliyetine, rengine ve lisanına dil veya el uzatmaktan geri durmamız gerekmiyor mu? Lisanın hayat olduğunu bile bile, insanların hayatlarını kısmak ve söndürmek sizlere yakışıyor mu? Allah’ın kullarına verdiği bu hakları ve özellikleri kutsal bilmeniz ve bu hakları-özellikleri gasp etmek yerine Kürt kardeşlerinizin yanında gasıplara karşı durmanız gerekmez mi?

 

Gerek İslam öncesi ve gerekse İslam sonrası Türk tarihinde böyle bir gasp, böyle bir zulüm, yani bir kavmin inkârı ve bir dilin yasağı gibi insanlık suçlarının işlendiği vaki mi?

Alparslan Kürtleri inkâr etseydi veya dillerini yasaklasaydı, Malazgirt’te beraber olabilirler miydi? Yavuz Sultan Selim eğer sizin gibi yapsaydı, Kürtleri yanında görebilir miydi? Şimdiki gibi inkâr ve yasaklar olsa idi, Kürtler her daim ve her yerde canla başla Türk kardeşleriyle birlikte olurlar mıydı? Görünen o ki, rejimin bu zulümlerine karşı sessiz olanlarınız ve destekleyenleriniz ne iman ettiklerini söyledikleri İslam’a ve ne de atalarına saygılılar. Hem dinlerinin ve hem de atalarının yüzkarasıdırlar.

 

Cumhuriyeti birlikte kurduk, ama hemen akabinde rejimin gadrine uğradık. Aslında iyice düşünürseniz, bu rejim en başta Türklerin de yüzkarasıdır. Çünkü Türklerin bütün tarihleri boyunca işlemedikleri bir insanlık suçunu onlara işletti; ırkçılığı yaptırdı. Bununla da yetinmedi, karşılaştıkları günden bugüne kardeşlikte, dostlukta ve sadakatte hiçbir kusurları olmayan Kürt kardeşlerinizin varlıklarını dahi size inkâr ettirmeyi başardı! Bildiğiniz gibi, gerisi de çorap söküğü gibi geldi; katliamlar, kıyımlar, orman, köy ve ev yakmalar, faili meçhul cinayetler, dil yasağı, envaiçeşit işkenceler ve dışkı yedirmeler…

Bu zulümlerle anılmak ne kadar kötü! Hele hele bu zulümlerle Allah’ın huzuruna çıkmak!

Şunu bilesiniz ki, eğer tövbe etmeden bu kul hakkıyla ve bu gaspla ölürseniz, vay halinize! Şimdiden hatırlatalım ki, iman ettiğinizi söylediğiniz o kıyamet gününde, o Büyük Hesap Gününde bütün Kürtlerin iki eli yakanızda olacak ve sizleri Allah’a şikâyet edeceklerdir.

Söyler misiniz, hangi ameliniz ve amelleriniz gasp ettiğiniz bu hakka karşılık gelebilecek kadar büyüktür? O zaman değil bir Türkiye, bin Türkiye ve hatta bütün kâinatı dahi verseniz, gaspınızı ve zulümlerinizi karşılamaya yetecek mi sizce?

Sizler de pekâlâ biliyorsunuz ki, bir insanı iyi veya kötü yapan şey, onun kendi iradesinin dışında sahip kılındığı milliyeti, rengi veya konuştuğu dili değil, onun kendi iradesi ile gerçekleştirdiği sözleri ve eylerdir. Fakat buna rağmen insanları milliyetlerinden ve dillerinden dolayı cezalandırmaktan geri durmuyorsunuz!

 

Kürtler ne zaman rejimin zulümlerinden dert yansa, ne zaman insanca yaşamak istediklerini söyleseler, ne zaman rejimin gasp ettiği haklarının iadesini talep etseler, bahaneniz hazır; terör ve PKK. PKK’yı da doğuran bu rejim değil mi? Neden bir gün olsun bunu da sorgulamak yerine, Kürtlere bir de PKK üzerinden zulmediyorsunuz? Hâlbuki sizler de biliyorsunuz ki, hiçbir şart ve durum fıtri haklardan, fıtri özelliklerden herhangi birinin gaspını veya sınırlandırılmasını meşru kılmaz.

 

Ülkenin bekası, bölünmesi ve diğer nedenler de bu zulümleri mazur görmeye ve göstermeye yetmez. Bunlarla sadece günahlarınızı ve dünya ve ahiretteki zilletinizi arttırabilirsiniz…

İçinde bulunduğumuz bu mübarek ay bu zilletten kurtulmamız için de büyük bir nimet. Gelin hep birlikte tefekkür edelim, nefsimizi hesaba çekelim ve kendi elimizle içine düştüğümüz bu zillet haline son verelim.

Kürtler haklarını talep ettikçe, adil olmak yerine silahın namlusunu gösterenlere bir sözümüz daha var: En fazla bir Saddam veya bir Esed olabilirsiniz yahut bir Hitler! Ötesi var mı? Ama onların akıbetinin ne olduğunu ve şimdi nasıl anıldıklarını siz de biliyorsunuz!

 

Ey Müslüman Türkler, kardeşlerimiz! Yol yakınken bu rejimin emellerini gerçekleştirmenin aracı olmaktan kurtarın kendinizi. Eğer korkunuz hala bu ülkenin bölünmesi ise, inanın ki, bunu bölecek olan Kürtler değil, bu rejimin kendisidir. Kürtler bu devletin böleni değil, olsa olsa harcı ve çimentosu olurlar. Kürtler her yerde öyledir. Ama mükâfat olarak gördükleri ise malumunuz…

 

Irak’ta da, Suriye, İran ve Türkiye’de de olası bir bölünmede en fazla zararlı çıkacak olanlar da Kürtler olur. Eğer Barzani bu noktaya geldiyse, ona mevcut devlette hakça ve adilce yaşama hakkı çok görüldüğü içindir.

 

Bu vesile ile diyoruz ki, hiç vakit geçirmeden bu insanlık düşmanı rejimlerle hesaplaşınız, hesaplaşalım. Aksi halde hep birlikte daha beterine de maruz kalırız. İşte kana doymaz emperyalistlerin bölgedeki kirli oyunlarını hep birlikte görüyoruz. Ve Kürtlere biçtikleri rolün ne olduğunu da biliyoruz. Buna rağmen Türkiye’ye düşen görev Kürtlere adil bir şekilde kol kanat mı germektir, yoksa onları emperyalizmin zulmüne mi mahkûm etmektir?

 

Tekrar edelim, şundan kimsenin şüphesi olmasın ki, Türklerden daha çok Kürtler bölünmelere karşıdır. Yani büyük çoğunluğumuz istiyoruz ki, Türkiye bölünmesin, Irak bölünmesin, Suriye bölünmesin ve İran bölünmesin. Ama sizin istemediğiniz bir şeyi biz istiyoruz ve bunda da bütün meşru yöntemlerle ısrarcıyız; ADALET! ADALET ve yine ADALET!

 

Tercih sizin; ya hakkı ve adaleti gözetir mazlumların yanında olursunuz veya ürettiğiniz mazeretlerin arkasına sığınarak aktif veya pasif bir şekilde zalimlerin yanında olursunuz.

Biz Kabil olmaktansa Habil olmayı yeğliyoruz. Çünkü bu dünyada olmasa bile, öte dünyada hakkımızın gasıplardan alınacağından şüphemiz yok!

 

Allah bu mübarek günlerin ve yeryüzündeki müstazaf kullarının yüzü suyu hürmetine hepimizi her türlü kötülükten korusun, kurtarsın ve Müslümanca can veren kullarından kılsın!

Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 ‹ 
 › 
Arşiv Arama
- -
Doğu Haber-Doğu Medya-Doğu Kültür Gazetesi
© Copyright 2013 Dogu Medya -Dogukultur. Tüm hakları saklıdır. Dkm Medya
DKM MEDYA GROUP -1
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
DKM MEDYA GROUP-2
TÜRKİYE-BÖLGE, FİRMALAR- İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA
SERHAT HABERLER
BAĞLANTILARIMIZ
STK-İŞ DÜNYASI MESAJLAR
STK-DERNEKLER
FİRMALAR-İŞ DÜNYASI
DOĞU KÜLTÜR MEDYA